Sol kulağımızı, sağ elimizi, kafamızın tepesini aştırıp tutar gibi, yani olmadık bir yoldan gidip anlatalım: Rüzgâr enerjisi Milattan Önce 2800'lü yıllarda Orta Doğu'da kullanılmaya başlanmış. Yel değirmenleri, ilk olarak İskenderiye yakınlarında kurulmuş. Bir yelkenli, denize ilk kez Milattan Önce 4000'li yıllarda indirilmiş.
İnsanoğlu doğal enerji kaynaklarından yararlanmaya böyle erken başlamış ama bunları oluşturan nedenleri oldukça geç fark etmiş.
Herodot, Pers kralı I. Kserkses'in Yunanistan'a saldırmak için kalabalık ordusuyla yola çıktığını, Çanakkale'yi aşmak için kocaman bir köprü yaptırdığını söyler.
Ancak, bir fırtına çıkar ve köprü yıkılır. Kserkses feci halde öfkelenir, boğaza prangalar attırır, dalgaları cezalandırmak için denize üç yüz kırbaç vurdurur, yetinmez, suyu kızgın demirlerle dağlatır ve ve askerlerine küfür ettirir.
Aradan yüzyıllar geçer ve rüzgarın azıp dalga oluşturması, durması, istenen yönde esmemesinin nedeni, daha çok ilahi güçlerin insanları cezalandırmasıyla açıklanmaya başlanır.
Bir Bizans öyküsünde Tir şehrinden kalkan ve Konstantinopolis'e yönelen bir geminin yolda rüzgar kesilmediği halde aniden durduğunu anlatır. Geminin sağından solundan yelkenini şişirerek seyreden bir çok tekne geçerken bu gemi tam on beş gün denizin ortasında kıpırdamadan durur.
Kaptan çareyi dua etmekte bulur. Duasına gaipten gelen boğuk bir ses cevap verir:
- Maria'yı denize at!
Maria kim? Kaptan yolculara seslenir:
- Maria!
Birinin adı Maria'dır, yanıtlar:
- Efendim.
"Maria" der kaptan, "Günahların çok mudur?"
"İşlemediğim günah yoktur" der kadın, sonra Kocası öldüğünde komşusu olan bir askerle evlenmek istediğini, ancak askerin çocuklu bir kadınla evlenmeyeceğini söylediğinde iki çocuğunu katledip komşusu delikanlıya, "Şimdi çocuksuz bir kadınım; bana var" dediğini anlatır.
Kaptan kadına, "Benim de çok günahım var. Belki de senin değil benim günahlarım yüzünden böyle kaldık" deyip geminin tahlisiye sandalına iner. Bekler; bir şey değişmez. Maria'ya, "Şimdi bir de sen in o sandala da bakalım" der.
Kadın sandala inince deniz çalkalanır, bir girdap kadınla sandalı denizin dibine çeker. Geminin yelkenleri o anda şişer ve bir hafta sürecek yolu üç günde aşıp Konstantinopolis'e varırlar.
Rüzgar istediğimiz yönde esmezse ya da hiç esmezse, yağmur getirmezse artık ne yaparız?
Yağmur duasında avuçlarımızı açıp dua edenlerimiz az değildir. Buna rağmen yağmadığında avucumuzu toprağa yönelik açmadığımız için netice almadığımızı düşünen de vardır.
Dua, yakarış yetmediğinde ne yaparız?
Oktay Rıfat "Bulut" şiirinde güzel anlatır:
Aksaray ovasında kuraklık vardır. İri bir yağmur bulutu gelir tepesinde durur. Ovadaki cacık otlarından biri yalvarır:
- Güneş yaktı, rüzgar esti, kavurdu / Yaprağımı Hasan Dağ'a savurdu / Köylü naçar kaldı, cacık pişirdi / Boşan bulut, nazın sırası değil.
Ancak bulut çalımlıdır, ne sözden anlar, ne yalvarmadan. Başını alıp usul usul devam eder yoluna.
Aksaray köylüklerinde Recep derler bir delikanlı vardır. Bakar ki bulut Hasan Dağı'nı sıyırıp gitmek üzere tüfeğini kapar hesap budur deyip tetiği çeker: Bulut bir silkinir, iki silkinir, üstündeki rahmeti tutamayıp Aksaray Ovası'na şırıl şırıl boşanır.
Yani?
Recep, Kserkes gibidir: Lafla, sözle, ilimle, bilimle sulhla, barışla değil zorla, silahla, tüfekle yaptırmaya kalkar istediğini.
Tıpkı aradan bu kadar yüzyıl geçtikten sonra Ukrayna halkını, çoluk çocuk, ihtiyar, hasta ayırmadan topa tutarak yola getirmeye kalkan Putin gibi.