01 Eylül 2020

Bu gidiş iyi değil...

Demokrasi adına, hiç olmazsa asgari demokrasi adına birlikte hareket etmezsek, edemezsek, bizi karanlık günler bekliyor

Daha önce de yazmıştım, ama meramımı daha iyi anlatabilmek için tekrarlamam lazım. Sevgili hocamız Prof. Dr. Göksel Kalaycı -nur içinde yatsın-, ameliyat ettiği ileri evre bir kanser hastasının bir yıl yaşadıktan sonra ölmesi sonrası, hastanın bir yakını tarafından hastane bahçesinde öldürülmüştü. Ülkemize nice değerli toraks cerrahları yetiştirmiş daha da yetiştirecek olan bir bilim insanı yok yere katledilmişti. Katil kısa sürede yakalandı. Mahkeme günü, öğrencileri, arkadaşları, hekimler, biz de adliyeye gittik, çünkü taraftık. Küçük salona girmeye çalışırken, katilin yakınlarıyla karşılaştık. Üzerimize saldırdılar. Bizi tanımazlardı, bize bir husumetleri de olmaması lazımdı, rakip, kanlı falan da değildik. Yakınları hocamızı öldürmüştü ve katilin en ağır cezayı alacağını ümit ederek mahkemeyi izlemek istiyorduk. Katilin yakınları bizim mahkeme salonuna girmemizi engellemek için ana avrat küfredip, sille tokat saldırdı, polis araya girdi de kurtulduk.

Bugün Türkiye'de, o mahkeme salonunda bize saldıran insanlar gibileri çoğaldı. Hiç tanımadıkları, bilmedikleri birine saldırmayı, hatta linç etmeyi kolayca yapabilecek insanların sayısı çok arttı. Bir vatmanı, valinin emrini yerine getirirken, İstanbul Belediye Başkanı'nın çalışanı diye linç etmeye kalkmadılar mı kısa süre önce. Bu ülke ortadan ikiye bölündü. Uzun zamandır bizim içinde olduğumuz yarı, başta Cumhurbaşkanı, iktidara yakın siyasetçiler ve medya tarafından topa tutuluyoruz. Tümümüz ne olduğu bilinmeyen ve zamana göre değişebilen bir cehape zihniyetinin parçası olduk. Oturduğumuz yerde vatan haini ilan ediliyoruz. İktidar mensuplarıyla aynı düşünmediğimiz, yaptıklarını yanlış bulduğumuz, yolsuzluklarını eleştirdiğimiz, doğaya saygılı olmaları için uyardığımız, hâlâ laik, özgür ve adil bir cumhuriyeti savunduğumuz için hedefteyiz.

Siz yukarıdan ötekileştiriyorsunuz. Aşağıda silahı, külahı toplamış, öl de ölürüz diyen bir kalabalık çoğalıyor. Sizin taraftarlarınızın sosyal medya profillerinde tüfekle, palayla poz verenler gırla. Biz kavga bilmeyiz, kendimizi savunmak dışında bir başkasına el kaldırmayız. Ama büyüttüğünüz kalabalık ilahiler söyleyerek insanları yakabilir. Yaktılar da. Biz bize saldıran adamı yanarken görsek kurtarmaya çalışırız. O gelip arkadan kafamıza satırı geçirmekte tereddüt etmez. İnanın aynen böyle hissediyorum ve benim gibi hisseden milyonlar var.

Hilafet çağrıları yapılıyor. Bu yönde bir kalkışma olursa, laik cumhuriyeti savunmak istediğimizde polisin, askerin bizi koruyacağından şüpheliyiz. İçişleri Bakanı kendine bir hedef kitle seçmiş, söylemi, davranışları yalnızca o kitlenin primitif içgüdülerini doyurmaya yönelik. İçişleri Bakanı dediğin adam biraz ağırbaşlı olur. Racon kesme, posta koyma, laf yetiştirme, tweet yarıştırma makamı değildir Türkiye Cumhuriyeti'nin bu saygın koltuğu. Polisler durduk yerde genç bir kadına orantısız güç kullanıyor. Polisine toz kondurtmuyor, çünkü genç kadın belli ki onun taraftarı değil, mini etekli falan. İçişleri Bakanının davranışından daha vahimi sosyal medyada cereyan ediyor. Fütursuzca, bir milletvekilini hedef gösteriyor bakan, taraftarları kudurmuş gibi tweetler atıyorlar. Karşılığında da Twitter'da ayrı bir kitle bakana hakaret yarışına giriyor. Sonra bakanın lafını emir belleyen serseriler gidip milletvekilini dövüyor. Muhalefet milletvekili elbette sizi eleştirecek, hakaret etmeden, hedef göstermeden de yanıt verebilirsiniz, o zaman kitleler de hezeyan içine girmez.

