09 Temmuz 2024

Bir haftada antifaşizm!

"Uyanış" oldu, "direniş" oldu! Uyanış için neyin gelmekte olduğunu görmek, direniş içinse omuz omuza vermek ve bir de zahmet edip oy atmak gerekti

Paris, 7 Temmuz 2024

Fransa seçimleri "ders" verdi! Ama öncelikle Fransızlara. Elbette her yerde "sağa, sola" da.

Bir hafta önce "ırkçı-faşizan" parti ve ortaklarının "neredeyse kesin" iktidarı söz konusuydu; bir hafta sonra "neredeyse aynı oyla" üçüncü sırada çıktılar ikinci turdan.

Bir hafta önce "sol ve merkez endişe" tavana vurmuştu. Bir hafta sonra "sol ittifak" birinci çıktı. Hatta iktidardaki "Macron partisi" bile kendi etrafında ittifak kurarak ikinci sırayı aldı.

Ne oldu, nasıl oldu?

"Uyanış" oldu, "direniş" oldu! Uyanış için neyin gelmekte olduğunu görmek, direniş içinse omuz omuza vermek ve bir de zahmet edip oy atmak gerekti.

Sadece o kadar değil?

Uyanış için sesini duyurmak, ilk turda sandığa gitmeyenler başta, bir haftada mümkün olduğunca farklı kesimlere ulaşabilmek gerekti. Bir de aklını başına almak!

Direniş için mutabakat, fedakârlık, dayanışma şarttı.

Bu seçimden bir koalisyon çıkacak elbette. "Yeni Halk Cephesi" birliğini koruyabilirse, onun etrafında. Yani ittifakın en büyük partisi "Boyun Eğmeyenler" ile küçük ortakları Sosyalistler, Komünistler, Çevreciler ve belki ittifakta yer almayan ama sandalye kazanan "diğer sol" merkezli. Ve belki "Macron ittifakı"yla.

Bir haftada faşizmin "kesin sayılan" iktidarını durdurmak, karşı takımın kendi kalesine attığı goller ve penaltılarla yarı finale gelen Fransa Milli Takımından da daha başarılı bir performans!

Geriden gelip, hatta oy bakımından yine geride kalsa da bir haftada maçı çevirdi Halk Cephesi.

Ve Cephe'nin önde gelen lideri Melanchon'un ilk sözlerinden biri "Filistin'in tanınması" oldu! Bu da ayrı bir ders.

Tabii ki iki turlu seçim, her seçim çevresinde "düello" yahut mini referandumlar sistemi, neredeyse 577 milletvekilinin her biri için "final maçı"ydı.

İşte finaller ve bir başkası için adaylıktan çekilen "üçüncü en iyi adaylar" sayesinde, "faşizan" parti RN ile ortağı LR ilk turda birinci geldiği 258 yerin yüzde 60 kadarında yenildi! Bir başka hesapla 319 "düello"nun 227'sini kaybetti ya da daha doğru deyişle, "antifaşist" dayanışma onların elinden iktidar rüyasını aldı.

İşte o yüzden, Paris'teki Republique yani Cumhuriyet Meydanı bir hafta kadar önce "solcular ve cumhuriyetçiler"in endişesi, hatta gözyaşlarıyla dolmuş, daha sonra "muzaffer faşolar" meydanda zafer bayramı kutlamıştı. Bir hafta geçti; aynı "Cumhuriyet" Meydanı "Herkes faşistlerden nefret ediyor" sloganlarıyla inledi.

Elbette "herkes" değil, Fransa'nın yaklaşık üçte bir seçmeninden geriye kalan "herkes" en fazla! Çünkü "faşizan" oylar yerinde duruyor; sadece düelloları kaybettiler. Çünkü "Sol" bir haftada müthiş bir direnişle bir zafer sağlasa da, ah işte, hep bölünmeye yatkın bir gelenek.

Fakat dersimiz ne? Daha büyük bir tehlike varsa, sana en yakın olanlar o sırada tehlikesizdir! "Özgürlük, Eşitlik, Dayanışma"nın ilk ve son idealleri arasındaki köprü bazen böyledir. Ortadaki "eşitlik" ayrı ve derin bir mesele zaten!

"İdealler" ile "Direniş zarureti" bazen öncelikleri değiştirebilir ve o sırada ihtiyaç; parti yönetimlerinin "kibir"i bir yana bırakabilmesi olur. Ah o kibir! Kim nerede, hangi büyüklükte bir partiyle veya partide "iktidarsa" kibir orada iktidar oluveriyor!

(Türkiye'de son cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunda, ana muhalefet partisi ve o zamanki başkanı "sağ popülist" bir partiye, hiç milletvekili kazanamadığı halde bakanlıklar sunmuş; 4 milletvekili kazanmış bir "sol" partinin mensupları sokak sokak "kendisi için" çalışırken, ne o ne de "sol" parti hakiki bir mutabakat aramıştı!)

Yine de "tehlike" ne Fransa'da ne Avrupa'da yenilmiş halde. İspanya ve son seçimlerdeki İngiltere bir yana, başta Almanya, tabii Polonya, Macaristan ve daha çok yerde "faşizan dalga" yüksek.

25 oyuncusunun 21'i "göçmen kökenli" ve kaptanı Kamerun-Cezayir kökenli olsa da, başta Fransa'da; takım kaptanları "Müslüman Türk" olan Almanya'da da, Surinam asıllı olan Hollanda'da da, Sırp olan Avusturya'da da, teknik direktörü Türk, kaptanı Arnavut olan İsviçre'de bile belki.

