Nazik Gelin: Bursaİnkaya köyünde bulunan 6oo yılını geride bırakmış anıt çınarın dibindeki çay bahçesinin kapalı kısmında oturmuş aşağıları izliyorum. Dışarıda sağanak olmasa da ciddi bir yağmur var.
Sabahın erken saatlerinde vardığım Bursa’yı önce yukarıdan göreyim diyerek kendimi vurduğum Uludağ yolu, İnkaya köyüne getirmişti beni. Aşağılarda ise sadece sis vardı, duman vardı. Bursa ise sisler arasında saklıydı. Anlaşılan o ki birkaç gün devam edecekti bu sis ve yağmur. Önümde gözleme ve sıcak bir çay bana, ben ise Bursa’ya bakıyorum. Çay ve gözleme kadar gerçek olan bir şey varsa o da Bursa’nın yüzünü göstermek için çok naz yapacağıydı. Üstelik kenti ve çevresini gezmek için iki günüm vardı. İki günde bu olağanüstü kenti nasıl gezerim acaba ? Hele de böyle bir yağmurda. Kahvaltımı yapıp hızla terkediyorum çay bahçesini. Önümde tarihi, kültürü, sanatı ve doğasıyla muhteşem bir kent var Önceden edindiğim Bursa broşürünü de çöpe atarak arabaya biniyorum. Bu kenti hiç bilmeden gezecek ve kendimi çeşitli sürprizlere hazırlayacağım. Üstelik Uludağ ve İskender kepaptan söz bile etmeden.
Arabayı çekirge semtinde bir otoparka bırakarak yürümeye başlıyorum. Bir kenti iyi öğrenmenin, iyi özümsemenin en iyi yolu kaybolmaktır. Ne kadar çok yürürseniz, kenti o kadar çok özümsersiniz. İlk keşfim olan eski bir minare I. Murat Hüdavendigar Külliyesine ve türbesine götürüyor beni. Orhan Gazinin beş oğlundan biri olan I.Murat tarafından yaptırılan Külliye içinde muhteşem işçiliği olan bir cami, türbe ve hamam yer alıyor. I.Murat Kosova savaşında şehit olunca naaşı Bursa’ya getirilerek buraya gömülmüş. Türbeyi ziyaret ettikten sonra araçların gidiş yolunda yürümeye devam ediyorum. Kavşağa gelince soldaki eski bir yapı dikkatimi çekiyor.
Kervansaray hamamı bizanstan kalma bir kaplıcaymış. Bizans kraliçesi Thedora’nın güzelliğinin sırrının bu hamamda yıkanmak olduğu söylenirmiş. Hamam tüm görkemiyle konukların hizmet etmeye devam ediyor. Bu bölgede sıcaklığı 30-35 oC olan jeotermal kaynakların varlığı eskiden beri biliniyor. Bir çok otel günümüzde bu sıcak su kaynaklarını kullanmaya devam ediyor.
Hamamı arkamda bırakarak yürümeye devam ediyorum. Kısa bir süre bir parkın içinde Karagöz müzesi çıkıyor karşıma. Hemen zili çalıyorum. Beni son derece nazik bir bey karşılıyor. Bursa Belediyesinin yapmış olduğu en büyük hizmetlerden biri bu müze olsa gerek. Orta asya’dan aldığımız ve kendi kültürümüzle harmanlayarak dünya sahnesine sunduğumuz Orta Oyununun beş kahramanları olan Karagöz ve Hacivat için yapılmış müzede tüm orta oyunu karekterlerinin kuklaları sergileniyor. Müzede bir saate yakın bir zaman geçiriyorum. Müze süleyman Çelebi parkının içinde. Süleyman Çelebi kim mi ? Kim olacak Mevlidin yazarı. Bursa attığım her bir adımda beni şaşırtmaya devam ediyor. Yol boyu yürümeye devam ediyorum. Atatürk köşkü ve arkeoloji müzesi ne yazık ki öğle tatiline denk geliyor.
