04 Ağustos 2019

Çocukluk ve kötülük

Çocuk genelde zannedildiği gibi pek masum değildir. İnsanın vahşi doğaya en yakın halidir. Kültürel ve ahlaki boyutları gelişmemiştir. Dolayısıyla çocuk vahşiliğe ve şiddete daha yatkındır, ancak eğitimle uysallaşır ve ahlaki bir varlık haline gelir. Bu bakımdan kötülük ve çocukluk birbirleriyle ilişkilidir

Geçenlerde Adana'da bakkallık yapan bir kadının hamile kedisi bir pitbull cinsi köpek tarafından parçalanarak öldürüldü. Haberlerde genelde telef edildi deniyor. Türcülük dilde başlıyor ve kendini normalleştiriyor. Örneğin, insan ölür, hayvan telef olur, insan korkar, hayvan ürker gibi ayrımlarla insan ve hayvan arasında kurulan hiyerarşik düzen meşrulaştırılıyor. Oysa ölümlülük bilincinin sadece insanda olması, hayvanın can vermesini değersizleştirmez. Hayvana ölmeyi yakıştıramayınca, onun bir ruhu, yani canı olabileceği ve dolayısıyla duyguları olabileceği de inkar ediliyor. Hayvanın korkuyu bilemeyeceği, ancak ürkme gibi tepkisel davranışlarının olabileceği varsayılıyor. Bu sayede hayvana karşı duygusuz davranılabiliyor, tıpkı bir eşyaya davranır gibi.

Birçoğunuzun bildiği üzere, olay şöyle oldu: Üç çocuk yanlarındaki köpekle yolda giderken park halindeki bir minibüsün altında olan kediyi görüyorlar. O sırada çocuklardan biri aracın altındaki kediyi alıp köpeğin önüne atıyor. Köpek, hamile kediyi parçalayarak öldürüyor. Bu anları bir kadın, bebek arabasındaki ve yanındaki iki çocuğuyla çaresizce izliyorlar.

Kedinin sahibi olan kadının şikâyeti üzerine çocuklar sokaktaki kamera görüntülerinden tespit edilip gözaltına alınıyor. Çocukların hepsi on üç yaşındalar. Adliyeye sevk edilen çocuklara bir muhabir, "Hiç üzülmediniz mi?" diye sorunca, çocuklardan biri, "Ben seni vursam bile üzülmem, kediye mi üzüleceğim" diye cevap veriyor. Ardından aynı çocuk, görüntülendiklerini fark edince kameralara dönüp, "Ağabeylere selam, çatışmaya devam. Yaşımızın yetmediği yerde yaşantımız yeter" diyor.

Çukur dizisindeki Vartolu gibi gerinerek ve korkusuz bir edayla yürüyen çocuklar ekip otosuna bindiriliyorlar. Yanlarındaki polisler ise, mahallenin yaramaz ama sevimli yumurcakları yine "masum" bir vukuatlarında enselenmişler gibi sevecenlikle çocukların omuzlarından tutuyor, konuşmalarına ve tavırlarına çocuksu bir şirinliğe güler gibi tebessüm ediyorlar. Aslında bunda bir sorun yok ama polisin aynı sevecenliği ve güler yüzü mesela bir protesto gösterisine katılan çocuklara göstermediğini bilince yadırgatıcı geliyor.

Kötülüğü düşünmeye çocuktan başla

Bu olay şöyle de yaşanabilirdi. Aynı çocuklar, yolda karşılarına çıkan kadının bebek arabasındaki bebeğini alıp köpeğin önüne atsalardı, ("O kadar da değil" demeyin, muhabire "Seni öldürsem üzülmem" diyen bir çocuk bunu yapabilir) çocukların işledikleri cürüm nasıl karşılanırdı? Toplum nasıl dehşete kapılırdı? Bence mesele pek öyle TV dizilerindeki mafya şiddetine özenmeyle ilgili değil. Ayrıca varoşlardaki maddi yoksulluğun veya manevi yoksunluğun neden olduğu bir hınç ve saldırganlıkla da bağlantılı değil. Yani sosyolojik indirgemeci yorumlara katılmıyorum. Bu ve bunun gibi şiddet olaylarının daha çok psikolojik ve politik nedenleri olduğunu düşünüyorum.

Çocuk genelde zannedildiği gibi pek masum değildir. Masumiyeti burada saflık ve iyilik anlamında kullanıyorum. Çocuk aslında insanın vahşi doğaya en yakın halidir. O yüzden yalındır, ama çocuğun yalınlığı kendisini yabanlık olarak dışa vurur. O yüzden kültürel ve ahlaki boyutları pek gelişmemiştir. Dolayısıyla çocuk vahşiliğe ve şiddete daha yatkındır, ancak eğitimle uysallaşır ve ahlaki bir varlık haline gelir. Bu bakımdan kötülük ve çocukluk birbirleriyle ilişkilidir.