Bakıyorsunuz, iktidar ortağı partinin lideri, mafya şeflerinin hapisten bırakılması için kulis yapıyor. Ardından o yönde yasa çıkıyor. Bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı kararıyla, Cumhurbaşkanına bağlı polis birlikleri kuruluyor. Alametleri topladığımızda, sizin iktidarı asla bırakmayacağınız, bu uğurda yalan söylemekten, yasaları çiğnemekten kaçınmayacağınız ve gerekirse zora başvuracağınız izlenimini ediniyoruz. O an gelene kadar elinizdeki yargı gücünü, polis gücünü, medya gücünü kullanacağınız, maç oynanırken oyunun kurallarını değiştirmekten çekinmeyeceğiniz, yani her türlü hileye açık olduğunuz görülüyor. Sandık sandık diye yılarca edebiyat yaptıktan sonra, sandıkta kaybettiğinizde, ya seçimi tekrarlatıyorsunuz, ya seçilmiş olanları görevden alıp yerine kendi adamlarınızı getiriyorsunuz, ya da seçilmişleri çalışamayacak hale getiriyorsunuz. Halka ucuz ekmek dağıtmalarına bile engel oluyorsunuz. Kuralları, sizin çıkarınıza olacak şekilde değiştiriyorsunuz durmadan. Kısa süre önce, belediyeye ait şirketlere yönetici atama hakkını belediye başkanının elinden almak için yine hukukla oynadınız. Baro yönetimlerine sizin taraftarlarınız seçilmeyince, çoklu baro sistemi icat ettiniz. Şimdi de seçim sistemini nasıl değiştiririz diye çalıştığınızın haberleri geliyor.

Önceden bir bıçağı uzaktan gösteriyordunuz, sonra yanımıza yaklaşıp bilemeye başladınız, şimdi de boğazımıza doğru uzatıp geri çekiyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanı elinde kılıçla minbere çıkıyor, açıkça Mustafa Kemal Atatürk'e lanet okuyor, sonra hutbenin o bölümü kaldırılıyor, Cumhurbaşkanı'na en yakın ailenin çıkardığı dergide hilafet çağrısı yapılıyor, AK Parti sözcüsü yok öyle bir şey diyor. Bakın biz geri zekalı değiliz. Bütün bunları görüyoruz, farkındayız. Tıpkı, Fetö palazlanırken ve sizin siyaseten arkasında durduğunuz, iş birliği yaptığınız, istedikleri her şeyi verdiğiniz bu örgüt, akla hayale gelmeyecek yöntemlerle, iftiralarla insanları hapse tıkarken, zulmederken farkında olduğumuz gibi. Tıpkı sizin Avrupa Birliği'ne ülkeyi sokmak için çaba gösteriyor gibi yapıp sol gösterirken sağ vuracağınızı beklediğimiz gibi.

Bizi, pasif, kavga bilmeyen, sizin istediğiniz zaman uyup istediğiniz zaman uymadığınız kanunlara sıkı sıkıya bağlı, sesini çıkartmayacak, vur başına al lokmasını bir güruh olarak görüyorsunuz sanırım. Doğrudur, biz kanunlara saygılıyız, kavga bilmeyiz, otomatik tüfekle, palayla fotoğraf çektirip profil fotoğrafı yapmayız, bu ülkenin insanından sırf bizim gibi düşünmüyor diye nefret etmeyiz, mafya şefleriyle de işimiz olmaz. Ama bu işlerin bir diyalektiği vardır beyler, bilesiniz. Palayla, kılıçla oynamayın. Açın dünya tarihini okuyun. İktidara tutunmak uğruna bu ülkeyi getirdiğiniz yer, bir kıvılcımla alev almaya hazır, tam ortasından bölünmüş bir toplum. Siz de elinizde çakmak dolaşıp duruyorsunuz ortalarda. Bizse elimizde yangın söndürücü aman diyoruz. Yapmayın, bugün insanlar birbirine girmiyorsa bu, ülke insanının çoğunluğunun feraseti sayesinde oluyor. İzlediğiniz yol yol değil. Kimseye faydası olmaz, yalnızca bu ülkeye, bu ülke insanına zararı olur. Mafya şefleriyle, sokak serserileriyle, size biat etmiş, devletin değil sizin kolluk gücünüz olmuş adamlarla, kendinize tabi kıldığınız mahkemelerle, sizin gibi düşünmeyenleri sindirmeye çalışmayın.

Hangi partiden, hangi siyasi görüşten olursa olsun bu ülkenin sağduyulu insanlarına sesleniyorum. Gidiş iyi değil. Demokrasi adına, hiç olmazsa asgari demokrasi adına birlikte hareket etmezsek, edemezsek, sivil bir güç olarak ülkedeki bölünmüşlüğe, bilenmişliğe, öfkeye, şiddete karşı çıkmazsak, iktidarın bir ameliyat titizliğiyle uyguladığı ülke muhalefetini ayrıştırma çabalarına seyirci kalırsak, bizi karanlık günler bekliyor…

Yazarın Diğer Yazıları

Endülüs’te Solan Bahçe

Her şey Flamenko’nun ezgilerinde kalsaydı, kalabilseydi keşke. Ama bizzat flamenko da böyle bir şeydi. O huzurun, sükunetin müziği değildi

Seçimden seçmeler saçmalar

Enteresan ülkeyiz vesselam, biri kendini devletin sahibi sanır, diğeri bir yüzyıldır falan kendinden başka bu ülkede vatansever olmadığını iddia eder

Bir devlet görevlisiyle bir vatandaşın diyaloğu

"Yok Can Atalay, yok Osman Kavala, yok Selahattin Demirtaş... Onlar ne isterse, nasıl isterse öyle oluyor, olacak"