Osmanlı evi müzesi tabelasını görür görmez yoldan çıkarak ara sokaklara dalıyorum. Kısa bir süre sonra modern Bursa bitiyor ve Osmanlı’nın Bursa’sı başlıyor. Yer yer de olsa korunmuş ahşap evler, dar sokaklar bir anda başka bir dünyaya götürüyor beni. “Ben bu sokakları ve küçük minerali camileri bir yerde gördüm ama nerede”. Bir an hafızam beni 10 yıl öncesine götürüyor.. Makadonya’nın Tetova (Kalkandelen) kentinde de aynı tür sokaklarda dolaşmıştım. Zaten oradaki Türkler Tetova’ya Küçük Bursa diyorlardı. Önce Osmanlı evi müzesi karşıladı beni. Gezemedim çünkü öğle tatili henüz bitmemişti. Osmanlı El sanatları müzesini gezdikten sonra II. Murat Külliyesini iyice gezeyim dedim. Burası öyle bir – iki saatle geçiştirilecek bir yer değil. Muradiye semtinde bulunan Külliye içinde cami, Medrese, hamam ve türbeler bulunuyor. Türbelerin çoğu hanım sultanlara ve şahzedelere ait. Ahmet hamdi tanpınar Külliye için “ Muradiye sabrın acı meyvesidir” der. Çünkü bu türbelerin çoğunda “Devletin Nizam’ı Alemi” için öldürülmüş şahzedeler yatıyor. Cem, Mustafa, Emir, Korkud ve Orhan saltanat tacını korumak uğruna babaları veya kardeşleri tarafından ketledilmişlerdi. Tek suçları tahta ortak olma olasılıklarıydı. Kadere bakın ki şehzadelerle onları öldürten sultanlar aynı türbelerde yan yana yatıyor şimdi. Külliyenin içi ve etrafı anıt çınar kaynıyor. Piere loti burdaki tarihi çınarlar için “ Gökyüzünü örttükleri için kusurludurlar” demiş. Çınar ağaçlarından sızmayı başaran güneş bir anda külliye’ye vuruyor.
Güneş türbelerin hüznünü kısa süreliğine de olsa alıyor. Sonra tüm türbeler kutsal sessizliklerine bürünüyor yeniden. İstemeden de olsa ayrılıyorum buradan.
Evlerin arasında yürüyerek dar sokaklardan geçip bir meydana ulaşıyorum. Bir kale kapısı var ileride. Yaklaşınca sarayın Saltanat Kapısı olduğunu öğreniyorum. Birden karşıma dört tane yeniçeri çıkıyor. Sanki rüya gibi. Yorgunlar. Ellerindeki kılıçları ve mızrakları bırakak sandalyelere oturuyorlar. Hemen selam verip yanaşıyorum. Kısa sürede kaynaşıyoruz. Belediyenin kadrolu işçileri olan bu neşeli ve cana yakın insanlar hafta sonları da Saltanat Kapısını bekleyen yeniçeri kılığında fazla mesai yapıyorlarmış. “Göbekli yeniçeri olur mu” diyorum. Göbekli olan yeniçeri cep telefonuyla konuşan arkadaşını göstererek “ Cep telefonlu yeniçeri oluyor da göbekli yeniçeri neden olmasın” diyor. Hava yağmurlu olmasına rağmen mola bitince yeniçeriler nöbet yerlerine geri dönüyor. Kısa bir süre sona hiç kıpırdamadan duran heykellere dönüşüyorlar Saltanat Kapısının önünde. Saltanat kapısından sonra Osman ve Orhan gazi türbelerini de ziyaret ederek kentin eski merkezine doğru yürümeye başlıyorum. Gördüğüm kadarıyla Bursa’nın iki merkezi var.
Biri, merkezine Ulucamiyi almış han, hamam ve çarşıların olduğu eski bursa, diğeri de modern binalar ve AVM lerin bulunduğu yeni kent merkezi. Ne yalan söyleyeyim, Bursa’da günlerce kalsam eski merkezden başka bir yere gideeceğimi düşünmüyorum. Geçtiği her sokaktan bir daha geçince bile farklı tadlar alıyor insan burada.
