Zifiri karanlığın dokusu arasında, yatağın üstüne oturmuş, kollarını dizlerinin altından bağlamış öylece duruyorsun. Kırmızı bir mumun giderek derinleşen alevinde tamamlanmamış hatıralar hayallere dönüşüyor. En üst kattaki iki parçalı pencerenin dışında Paris, yağmur ve az önce ayrıldığınız toplantı var.
Toplantıyı neden terketmiştin ki? Bilinmesi neredeyse imkansız. Belki o çağa ait olmadığından, belki de bir anda bütün Paris senin tek başına yaşadığın bir evmiş gibi geldiğinden. Gidip orada sevgilini beklemek istedin, sevgilin yanında olduğu halde. Dayanamayıp hemen senin arkandan o da çıktı. Birlikte yürüyordunuz ama yan yana olduğunuzu bilmiyordunuz. Uzun bir yürüyüştü, sanki suyun üzerinde yürüyordunuz. Her şey o kadar hızlı değişiyordu ki. Zaman zaman yanınızda başka imgelerin gölgelerini gördüğünüzde, kendinizden ayrıldığınızı, hayallerin akışına kapıldığınızı farketmiyordunuz. Kim bilir belki de la Sibylla ile Oliveira idiniz. Pekala onlar da olabilirdiniz. Sizin gerçeküstü hikâyenizi okumaya kalkanlarsa kendilerinden başka hiçbir şey bilmiyorlar.
Birdenbire yanındaki insanın on beş yıl önceki hâli, yürüdüğünüz yolu on beş yıl önce tırmandığınız bir yokuşa döndürüyordu. Bir sokak lambasının yağmur damlalarıyla inen ışığının altında, yanında yürüyen, belki de senin elbiselerinden arınmış silüetini okşamaya hazırlanıyordu.
Girdap insanı yutar. Birdenbire tartışmaya başladınız ve o, en son noktada yok olup giderken Maelström girdabından kurtulan adamı anımsadı. Yeryüzüne döndüğünde sen de o da yalnızdınız. Dehşet içinde uykudan uyanıp seni yanında bulamadığı geceydi sanki. Sen gitmiştin.
Samaritaine' a arkasını vermiş, Neuf köprüsünün üstündeki girintilerden birinde oturuyor. Taşın üstünde duran yarım sucuklu francala, mütemadiyen ıslanıyor. Dükkandaki yaşlı kadının açtığı şarap şişesi yere düştü, ağzı kırıldı. Kovboy şapkasından tıpır tıpır sular damlıyor kağıdına. Köprünün korkuluklarında seni belinden tutmuş çılgınca öpüyor. Sonra dudakları kan içinde sana yazıyor.
Sen zifiri karanlığın dokusu arasında, yatağın üzerine oturmuş, kollarını dizlerinin altından bağlamış öylece duruyorsun. Çıplak ayakların ıslak. Sevgilin yerinden kalkıyor. Boş şarap şişesini bütün gücüyle fırlatıyor Seine nehrinin sularına. Seni çok uzaklarda zannediyor. Yine de evine kadar yürümeyi göze alıyor.
Merdivenlerde yaklaşan ayak seslerinin hışırtısı var. Kapı açılıp kapanıyor. Mumun ışığı artık yok. Sana yaklaştığını hissettiğin şey bir insan değil de bir balık sanki. Ayaklarını öpüyor.
- Ayakların ıslak. Aşkını üşümenden korktum.
Ellerini dudaklarında dolaştırıyorsun.
- Kan kurumuş dudaklarında. Sen de sevdanı kanayıp duruyorsun.
- Yağmur yıllardır dinmedi farkında mısın? Ben yağmuru kırmızıya boyuyorum.
- Sonsuzluk var mıdır? Aşkın yaşlanması beni dehşete düşürüyor.
- Sonsuzluk vardır. Tekrarlanabilir de. Aşk, okyanusta rüzgarı içine almış bir yelken ne kadar yaşlanabilirse o kadar yaşlanır.
- Sen nefes alıp verirken en çok bugünü mü soluyorsun, dünü mü, yarını mı?
- Nefesimin içinde senin nefesin varken zaman mekana dönüşüyor. Saatler ülkelerin, şehirlerin izini sürüyor. Seni beklemem gerekiyorsa ama, ona tahammül edemiyorum, boğuluyorum. Çoşku bir havai fişek gibi. Ateşlendiği zaman gökyüzüne fırlayıp, binlerce ateş topu halinde parçalanmak istiyor. Gökyüzüne yükselemezse kendi içine akan bir yaraya dönüşüyor önce; sonra bir sis perdesinin içinde seni kaybediyorum.
- Halbuki ben bütün istasyonlardayım, bütün limanlarda, bütün otobüs duraklarında. Hem her an gitmeye, hem her an seni karşılamaya hazır. Belki her köşebaşı bir muamma. Belki her köşebaşında, içinde Sam isimli bir zencinin piyano çaldığı bir bar yoktur. Ama kaybolsak bile, hatta yeryüzünün en çetrefilli labirentlerinde yolumuzu yitirsek dahi, her zaman birbirimize rastlayacağımız bir köşebaşı vardır. Hep olmadı mı
İki kanatlı pencerenin ardında hâlâ Paris vardı, yağmur hâlâ yağıyordu. Az önce ayrıldığınız toplantı bütün hararetiyle sürüyordu. Ponte Neuf'ün taşları üstündeki ıslak, yarım sucuklu francalayı, çizgi çizgi bir film karesinin içinden buraya sızmış bir kadınla bir erkek, paylaştılar.
Siz, yatağın içinde iki yılan gibiydiniz. Henüz derilerini değiştirmiş çıplak iki yılan.