24 yıllık gazeteciyim. Altı yıl önce kimliklerim arasına annelik de eklendi. Bir oğlum var. Ona taşıyabileceği hâliyle dünyayı, ülkesini, hayatta karşılaşabileceği sorunları anlatmayı, bu konularda onu bilinçlendirmeyi hedeflerken aslında yazarlık yolunda da yeni bir yolculuğa çıktığımın farkında değildim.
Dünyada hem iç hem dış şiddet almış başını giderken, sokaklarda ve hatta okullarda çocuklar birbirini boğazlarken -gerçek anlamda- oğlumu yalan bir dünya algısıyla, pamuklara sararak, hep mutlu sonlu hikâyelerle yaşatmaktansa, anlayabileceği düzeyde hayatın siyahını da beyazını da bilmesine olanak sağlamam gerektiğine inandım.
Bu alanı fazlasıyla araştırdım, birçok okuma yaptım, terapist ve pedagogla bizzat seanslar yaptım, hâlâ daha yapıyorum.
Bu esnada da Batı’nın çocukla iletişimi bizlerden çok daha farklı, başka bir yerden kurduğunu gördüm. Burada bir ‘Batı özentiliği’ yaftasını hak ettim, gerçekten çocuk kitaplarında muazzam bir ilerilikteler, ben büyülendim. Özellikle de kitapları kullanarak günümüz dünyasını olabildiğince net, korku ve endişeden uzak bir yerden, küçük yaştan itibaren çocuklara aktarabildiklerini, onları önce bilgi, sonra fikir sahibi yapabildiklerini gözlemledim. Bu beni çok etkiledi.
Önce kendi çocuğum için sonra da benim gibi bu meselelerle derdi olan anne babaların/aile mensuplarının çocukları için ülkenin en sorunlu beş konusunu ele aldım. (Henüz serinin birinci kitabı olan ‘Biri ve Diğeri’ raflarda yerini almışken, yayınevi şimdi ‘he’ dese hızla ‘ana dilde eğitim’ ve ‘faşizm’i de ekleyerek seriyi yedi kitaba çıkarmayı hayalliyorum ben.) Türkiye için çok yeni olan bu ‘projeye’ hep beraber sahip çıkarsak benim beş diye girdiğim bu iş olur 105!
Biz bu kitapları düşünürken Literatür Çocuk yayınlarıyla çok kafa patlattık. Bu gerçek bir ekip işi de oldu aynı zamanda gerçekten. Ve dedik ki, farklı dertlerin farklı renkleri olsun.
Bu kitaplarla ele aldığımız beş mesele eşliğinde; çocukların savaş mağduru çocuklarla empati yapmasını, kadın ve erkeğin eşit olduğunu kendi sorgu mekanizmasını kullanarak bulmasını, doğanın katlinin insanın sorumluluğunda olduğunu fark etmelerini, barışın emsalsiz bir seçenek olduğunu ve fırsat eşitliği olmadığında avantajlı ve dezavantajlı insan konumuna düşmenin ne demek olduğunu düşünmelerini hedefledim.
Toplumsal bir dönüşümün küçücük bir dişlisi olma amacı güden bu kitaplar için ey okur, senin de yürekten desteğini bekliyorum ve bunu rica ediyorum. Daha önce hiçbir ‘işim’de yapmadım bunu. Ama bu büyük çamurdan; çocuklarımızı düzgün, sağlıklı fikirler üretebilen birer birey olarak eğitmezsek, onları hayatın doğal akışında cereyan eden ‘kamusal meselelerden’den haberdar ederek yetiştirmezsek çıkamayız. Çocuklarımızın aydın, açık fikirli, barışçıl, ayrımcılığı ayıp sayarak, şiddeti -canlıların tümüne- seçenek kabul etmeyerek, yaşamı kutsayarak, farklılıklardan beslenerek, toplumsal duyarlılıklar konusunda dünyanın gerisinde kalmayarak ve bir diğerine düşman olmadan yetişmeleri için taşın altına elimizi birlikte koyalım istiyorum.
Ellerimizi taşın altına koyup da ne yapacağız demeyin, bu konuyu konuşmak, konuşulur kılmak, tartışmak da çok büyük bir kazanım yaratacak.
Bu tip kitapları basabilecek cesareti yayınevlerine verecek.
Hatta yabancı çocuk yayınlarını bir de bu gözle değerlendirmeye başlamalarına onları mecbur edebiliriz. Bir talep yaratılırsa arzı da arkasından gelmek zorunda kalacaktır.
Bu konuda bir miktar ’Türkiye’nin çocuklara bakış açısı’ sorunu var. “Bizim evlatlarımız üzülür, kırılır, incinir, kendini kötü hisseder” kaygısı yaygın.
İyi de bunların hepsi hayata dair duygular. Bunları hiç hissetmeden büyüyen çocuktan sonra ne bekleyeceksin, diye sormak gerekir.
Bu ‘somut’ anlatımlı yayınların azlığı da asla yazar, çizer, okur bulma sorunundan kaynaklanmıyor. Sorun o kitabı basacak cesarette, köhnememiş yayınevi bulmanın iğneyle kuyu kazmaya benzemiş olmasından dolayıdır.
Türkiye’de sadece çocuk yayınları basan 2 bin yayınevi varmış, duy da inanma! Hele gördüklerimi, duyduklarımı, yaşadığım hayal kırıklığını hiç sorma.
Neyse bu konuya ‘Tuğçe gibi’ sert girmeyeceğim, ama sorunun fotoğrafını da çekmeden geçemeyeceğim -üzgünüm Ebru sözümü yarım tutabildim- Ebru Akkaş Literatür Çocuk’un her şeyi, aynı zamanda da benim kitapların editörü. Beni sıklıkla ateşli beyanlardan uzak tutmak ister, buradan ona bir selam vermeden geçemezdim.
Yetişkinlerden umudumuzu hızla kaybettiğimiz bugünlerde çocuklarımızın, yani geleceğimizin doğru bir yerden şekillenmesi için onlara bir fırsat sunalım. Bu fırsatı sunmak, aynı zamanda, bu işi benden çok daha iyi yapacağına emin olduğum binlerce yazara, çizere de alan açmaktır.
Biz bu alanı açtıkça çocuklar zihnen beslenecek, ebeveynler nerelerde hata yaptıklarının, nerelerde eksik kaldıklarının yanıtlarını bulacak.
Neyse çok uzattım yine…
Özetle, biz yolu açalım önce diyorum.
Sonra gençler üretsin.
Çocuklar faydalansın.
Desteğin için şimdiden binlerce teşekkür…
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|