Kötülüğü düşünmek için şeytandan değil, çocuktan başlanabilir. Terry Eagleton da kötülük üzerine düşünmek için öyle yapıyor. 'Kötülük Üzerine Bir Deneme' adlı kitabına bir cinayet haberiyle başlıyor. Tahminen 1995 yılında, İngiltere'de on yaşında iki çocuk, bir bebeği işkence edip öldürüyorlar. Halk büyük bir dehşete kapılıyor. Oysa Eagleton'a göre, halkın neden özellikle bu cinayeti korkutucu bulduğu pek anlaşılır değildir. Zira çocuklar, bazen oldukça vahşice davranmaları olağan karşılanan bilinçleri ve vicdanları gelişmemiş küçük canlılardır.

Postmodern toplumun sürüleri: Aileler

Hatta günümüzün benmerkezci ebeveynleri çocuklarının sosyalleşirken baskın bir tip olabilmeleri ve kendi çıkarlarını savunabilmeleri adına onların vahşice davranışlarını desteklemektedir. Neoliberal ideoloji, yetişkinlerin arasındaki ilişkiyi rekabet olarak kurarken, çocukları da birbirlerinin kurdu haline getirmek istemektedir. Çünkü Hobbes'un tanımladığı şekilde insanın doğal hali, insanın en yalın hali olan çocuklukta olağan hale getirilebilir. Temel iktidar araçları olan aile ve pedagoji, artık bireyleri uysallaştırmayı değil, vahşileştirmeyi tercih etmektedir. Zira kapitalist toplumun sürekliliği için sadece ihtiyaçlarını gidermeyi hayat gayesi edinmiş ve kolay şartlandırılabilir küçük sürüler gerekmektedir.

Postmodern toplumun küçük sürüleri ailelerdir. Toplumu bir arada tutan değerler yitirilince onlara dayanan dayanışma biçimleri de işlevsizleşmiştir. Birtakım insani ilkeler adına dayanışmanın yerini, birtakım doğal ihtiyaçlar için aileyi korumak almıştır. Öyle ki bugün insanlar ailesini korumayı bahane ederek insanlık ve uygarlık değerlerinden feragat edebilmekte ve bu tutum herkes tarafından makul bir gerekçe olarak görülebilmektedir. Toplumsal hayat aile hayatıyla ikame edilince, başkasıyla ve başkası için olmanın yerini ailesiyle ve ailesi için olmak, ülkesine özen göstermenin yerini evine özen göstermek, toplumsal sorumluluğun yerini kendisinin girişimcisi olmak almıştır. Tüketim toplumunda aile bir monad haline gelmiştir. Her aile kendi içine kapalı olup dünyayı kendinden ibaret görmekte, başka ailelerle iletişim kurmadan iktisadi akıl ve piyasa kuralları tarafından önceden kurulmuş uyum ilkesine göre hareket etmektedir.

Böyle bir ailede yetişen çocuk kendisini biricik görmekte, bencil olmakta, önünde sınırsız bir özgürlük alanı olduğunu varsaymakta, bu alanda başkasına karşı kendisini sorumlu hissetmemekte, başkasıyla kurduğu tek ilişki biçimi başkasının arzusunu istemekten ibaret olmaktadır. Böylece kendi çıkarından ve mutluluğundan başka bir şeye önem vermemekte ve arzusunun tatmini için her şeyi yapabilmeye hakkı olduğunu düşünmektedir.

Freud'a göre çocuklar büyüklerinden çok daha zayıf birer süper egoya ve ahlak duygusuna sahiptirler. Bu yüzden içlerinden geldiği gibi düşünmeden hareket ederler ve dürtülerini bastırmaya pek gerek duymazlar. Aslında bu bakımdan suç sayılan ve korkunç olayların çocukların arasında yaşanmaması şaşırtıcıdır. Gerçekten cezai ehliyetleri olmayan çocukların suç işlememelerinin nedeni ne olabilir? Bunun nedeni vicdan veya ahlak duygusundan çok, belki büyüklerin cezasından çekinmektir.

Doğada cinayet yok

Çocuklar, insanın doğadan kültüre adım attığı eşikte durmaktalar ama aslında doğa da kültüre göre yapılan tanımla uyuşmuyor. İnsan kendisinin kurduğu dünyayı, yani kültürü olumlamak için gerçek dünyayı ve doğayı olumsuzlar. Doğal hayat belgesellerinin yaptığı şudur: Hayvanları birbirlerinin düşmanı olarak göstermek. Masum ceylanı katledip yiyen cani aslanın görüntüsüyle doğada işlenen cinayet belgelenmiş olur. Oysa doğada vahşet vardır ama cinayet yoktur. Doğada cinayeti avlanarak insan yapar. Hayvanın avlanması vahşet, insanın avlanması cinayettir; hayvan var olmak için öldürür, insan yok etmek için.