Yokuş bitince biraz ileride mineraleri görünen Ulu Camiye doğru yöneliyorum. Ulu Cami Anadolu’nun en görkemli ve çok kubbeli camisi. Osmanlı sanatının ilk gösterişli eserlerinden biri olan Ulu Caminin 20 kubbesi var. Caminin yapımına 1396 yılında başlanmış, 1400 yılında tamamlanmış. Camiyi ziyeret ettikten sonra bitişiğindeki Emirhan’dan kapalıçarşıya giriyorum.
Kapalı çarşı oldukça büyük. Her bir kapısı başka bir alışveriş merkezi veya iş hanına çıkıyor. Altından – tişörte kadar her türlü ürününü satıldığı kapalı çarşıdan çıkarak biraz ilerideki Pirinç hana yöneliyorum. İki katlı hanın alt katında dükkanlar ve meydanda kafeteryalar, üst katında ise dükkanlar yer alıyor. Her şey o kadar canlı ve yeni ki zaman buralarda durmuş gibi. Bir an havanın karardığının farkediyorum. Karanlık geceyi gece de henüz bit otele yerleşmediğimi hatırlatıyor. Neyse ki çok uğraşmadan bir otel bulmayı başarıyorum
Kaldığım otelin penceresinden Bursa’yı görmeye çalışıyorum ama boşuna. Bursa nazlı bir gelin gibi saklamış kendini duvağının arkasına. Söylenceye göre Bursa’yı Kartacalı Hanibal inşa ettirir. Hannibal Romalılara yenilincee Bithynia kralı Prusias’a sığınır. Kralın önerisiyle de burada Prusa (Bursa) kentini kurar. Yağmur ise aynı hıza devam ediyor. Pencereme vuran yağmur damlaları bu tarihi kentin kanatları altında huzurlu bir uyku uyumama neden oluyor. Sabahın erken saatlerinde uyanarak Gölyazıya doğru yola çıkıyorum. Ulubat gölünden dönen balıkçılara yetişmeğe çalışacağım. Arabamı köyün girişinde bırakıp yürümeye başlıyorum. Ağlayan Çınar karşılıyor beni köyün girişinde. Osmanlı kurulmadan birkaç yıl önce dikilimiş bu çınar. İçinden su çıktığı için de Ağlayan Çınar kalmış adı. Bu 734 yıllık doğal anıtı geride bırakarak köy merkezine doğru yürüyorum. Kahve açık. İçeride benden de önce gelmiş ziyaretçiler var.
Sahile, teknelerin bulunduğu yere yöneliyorum. Tekneler dönüyor yavaş yavaş. Her tekneden iri sazan balıkları indirilerek hemen tezgahlara bırakılıyor. Kısa sürede tükeniyor balıklar. Ulubat gölü bölgenin en önemli sulak alanlarından biri. Çok şükür henüz kirlenmeden ve su azalmasından diğer göller kadar nasibini almamış ama yakın gelecekte ne olacağı bilinmez. Umarım köylüler daha çok uzun yıllar burada balık tutmaya devam ederler. Köy kahvesinde sabah çayımı içtikten sonra yola koyuluyorum. Kahvaltımı da Cumalıkızık köyüne sakladım. Bursa - Ankara yolu üzerinde bulunan Cumalıkızık eski bir osmanlı köyü. Osmanlıların bölgedeki ilk yerleşim yerlerinden biri olan köyün evleri nasıl olmuşsa hiç bozulmadan günümüze kadar sağlam kalmayı başarmış. Turizmin etkisiyle her evin avlusu küçük bir kafeteryaya dönüşmüş.
