13 Haziran 2025

Kartalkaya faciasında “tazminat davası” çelişkisi

Kartalkaya faciasında yakınlarını kaybeden bazı ailelerin tüketici mahkemesine dava açması "görevli mahkeme" tartışmasına yol açtı. Görüş ayrılığının ana sebebi ise tüketici mahkemesinde dava açma koşulu ve bu durumda önce arabuluculuğa başvuru yapılmasının gerekliliği. Bu konuda açılan davaya bakan Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi başvuruyu reddetti, kararında “kanunda öngörülen zorunlu arabuluculuk başvuru işlemini tamamlamadan eldeki davanın ikame edilmiş olunduğunun anlaşıldığı” görüşüne yer verdi

Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi'ndeki Grand Kartal Otel'de çıkan yangında 78 kişi hayatını kaybetti

İktidar, hemen her tepki çeken yargı sürecinde “ülkede yargının müessesinin adil ve düzenli işlediğine” dair açıklamaları yapmaktan geri kalmıyor.

Hatta öyle ki, çoğu zaman Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, her defasında aynı açıklamayı yapmaktan yoruldu büyük olasılıkla.

İktidarın, “her şey yolunda” yaklaşımına karşın ülkenin dört bir yanında her gün başkası yaşanan yargı krizlerinin yakında zamanda sonuna geleceğini gösteren emareler de yok maalesef.

Nefes aldığımız coğrafyada her ne kadar pek çok örneği yaşanıyor olsa da son dönemde dikkat çekilmesi gereken bir yargı sürecinden zorunlu ve sıkıntılı tabloyu aktaracağım bugünkü Büyüteç’te.

Kartalkaya’da 78 canı yitirdiğimiz otel faciası... Facia tanımının yetersiz kaldığı; ortaya çıkarılan ihmaller zinciri nedeniyle katliam demenin daha uygun olduğunu düşündüğüm Grand Otel’de yaşamlarını yitirenlerin yakınları, farklı bir yargı tablosuyla karşı karşıya kaldılar geçen mayısın son günlerinde.

Katliamın sanıklarının yargılanacağı adli takvim devam ediyor. Canlarını kaybeden aileler, otel yönetimine karşı peş peşe tazminat davaları da açmaya başladılar.

Bu aşamada “görevli mahkeme” tartışması başladı. Zira, bazı aileler asliye hukuk mahkemesinde, kimi aileler ise tüketici mahkemesinde dava açtılar.

Görüş ayrılığının ana sebebi ise tüketici mahkemesinde dava açma koşulu… Bu durumda önce arabuluculuğa başvuru yapılmasının gerekliliği.

Bu konuda açılan davaya bakan Bolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 26 Mayıs’ta verdiği kararda başvuruyu reddetti.

Mahkeme, kararında, “kanunda öngörülen zorunlu arabuluculuk başvuru işlemini tamamlamadan eldeki davanın ikame edilmiş olunduğunun anlaşıldığı” görüşüne yer verdi.

Dosyayı takip eden avukatlardan Onur Kaynun ile görüştüm.

Kaynun’un değerlendirmesi şöyle:

“Biz, yangında yaşamını yitirenlerin geride kalan yakınlarının otel ile bir tüketici-hizmet sağlayan ilişkisi içinde bulunmadığını değerlendirdik. Yangının sözleşmeye aykırılık değil, tam tersi haksız fiil olduğunu düşündük. Hukuk hocaları da bizimle aynı görüşte.

Diğer taraftan, eğer görevsiz mahkemede dava açıp; bu dava, görevli mahkemeye gönderilene kadar arabuluculuğa başvuru yapıp dava şartını yerine getirmek mümkün. Ancak, Bolu’da ayrı bir tüketici mahkemesi yok. Bu nedenle bizim ‘görevsizlik kararı sonrasında dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi’ şeklinde bir usulü takip etmemiz mümkün olmadı. Dolayısıyla arabuluculuk şartını yerine getiremedik. Bu durum sadece bizimle alakalı da değil. Birçok meslektaşım aynı şekilde asliye hukukta dava açtılar ve bu sorunu yaşıyorlar.

Evet, belki biz görevsiz mahkemede dava açmış olabiliriz. Ancak, Bolu’da ayrı bir tüketici mahkemesi olmuş olsaydı bu durum ikmal edilebilecek ve davamız reddedilmeyecekti. HSK teşkilatının yapılanması nedeniyle Bolu Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ‘torba mahkeme’ olması nedeniyle böylesi bir tablo ile karşılaştık.”