MERAKLISINA NOT:

Size başka bir "ittifak" öyküsü anlatayım. Birbirini bir kaşık suda boğacak haldeki CHP ile Demokrat Parti hangi konuda ittifak yapmıştı?

Henüz CHP iktidarken, "solcu" öğretim üyelerinin kazınmasında!

ABD'de eğitim gören ve orada sosyalizmle buluşan Behice Boran Ankara Dil Tarih Coğrafya'da öğretim üyesiydi. Bir Fransız bilim insanıyla iletişim halinde diye, iki partinin Meclis'teki ittifakıyla okuldan atılmıştı. Muzaffer Şerif, Pertev Naili Boratav gibi dünya çapındaki "hocalar" da...

Behice Hanım sonradan Kore Savaşı'na ve asker gönderilmesine de aktif muhalefet yapmış, yine aynı Fransız'la iletişimi yüzünden 1.5 hapis de yatmıştı; bu kez DP iktidarında.

Bilim insanlarını, sanatçıları, yazarları kazıma geleneği bugün de sürüyor tabii. Üstelik iki dudak arasında!

O Fransız o sırada "Dünya Barış Konseyi Başkanı"ydı. Adı Frederic Joliot-Curie'ydi. Bildiniz. Madam Curie'nin, kızıyla birlikte Nobel ödülü almış "komünist" damadı. Madam Curie'nin "radyasyon yüzünden" ölümünden bir yıl sonraydı Nobel.

Frederic'in araştırmaları, atom bombasının yolunu açmak gibi talihsiz bir tarihin parçası da olmuştu. Fakat ana yazımızdaki "antifaşist cephe" mevzuuna gelirsek, Nobelli bilim adamı, Nazi işgali altındaki Paris'te de direnişin en önemli isimlerinden biriydi.

İşgalcilere büyük zarar veren Molotof kokteylleri onun imalatıydı ve "bombaları", faşist-işbirlikçi polisler varken, direnişe katılan polislerin bulunduğu merkezde hazırlıyordu. Şişelerin bir kısmı kayınvalidesi Marie Curie'nin laboratuvarından gelse de, yetmeyince, Emniyet mahzeninde sıra sıra dizilmiş Tattinger şampanyalarını Paris'in kanına karıştırıp şişelerini "Direniş"in alev topları haline getirdi.

"Faşizme Direniş"teki adamla dayanışma halindeki bir öğretim üyesi ise Ankara'da "Faşizan Eziliş"i yaşayacaktı hayatı boyunca!

O "ezme mirası" dilden dile, elden ele bugüne kadar geldi işte!

(Senin Adın Corona Olsun isimli kitabımdan.)

Umur Talu kimdir?

Umur Talu, ilk, orta, liseyi Galatasaray Lisesi'nde yatılı okudu. 1980'de Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi'den mezun oldu.

Üniversite döneminde Demiryolu İşçileri Sendikası ve Marmara Boğazları Belediyeler Birliği'nde çalıştı. Günaydın gazetesinde başladığı gazeteciliği, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet, Star, Sabah, Habertürk'te sürdürdü. Muhabirlik, ekonomi servisi yönetmenliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı, kısa süre Paris temsilciliği yaptı.

Medyakronik başta olmak üzere, çok sayıda web sitesi ile dergide makaleleri yer aldı.

Birkaç dönem Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu'na seçildi, başkan yardımcılığında bulundu.

İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi İletişim fakültelerinde ders verdi.

Türkiye medyasında ilk "ombudsman"lik kurumunun kurulmasını gerçekleştirdi. 1998'de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'ni hazırladı.

Çalışmaları Türkiye Basın Özgürlüğü Ödülü, iki kez Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Köşe Yazısı ÖdülüÇağdaş Gazeteciler Derneği Ödülü başta olmak üzere, çeşitli mesleki ödüllere değer görüldü. Aynı yıl, üç farklı gazetecilik örgütünden köşe yazarı ödülü aldı.

Bodrum: Yüzyıllık Yolculuk, Kadınımızın Hatıra Defteri gibi belgesellerde metin yazarlığını yaptı.

Sosyal Demokrasi, Fransa Bölümü (Turhan) Uçuran Bey Postanesi (Milliyet), Dipsiz Medya (İletişim), Bedelli Gazetecilik (Everest) , Senin Adın Corona Olsun (Literatür) kitapları yayımlandı. Keynes'in (O. E. Moggridge, Afa Yay.) çevirisini yaptı. 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Al sana ‘sınırsız’ internet!

Neden bu kadar sahip çıkıyorlar? Sadece Elon Musk’ın müthiş zekasına hayranlıkla mı? Yoksa henüz Trump başkan bile değilken, misal X’in tam da onun sevdiği türden “yalan haberler ve söylentiler”i yayabilme hızından da ötürü mü?

Tahakküm düzeni, Maçokrasi!

Neden öncelikle kadınlar? Çünkü her yerde, bir biçimde bu manevi ve maddi şiddeti, baskıyı, tahakkümü en çok hisseden onlar

Tramvayın son durağı!

Çocuklarınızın haklarını, özgürlüklerini, kişiliklerini, kimliklerini, geleceklerini, umutlarını, hayallerini, ülkenin ortak aklını böyle bir “tramvay”ın raydan çıkarmasını aklınız ve kalbiniz kabul edebiliyor mu?

"
"