Köyde “Kınalı Kar” diye bir de dizi çekilmiş. Bu konakta gözleme yerken insanları neredeyse sırf dizinin çekildiği bu evi görmeye geldiklerine şahit oldum. Hatta garson bana bile laf attı. “ Abi bilmem ne ağa senin oturduğun yerde ne kadar oturdu bir bilsen” Gülümsedim. Yazıyı yazarken ağanın adı da gitti zaten aklımdan. Keşke not alsaydım. Dediği ağanın kim olduğunu bilmediğimi söylesem beni cahilikle suçlar mıydı acaba.
Sabahın erken saatlerini bu kadar dolu geçirdikten sonra tekrar geriye, Bursaya dönüyorum. Bu kez biraz daha bilnçli olarak dolaşıyırum sokaklarda. Hanlar, hamamlar, türbeler ve camiler bu gün bir başka gözüküyor gözüme. Biraz daha anlamış olarak ziyeret ediyor, kutsal sessizliklerine ortak oluyor, zamanın durduğu bu noktalarda bir zaman gezgini olarak anılarını paylaşıyorum onlarla. Hava kararmaya yakın geri dönerken Bursa’ya yeniden gelmeyi ve daha uzun bir zaman dilimi ayırarak bu kenti sadece görmeyi değil yaşamayı da düşünüyorum. Çünkü bu kenti anlamak için görmek yetmez. Bir duygu seliyle kenti yaşarsanız eğer o zaman Bursa’nın büyüsünün farkına varırısınız.
GEZİLECEK YERLER Arkeoloji Müzesi : Kültürpark içinde bulunan müzede Bithhynia ve Mysia bölgelerine ait eserler ile İ.Ö 3000 yılından bizans dönemine kadar olan eserler sergileniyor.
Karagöz Müzesi: Muhteşem bir orta oyunu öyküs sunan müze Süleyman Çelebi Parkı içinde yer alıyor. Müzede tüm orta oyunu karekterlerinin kuklalarının yanısıra bir de atölye bulunuyor.
Türk İslem Eserleri Müzesi (Yeşil medrese) : Yeşil Medrese ve Külliyesi Mimar Hacı İvaz paşa tarafından 1414-1424 yılları arasında yaptırımış. Günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Osmanlı Evi Müzesi : Muradiye Semtinde II. murat Külliyesinin karşısında bulunan ahşap ev 17 yüzyıldan kalma. Restore edilerek osmanlı yaşam tarznın gösteren bir müze haline getirilmiş.
Geleneksel Osmanlı El Sanatları Müzesi : II. Murat külliyesinin yakınında olan müzede geleneksel Osmanlı El anatları sergileniyor.
Saat Kulesi : Saat kulesi 1905 yılında Sultan Abdulhamit’in 29. saltanat yıldönümünde törenle hizmete açıldı. Kule 33 metre yükseklikte, kare planlı olarak kesme taştan yapılmış Kuleye çıkış merdiveni ahşap ve 89 basamaktır. Aynı zamanda yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılan kule kendisinden daha eskşi olan bir kulenin yerine yapılmış.
Kervansaray Hamamı : Çekirge semtinde bulunan Hamam Roma döneminde kaplıca olarak kullanılıyordu. Bursa’nın Osmanlı’nın elinegeçmesinden sonra Restorasyon geçiren yapı 1984 yılında beri kervansaray otelinin bünyesinde hamam olarak hizmet veriyor.
Atatürk Müzesi : Çekirge caddesi üzerinde Çelik Pals Otelinin hemen yanında bulunan müzede Atatürk’ün köşkte kaldığı dönemlerde kullandığı eşyalar, üst katta bulunan ve limonluk olarak adlandırılan salonda ise Atatürk ile ilgili fotoğraflar sergileniyor.
Ulu Camii : Sultan Yıldırım Beyazıt tarafında 1396-1400 yılları arasında yaptırılmış. Uludağ ile birlikte Bursa’nın simgelerinden biri olan cami’nin kuzey cephesinin köşelerinde kaidesi mermerden yapılmış ve üzeri tuğlalarla örtülmüş iki minare yer alıyor. Cami’nin avlusundan kapalı çarşı ile bağlantıyı kuran Emirhan’a geçilebiliyor.
