Son günlerin en sık sorulan sorusu, bu gidişin sonunda nereye varacağına, bizi neler beklediğine ilişkin.
Dibin dibi, kuyunun sonu bir türlü gelmedi. Ama işler öyle bir noktaya geldi ki, belki de Türkiye’nin faşizmin eşiğinde despotlukla yönetildiğinin de kayıtlara geçmesi açısından elle tutulur örnekler bırakıldı-bırakılıyor tarihe…
Ayşe Barım garabetine, sadece hukuk garabeti deyip geçebilir miyiz?
Müebbetle yargılayacaklar kadını ve ellerinde bunun için tek bir veri, ipucu, kanıt olmadığı gibi şüpheli bir durum dahi yok!
“Gık” diyenin kapısında bitiyorlar, en ufak ses çıkartan soluğu savcılıkta alıyor, sokak röportajında konuşan ‘teyzeleri’ tutukluyorlar. Hele biraz tanınan bilinen bir isimseniz üzerinizde tepiniyorlar!
Sosyal medyada troller buldukları her fırsatı fişleme, mimleme ve hedef gösterme tezgâhına dönüştürüyor.
Devlet tüm enstrümanlarıyla birden adeta haykırıyor “her kim olursan ol gözünün yaşına bakmayacağız…”
Ev hapisleri, ibretiâlem gözaltları, jet tutuklamalar, olmayacak suçlamalar, zorlama soruşturmalar.
Bunların hepsi de sanki tek bir hazırlığı işaret etmekte.
Hazırlandıkları şey İmamoğlu gibi görünüyor. Artık bir operasyon, bir yasaklama, bir tutuklama mı planlıyorlar, onu bilemiyoruz.
Çünkü bizlerin meslekte tüm varlığımızla yapmaktan kaçındığımız “niyet okuma” işinden başka enstrümanımız kalmadı olayları algılayabilmek adına elimizde.
Bu da tam bir niyet okumadır.
Verileri, geçmişi göz önünde bulundurarak, karşımızdakinin yapabileceklerini tahmin ederek, niyet okuyarak bir sonuca varıyoruz, varmaya çalışıyoruz.
Böyle önemli konularda kulis bilgisi almak da neredeyse imkânsızlaştı.
Adeta anlık, adeta tepkileri izleyerek kararlar alıyor ve uygulatıyorlar!
Anlık kararın kulisi mi olur?
Artık kulisler hep sızdırma, yemleme oldu!
Yaşananların, son dönem pompalanan siyasi havanın gözle görülür tek bir ortak hedefi var, ‘korkuyu yükseltmek…’
Korkun, korkalım ve susalım istiyorlar.
İnsanız, korkmak da doğal.
Fakat hep söylüyorum, korkunun üzerine bu kadar gidildiğinde bunun bir adım ötesi topyekûn korkulardan kurtulup, özgürleşmeye varır.
Baskıyı öyle bir hâle getirdiler ki herkes nefesini tutup anksiyetesine sahip çıkmaya çalışırken bir yandan da ellerinde sopa üzerimize üzerimize yürüyerek “ses çıkartırsan vururum” demeye getiriyorlar.
Bu işin sonunda gerçekten okuduğumuz niyet isabetli olursa ve İmamoğlu’na yönelik bir hamle gerçekleştirilirse, toplumda bunun büyük bir patlamaya neden olacağını düşünüyorum.
İşte belki ondandır Gezi’yi hortlatma ve bir “gözünüzün yaşına bakmayız” sopası olarak ortaya sürme çabaları.
Çünkü Türkiye’de ekonomik ve siyasi gerekçelerle buhran geçiren halkın İmamoğlu’na çekilecek bir hareketle korkudan kurtulup “ne olacaksa olsun” noktasına evrilmeme ihtimali düşük görünüyor.
Tuğçe Tatari kimdir?
Tuğçe Tatari, 1980 yılında İstanbul'da doğdu. İstanbul Akademi Radyo Televizyon mezunu.
Gazeteciliğe 2000 yılında Habertürk'te muhabir olarak başladı. 2004 yılında Vatan gazetesine geçti. Gazete, dergiler ve ekler olmak üzere, dört yıl muhabirlik yaptı. 2009 yılında Akşam gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Güncel konulara, sosyal hayata ve popüler kültüre dair eleştirel yazılar yazması için aldığı köşe yazarlığı teklifini kabul ettikten bir sene sonra siyasi yazılar yazmaya başladı.
Akşam gazetesine Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TMSF'nin devlet adına el koymasının ardından, 2013 Haziran ayının sonunda Gezi Parkı olaylarına "mesafeli" durmadığı gerekçesiyle işten çıkartıldı. "Eski ana akım medyada yasaklı" konumuna gelen ve izleyen dönemde T24'te yazmaya başlayan Tuğçe Tatari'nin, Kürt sorununu ele aldığı ve halen "yasaklı yayınlar" arasında bulunan "Anneanne Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim" adlı bir kitabı bulunuyor.
|