* * *

Polislerin özlük hakkı mücadelesi

Emniyet teşkilatında sıkıntılar ve sorunlar üst üste biniyor son dönemde.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın, resen emekli edilen polis müdürlerinin mahkeme yoluyla dönüşünü engellemek amacıyla yürürlüğe koymak istediği yeni düzenlemeye yönelik eleştiriler devam ederken, şimdi de polisin özlük haklarının iyileştirilmesini sağlamak amacıyla sivil toplum örgütleri üzerinden girişimler başlatıldı.

Özlük haklarının sağlanmasının merkezinde polisin sendikal haklarının sağlanması var elbette. İktidara yakın kimi çevreler ve sivil toplum örgütleri, söz konusu girişimleri “Emniyet’te eylemsellik süreci” olarak tanımlıyor.

Bu yaklaşıma “doğru” demek mümkün değil.

Son dönemde polislerin özlük haklarının iyileştirilmesi, görev başında amir baskısı yani mobbing, sendikal hakkın kazanılması ve polis intiharlarının önlenmesi konusunda çaba gösteren Emniyet Teşkilatı Sendikası, lokomotif durumunda.

Emniyet teşkilatında daha önce Emniyet-Sen adıyla başlatılan sendikal girişim, Anayasa Mahkemesi kararıyla engellendi. Tabii bu konuda, idarenin yani İçişleri Bakanlığı’nın, yani iktidarın olumsuz bakışının etkisi büyük.

Sendikal hareketleri başlatan teşkilat mensuplarına yönelik mobbingler yetmezmiş gibi bizzat İçişleri Bakanları’nın sendika yönetimlerine tehditleri var.

Son günlerde özellikle sosyal medyada başlayan yüksek etkileşimin sebebi, Emniyet teşkilatı gibi İçişleri Bakanlığı çatısı altında kolluk birimi olarak görev yapan Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personeline yapılan maaş iyileştirmesi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 23 Mayıs’ta imzaladığı 9885 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararı gereğince Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapan tüm personele maaş iyileştirmesi gerçekleşti.

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın, her ne kadar İçişleri Bakanlığı’na bağlı faaliyet gösteren kolluk birimi olmalarına rağmen TSK iyileştirmesinden faydalanması, Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin faydalanamaması, teşkilatta huzursuzluğun ana kaynağı durumunda.

Bu konuda Emniyet Teşkilatı Sendikası yöneticileriyle görüştüm.

Sendikal hakların verilmesi konusunda şu tespiti yaptılar:

“Sivil toplum örgütlerinin olmayışıyla bağlantılı olan sorun, dünyanın sayılı ülkesinde devam etmektedir. Bunlardan biri de Türkiye, maalesef. Dünyada tüm gelişmiş ülkelerde polis sendikası var. Türkiye’de ise, 1980’ler dönemi örnek gösterilerek polise sendika hakkı tanınmıyor. 2012’de faaliyete başlayan Emniyet-Sen ile polisler tarafından sendika denemesi yapıldı.

2014’te Anayasa Mahkemesi’nce verilen karar ile bu haktan polisler mahrum bırakıldı. Emniyet mensuplarına yapılan anketlerde en öncelikli sorun ve tüm sorunları çözecek tek seçenek sendika olarak öne çıkıyor. Afrika’daki üçüncü dünya ülkelerinde bile polis sendikaları faaliyette. Hatta KKTC’de de polis sendikası var.

Kurum yönetimiyle teşkilat mensupları arasında “köprü vazifesi” görecek bir sendika, polislerin yaşadığı sorunları yerinde çözen, hukuki güvence ve destek sağlayan, maddi ve manevi haklarının korunması için temas kuran bir yapının eksikliği bugün yaşanan sorunların temelini oluşturuyor, ne yazık ki.”

Türkiye’de de polis sendikasının kurulmasının gerekliliği yakın gelecekte kaçınılmaz olacak kanımca.

Kaldı ki, poliste sendikal faaliyetlerin oluşması, toplumla teşkilat arasındaki iletişimsizliğin çözülmesine rehberlik edecek. Şimdiye kadar iktidarların kontrol ve yönetiminde hareket eden polis teşkilatının, ülke toplumuna daha sağlıklı hizmet vermesinin yolunun açılmasına fazlasıyla yansıması sağlanacak.

* * *

KRT çalışanlarının maaş sıkıntısı

Yayın hayatına muhalefet saflarında başlayan ve şimdilerde iktidara yakın yayın politikasına dönüş yapan KRT’de emekçi meslektaşlar bir süredir sıkıntıda.