Yeşil Camii : Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1414-1424 yılları arasında yaptırlmış. Süslemesinde kullanılan firuze ve çinilerden dolayı Yeşil cami olarak anılıyor.
Orhan Bey Camii : Orhan bey tarafınan 1339 yılında yaptırlmıştır.
Muradiye (II. Murat) Cami : Muradiye Semtinde Muradiye külliyesi içinde yer alan cami II. Murat tarafından 1424- 1426 yıllları arasında yaptırılmıştır. Bu cami Bursa’da osmanlı padişahları adına yaptırılan son camidir.
Muradiye Külliyesi: II. Murat tarafından yaptırılan Külliye ve içindeki cami ve türbeleri gezmek için epey bir zaman ayırmanızı tavsiye ederim.
Yıldırım Camii : Yıldırım Beyazıt tarafından 1390 ‘lı yıllarda yaptıırlmıştır.
Saltanat kapısı : Hisar semtinde bulunan kapı görümesi gereken yerlerin başında geliyor. Hafta sonları belediye işçileri yeniçeri kıyafeti giyerek kapıda nöbet tutuyorlar.
Türbeler : Bursa’ya türbeler şehir demek çok da yanlış olmaz. Kentin neredeyse her sokağında bir türbe görnek nümkün. Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murat, Emir Sultan, Hatuniye, Şehzade Mahmut, Hamzabey, Cem sultan, Şehzade Mustafa ve Karamustafa paşa Türbeleri bunlardan bazıları.
Geruş Sinegogu : 16.Yüzyıl başlarında I.Selim tarafından yaptırılan sinegog Arap Şükrü sokağındadır.
Emir Han : Orhan Gazi tarafından 1338-1339 yılları arasında yaptırılmış olan han 73 adalıdır. Bursa’da yapılan ilk bedeste olan Emir han aynı zamanda Bursa kapalı çarşısının de çekirdeğini oluşturmaktadır.
Cumalık Kızık Evleri : Geleneksel Osmanlı mimarisinin ilk örnekleri diyebileceğimiz Cumalıkızık evleri Osmanlı dönemi dokusunu günümüze taşımayı başarmış. Köy toplam 270 evden oluşuyor. Bunlardan 80’inde oturuluyor. Geri kalanların bir kısmında restorasyon çalışmaları devam ediyor.. Köyde bulunan ve köylülerin bağışladığı malzemelerin sergilendiği minik Etnografya müzesini mutlaka gezin. Çıkarken de bağış olarak birkaç lira vermeyi de ihmal etmeyin.
İznik: Bursa’nın en önemli tarihi ve doğa alanlarından biri. Bizansın ilk dönemlerinden Osmanlı dönemine kadar bir çok eseri burada görmek mümkün. Çinisi ise düyaca ünlü.
Uludağ: Bursanın 36 km güneyinde yer alan Uludağın zirvesi 2550 m. Yükekliğinde. Uludağ kış aylarında kayak yaz aylarında ise Dağcılık, kampçılık ve trekking olanakları sunuyor.
Ulubat (Apolyont) Gölü : Bursa- İzmir yolunun çok yakın olan göl küçük karabatak, alaca balıkçıl ve kaşıkçı kuşları için önemli bir üreme alanı.
Karaçay Deltası : Marmara denizinin güney kıyısında yer akan delta Önemli Kuş Alanı statüsünde.
Ne yenir : Bursaya gidince ne yenir diye sorulunca yanıtı da İskender olur. İskenderi de Botanik parkın içinde bulunan ve tarihi dokunun yeniden yaratıldığı bir mekanda hiizmet veren Kebapçı iskenderde yemenizi tevsiye ederim. Döneri 1867 yılında icat eden Kebapçı iskender’in bıraktığı miras tüm orijinalliğiyle devam ediyor. Bursaya gitmişken Kestane şekeri almadan da dönmeyin derim.