Doğada aslında ölüm yoktur; dolayısıyla cinayet de yoktur. Eğer insan ölümlülüğünü bilen tek varlıksa diğer varlıklarda ölüm bilgisi yoktur. Öyleyse bir hayvanın başka bir hayvanı öldürmesi imkansızdır. Hayvanlar sadece beslenmektedir. Bir aslan bir antilopa öldürmek için saldırmamakta, yemek için hamle yapmaktadır. Nasıl ki bir ot obur beslenmek için otlanmaktadır, etobur da "etlenmektedir". Otoburların işi daha kolaydır, ama etoburların işi zahmetlidir. Onlar hareket halindeki besinlerini yakalamaya çalışmaktadır.

O yüzden doğada Hobbes'un tanımladığı gibi bir düşmanlık ve savaş hali yoktur. Düşmanlık ve savaş insan varlığına özgüdür. Dolayısıyla her ikisi de insanın doğa hali değil, uygar halidir. Çocukluk ise insanın doğa haline yakın bir dönemidir. O yüzden çocukluğun öyle pek uzun sürmesine izin verilmez. Doğa halindeyken bile uygar gibi görünmeleri için, tıpkı bir evcil hayvana elbise giydirir gibi, çocuklar yetişkinlere benzetilir.

Çocuk şiddete ve kötülüğe meyyaldir

Çocuğun cinsiyeti vardır ama cinsel kimliği yoktur. Erkek çocuğa pantolon, kız çocuğa etek giydirerek başlar cinsel kimlik tanımı. Erkeğin saçı kısa, kızın uzun olur. Çocukluk insanın doğaya en yakın hali olduğu gibi cennetteki haline de en yakın halidir. Cinselliği bilmezler. Ama özellikle modern dünyada daha ilkokul döneminde sevgili olmak özendirilir, el ele tutuşmuş ve yanağına bir öpücük konduran bir çift çocuğun yer aldığı romantik görüntülerle. Artık çocuklar da makyaj yapmadan, saçlarına şekil vermeden, parfüm sıkmadan çıkmıyorlar dışarı. Onlar da modayı takip ediyor.

Kapitalizmin aygıtları çocukları her yönden büyüklerine benzeterek onları tamamen toplumsallaştırdı ve bireyleştirdi. Artık onlar da toplumsal hayatın içindeler ve birey olarak karşılanıyorlar. Pedagoglar çocukların da birey olduğunu söylüyor, çünkü Althusser'in dediği gibi, "İdeoloji, bireyleri özne olarak adlandırır". Çocuğun sisteme tabi olması için birey olarak görülmesi gerekir. Tıpkı dinlerin çocuğun erken yaşlardan itibaren kulluk yükümlülüklerine tabi olması, yani ibadet etmesi için gereken şartları zihinsel gelişime değil, biyolojik gelişime indirgemesi gibi, ideoloji de çocuğun daha erken sisteme tabi olması, yani tüketmeye başlaması için birey olarak görülmesi gerektiğini söylemektedir.

Çocuk vahşi karakteriyle şiddete ve kötülüğe meyyaldir. Günümüzde kapitalizm, çocuğu birey olarak tanımlamakla ondaki bu eğilimlerin daha serbest ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Freud modern toplumda süper egonun bu eğilimleri denetlediğini söylüyordu. Postmodern toplumda süper egonun işlevsizleşmesi id'i daha etkili hale getirmektedir ki kötülük bundan beslenmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları

Plastik mutlak

Varoluşçuluk bakımından insanın kendini gerçekleştirebileceği en mümkün alanlardan biri sanattır. Varoluşçuluk için insanın kendini tasarlaması ve özgürleşmesi en iyi sanatla sağlanabilir. Çünkü sanatçı bir yandan varlığını tasarlarken diğer yandan kendini keşfeder, kendinin bilincine varır

Distopyadır bu yolda her ütopya

Yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi oluşturmak için tasarlanan ve inşa edilen mega projeler, ne beklenen ekonomik geliri sağlamakta ne de toplumsal fayda sağlamaktadır

Böyle söyledi Nietzsche

Nietzsche'nin Yunan tragedyalarında karşılaştığı iki tanrı, Apollon ve Dionysos insanın iki ayrı yönünü temsil eder. Apollon, düzen, denge, uyum tanrısı olarak akılsal olanın kurucusudur. Dionysos ise coşkunluk ve sarhoşluk tanrısı olarak eğlence, zevk, çılgınlık ve taşkınlığı temsil eder