İşveren, çalışanların yemek kartlarını üç aydır, maaşlarını ise iki aydır ödemiyor.

Amaçları “sadece gazetecilik” yapmak olan emekçilerin yaşadıklarını kamuoyuna aktarma girişimleri devam ediyor.

Toplumun ve bireylerin hakkını savunan haberci meslektaşların kendi haklarını savunamamaları büyük çelişki.

KRT çalışanları, haklarını alabilmeyi sağlamak amacıyla dün Ankara Bürosu’nda eylem yapmak zorunda kaldı. Seslerini duyurmaya çalıştılar.

Bir avuç meslektaş, birkaç meslek örgütü ve çalışanlar süreci aktarmaya çalıştılar.

KRT’nin yayın politikasını değiştirmesi ayrı garabet olmakla birlikte muhalefetin özellikle ana muhalefetin ve altılı masa bileşenlerinin yaşananlara uzaktan seyirci kalmasını anlamak mümkün değil.

Gazete Duvar daha yakınlarda kapandı. Tuzu kuru merkez muhalif medya kurumları zaten sürece uzaktalar tıpkı siyaset gibi. Dostlar alışverişte görsün misali “biz de varız” mesajının dışında görüntü vermiyorlar.

Uzaktan izlemeyi tercih edenlerin yakın gözlüklerini takıp, sürece katılmaları gerekiyor.

Aksi takdirde hayat başka istikametlere evriliyor, farkında değiller.

Tolga Şardan kimdir?

Tolga Şardan, 1988'de yerel olarak yayınlanan Ankara Ulus gazetesinde mesleğe başladı. 1989'dan 2018'e kadar Milliyet gazetesinde polis muhabirliği , Ankara Temsilci Yardımcılığı ve köşe yazarlığı yaptı. 

Haber ve yazılarıyla, 1992'den itibaren Çetin Emeç, Muammer Yaşar Bostancı, Abdi İpekçi'nin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Yanı sıra, haberler Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Spor Yazarları Derneği'nce ödüle layık görüldü. 

Ayrıca Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce verilen 2021 Yılı Basın Özgürlüğü Ödülü'nün sahibi oldu. 

Şardan, 2019'da Doğan Kitap'ta yayımlanan "Komonist Masası'nda Nazım Hikmet" adlı araştırma sürecindeki kitabını kaleme aldı. 

2019'dan bu yana T24'te en çok güvenlik konularını ele aldığı Büyüteç adlı köşeyi yazıyor .

Yazarın Diğer Yazıları

Emniyet’te tansiyon düşmüyor!

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın hazırlattığı yasa değişikliğinin TBMM’de kabul edilmemesinden kaynaklanan kriz döneminde terfi ve emeklilik işlemleri gerçekleştirilemedi. Dokuz yılını tamamlayıp emekli olması gereken polis müdürleri, 30 Haziran’dan itibaren emekliler. Ancak, kurul toplan(a)madığı ve haklarında karar alınamadığı için halen görev başındalar!

İBB soruşturmasında polis müdürünün görevden alınmasının perde arkası

İBB dosyalarını yürüten savcılıkla bağlantılı çalışan İstanbul Emniyeti Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü’nün soruşturmanın tam orta yerinde değiştirilmesi dikkat çekici. İstanbul Emniyeti’ndeki dünkü atama fırtınası, geçmişte yaşanan sıkıntıların sonucu olarak karşımıza çıktı. Yapılan bu atamalarla sorunların aşılıp aşılamadığını yakın zamanda hep beraber göreceğiz

İBB soruşturması: Şüpheli iş insanı Ali Nuhoğlu, neden üç kez itirafçı ifadesi verdi?

İş insanı Ali Nuhoğlu, 4 Haziran’da verdiği ve tahliyesini sağlayan ifadesinde-sözünü ettiği “Ahmet” adlı kişinin, halen Büyükçekmece Belediye Başkanvekili Ahmet Şahin olduğunu söyledi. Nuhoğlu, 20 Haziran’da ismini açıkladığı Büyükçekmece Belediye Başkanvekili Ahmet Şahin’in adını neden 4 Haziran’da “Ahmet” olarak savcılığa verdi? Şahin’in, İBB soruşturmasında gözaltına alınıp tutuklanan Hasan Akgün’ün yerine belediye meclisince 11 Haziran’da göreve getirilmesi, ardından da 20 Haziran’da Nuhoğlu’nun Şahin’in adının aklına gelmesi ve savcılığa iletmesi de tesadüf müdür?

"
"