Zaman akıp gidiyor. Doğduğumuzda anamız, babamız marifetlerini, yani bebeklik fotoğraflarımızı çekip çekip bildiklerine gösteriyorlar, yani "Bakın," diyorlardı, "Biz nasıl bir çocuk yaptık!" Kepli, pelerinli mezuniyetimize kadar çektikleri fotoğraflarımız, bizim olduğu kadar onların da bencilliklerini cilalıyordu.
Sonra, fotoğraf çeken cep telefonları çıktı: Katıldığımız piknikleri, gezdiğimiz kentleri, gol attığımız maçları, telefonumuzu orada bulunanlardan birine verip "Bi zahmet çekmesini" isteyerek belgeledik. Neden? Facebook’tan Instagram'a kadar ne varsa fotoğraflarımızı ekleyip el âleme "Bakın, bakın neler yaptım, neler yapıyorum!" demek için.
Fotoğrafların, selfie'lerin, çekildikleri andan başlayarak hızla eskimeye başladıklarını biliyoruz. Buna rağmen biz, o anların gerilere kaymamasını, yaşamın bize hep öyle fotoğraflar göstermesini istiyoruz; hep o fotoğrafların içinde kalabileceğimizi sanıyoruz.
Selfie'siz yıllarda, fotoğraf makinesinin az olduğu zamanlarda insanlar -günün politikacıları gibi- selfie'yle, fotoğrafla değil lafla, sözle anlatırlardı onlara kıvanç veren eski günleri.
"İstanköyaltı Bodrum" kitabımda yaşlı, buruşuk bir kadının gençliğini nasıl betimlediğini aktarmıştım:
"Neyleem Gülizar? Dongırak dongırak saçlarım vaadı, garayılanlar gibi. Kocam eline doladı da önüne gattıdı. Barka (zamanın bıçkınlarından biri) yolda gördü de 'Tarlanın daşlısı, gızın saçlısı' diye laf attıydı. Birine su vediimdi: Elimin güzelliğini ta gitti, Bitezlerde andıydı..."
O kadını iyi bilenler gençliğinde, öyle anımsamak istediği kadar güzel olmadığını, hatta güzel olmadığını söylemişlerdi. Demek ki selfie'ler için geçerli olan, sözle anlatılanlar için de yürürlüktedir.
Nereden mi geldi aklımıza?
Cumhurbaşkanı'nın demeçleri hatırlatıyor bunları: Mesela bu seneki Türkiye İnovasyon Haftası toplantısında eskiden neler yapmış olduğunu anlatmıştı: "Maruz kaldığımız haksızlıklar, adaletsizlikler, saldırılar, tuzaklar, tezgahlar karşısında her alanda kendi göbeğimizi kendimiz kesmeyi başardık. (…) Göreve geldiğimizde Türkiye'nin ihracatı 36 milyar dolardı ama şimdi 169 milyar dolara ulaştık..."
Onlardan önce savunma sanayiindeki yerli üretimin yüzde 20 olan payının kendi zamanlarında yüzde 68'e çıktığını da söylemişti.
"17 yılda ülkemizi üç katından fazla büyütmeyi, ihracatını 4.5 katından fazla, turizmini 4 kata artırmayı başarmış bir ülkeyiz." Sosyal Güvenlik Kurumu Topkapı Kampüsü'ndeki açılış töreninde de, Türkiye'nin, iktidarları zamanında yaşamış olduğu değişimlerin en somut hissedildiği alanların başında sosyal güvenlik sisteminin geldiğine işaret etmişti.
Emekli maaşlarını insani düzeyde hayat sürdürebilecek seviyelere çıkarttıklarını, iktidarlarında emekli maaşlarını dört kata varan oranlarda artırdıklarını da söylemişti.
Bize aslında iki-üç yıl, yedi yıl, hatta daha eskiden çektiği selfie'leri anlatıyor şimdi. O selfie'ler, anımsandığında, bizlere anlatıldığında, sanki göbeğini içeri çekmeden poz verdiği günleri, açık denizlerde kravl yüzebildiği zamanları, saçlarının gür ve bol olduğu süreleri anımsayıp sevinen, sevinmek isteyen kimseler gibi aslında kendini avutuyor...
Zamanı durduramıyoruz; fotoğraflarda yaşadıklarımız, göz açıp kapayıncaya kadar uçup gidiyor. Haldun Taner’in bir kitabının başlığında söylediği gibi yüksek sesle olmasa bile içimizden gün aşırı "Çok güzelsin gitme dur" diyoruz. Ama nafile! Henüz fark etmediysek er geç anlayacağız: Selfie'nin en fotojeniği de, söylevin en kafiyelisi de hızla geçersizleşiyor, giderek daha az etkiliyor insanları… Hele hele hırçınlıkla ve hömkürerek söylenenlerin ömürleri Mayıs sineklerininkinden bile kısa sürüyor.