Bu yazıyı kurultay için Ankara yoluna düşmeden hemen önce yazmaya başladım, muhtemelen son cümleyi, Tolga Şardan hâlâ demir parmaklıkların ardında olduğu saatlerde ben bir otel odasındayken noktalayacağım.
Yola çıkmadan hemen önce bilgisayarımın başında onunla ilgili bu saate kadar kaleme alınmış yazıları okuyordum.
Anlamaya çalışmak için çok geç aslında, her şey öylesine ortaya saçılmış durumda ki…
Duygu dünyam safça sorguluyor; devlet, en temel kurum ve kuruluşlarıyla bu saçılmışlığın odağında yalnız ve mahzunken bunu ifade eden gazetecilerse mahkûm mu olsun istiyor?
Benim yazım size ulaşana kadar birkaç gün daha geçecek ve o ana kadar okuduğum yazılara yenileri de eklenecek muhakkak.
Çocukluğu başkentte geçmiş bir 'Ankara bebesi' olarak buradan hiç ayrılmadan; yargı ve emniyet konularında gündem belirleyen usta gazeteci Şardan ile aramda T24 dışında bir bağ daha kurmuş olduğumu hissediyorum Ankara yolunda.
Aracımız mola verdikçe Ankara'nın ayazı kendini hatırlatıyor çocukluğuma, bozkırın orta yerinde gece soğudukça soğuyor ama düşüncelerim sıkı tutuyor beni, üşümüyorum.
Tolga Şardan'ın tutuklanmış haldeki görüntülerini görünce, kendimi onun yerine koymam zor olmuyor, yine bizim mahalleye verilmek istenen korkuya teslim olmayacağımızı kendi kelimelerimle ben de söylemezsem olmaz diye geçiriyorum içimden.
Olmaz, hiç olmadı, yine olmaz!
Ben, ifade özgürlüğü ya da halkın haber alma özgürlüğüne bir pranga olma yolunda; sille tokat girişen bu siyasallaşan yargının, azmettiriciliği ile artan sayıda muhalif tutuklukları gördükçe, hemen o kişilerin ilk yalnızlığını düşünüyorum…
Kendinle bir başına olduğun o ilk yalnızlıkta ne düşünür, ne hisseder insan?
Resimdeki gözyaşları işte bu yalnızlığa istemsiz bir karşılama gibi geldi önce.
Yolculuğun en sıkıntılı anı, o gözyaşları düşünce aklıma başlamıştı benim için, yazıya ara verdim.
Araç içindeki dostlarımı dinledim bir süre, onlar, kurultayda değişim beklentisi üzerine laflıyorlardı.
Özgür Özel mi değişimi temsil edecekti, ya Kılıçdaroğlu?
O kadar anlamsız geldi ki birden, bu noktada kafadan ayrıldım sohbetten ve düşünmeye devam ettim; mesela Tolga Şardan'ı korkar mı sanırsınız ki girersiniz iki yakasından koluna, kaçar mı sanırsınız ki kelepçelersiniz bileklerinden.
Korkacak, kaçacak adamın işi midir o yazılar, bir bakın hele…
İçerleyecek elbet ve zoruna da gidecek ancak ucu bucağı olmayan bir hasrete mahkûm edebilme ihtimaliniz de değil Şardan'ı ağlatan.
Kendisinin değil, aslında o; bir ülkenin kimsesizliğe kendi gibi mahkûm edilmeye çalışılmasına ağlıyor olmasın?
Bir şey yapamamış hissediyor, haklı olduğu kadar güçlü olduğunu da bilerek ve belki de kötünün hâlâ bu kadar cüretli oluşuna hayretle:
"Ben gazetecilik görevi yaptım, yapmaya devam edeceğim." diyebiliyor ilk sözleri olarak, boğazında binlerce kelime düğümlenmişken.
Bu sözleri duyduğumda irkildim, demek istediği şu cümleden farksız değildi:
"Sizi suçüstü yakaladım, siz beni tutukladınız!"
Avukatı, Şardan'ın MİT'in Cumhurbaşkanlığı'na sunduğu 'yargı raporu'nda neler var? başlıklı yazısının tutuklamaya değil ihbar kabul edilerek soruşturmaya konu edilmesi gerekir fikrinde ki; bu gayet mantıklı olmaz mıydı?
İşin kaotik bir yanı daha var, bu da devlet içinde korkutucu bir reel iktidar savaşı olduğu algısına neden oluyor.
Yargıdaki olumsuzlukları araştıran bir cumhurbaşkanı olması, bunu ortaya çıkaran gazeteciyi tutuklamaya neden oluyorsa, burada ilk akla gelen kuvvetler ayrılığı ilkesi yerine, kuvvetlerin çatışması gibi vahim ihtimaller; daha da korkutucu geliyor bana.
Nerden mi çıkarıyorum bunu?
Çünkü Şardan'dan duyulan rahatsızlık, yazdıklarıyla devletin gidişatındaki vahameti halkın görebileceği kadar netleştiren köşesinin adında gizli; Büyüteç…
"Bir kahve daha içer misiniz?" Hayır demedim, oteldeydim.
Önümde duran yarısı dolu su bardağına belirli belirsiz bir dikkatle bakmaya başladım, suya baktıkça ardında temiz gibi görünen masadaki tüm kiri rahatlıkla görebiliyordum.
Bu detaydan sonra, Tolga Şardan'ın tutuklanmasının nedeni değil; olsa olsa amacı olur diye kesin tespitler yapıyorum, acıyla gülerek…
Sevgiler üstat, haklılığın, gücün ve yalnızlığında Büyüteç'i tuttuğun her yerde yanında bizler de olacağız.
Var ol…
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında ve Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|