28 Ekim 2022

Düşünce polisliği: Sansür yasası

Demokratik ülkelerde devlet düşünceyi yasaklamaz. Devlet kendini sınırlar. İfade özgürlüğünü koruyacak önlemleri alır

Sansür yasası TBMM'de AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Böylelikle "halk arasında endişe … yaratmak saikiyle… gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse üç yıla kadar hapis cezasıyla" cezalandırılacak. Halk ne zaman endişe duyar? Haberi yapanın saikini nereden bileceksiniz? Bilginin gerçeğe aykırı olup olmadığını hangi kriterlerle saptayacaksınız? "Kamu barışını bozmaya elverişlilik" ne demek? Bilgi ne zaman aleni olur? Bu soruların yanıtı yasada olmadığı için belirsiz, öngörülemeyen, keyfi uygulamalara açık bir nitelik taşıyor. Demokratik toplumlarda böyle yasalar olmaz. Yasadaki üç yıla kadar hapis cezası yasayı ayrıca orantısız yapıyor.

Bu yasanın arkasından muhalif bir televizyon kanalına verilen üç gün kapatma cezası geldi. Seçim tarihi yaklaştıkça iktidarın stratejisi belirginlik kazanıyor. Bir yandan ekonomik sıkıntıları geçici olarak azaltmak için para dağıtma çılgınlığı, öbür yandan muhalif seslerin bastırılarak halkın bilgi edinme hakkının elinden alınması.

Sansür yasası AKP iktidarının çıkardığı diğer baskıcı yasalardan farklı.Türkiye bu yasayla demokrasi karşıtlığında yeni bir aşamaya geldi. Bu nedenle Türkiye'de ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması ve Türkiye'nin demokrasiyle yönetilmediğinin tescil edilmesi üzerinde özellikle durulması gerekir.

İfade özgürlüğü demokrasinin temel direği, demokrasinin özü. Düşündüklerimizi serbestçe ifade edebilmemiz bir var olma koşulu. İfade özgürlüğü aynı zamanda bütün özgürlüklerin anası. İfade özgürlüğü olmadan toplanma, örgütlenme, gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğü de olmaz, savunma hakkı da gerçekleşmez, din ve vicdan özgürlüğü de yaşama geçirilemez.

İfade özgürlüğü bireysel bir hak olduğu kadar aynı zamanda kamusal bir hak. Demokrasinin vazgeçilmez ögeleri olan kurumların varlığı ifade özgürlüğüne bağlı. Bunların başında basın gelir. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede özgür basından da söz edilemez. Aynı şekilde akademik özgürlük, bilimsel araştırma yapma özgürlüğü de olamaz. Böyle bir ülkede, kültür, sanat ortamı da mevcut değildir. Hatta, Türkiye örneğinde gördüğümüz gibi, savunma hakkı ya da milletvekillerinin ifade özgürlüğü de güvence altında değildir. Bütün bu nedenlerle, ifade özgürlüğünün bireysel boyutu yanında kamusal boyutu da bulunmakta.

İfade özgürlüğü, tahrik edici, incitici söylemleri, yanılma hakkını da kapsar. O nedenle AİHM ifade özgürlüğüne ilişkin her kararında çok bilinen bir içtihadına yer verir. "İfade özgürlüğü … devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları şok edici, incitici, rahatsız edici haber ve düşünceleri de kapsar." der. Sansür yasasının yasaklamak istediği bu düşünce ve haberler.

Oysa demokratik ülkelerde devlet düşünceyi yasaklamaz. Devlet kendini sınırlar. İfade özgürlüğünü koruyacak önlemleri alır.

Otoriter rejimler ise düşüncelerin serbestçe ifade edilmesinden korkarlar. Her türlü düşüncenin serbestçe açıklanması, otoriter iktidarların toplum üzerindeki kontrollerini yitirmelerine yol açar. Ayrıca, kolektif eylemlere dönüşmesi tehlikesini taşır. O nedenle düşüncenin serbestçe açıklanmasını önlemek için sansür yasası gibi yasalar çıkarırlar. Düşünce polisliği yaparlar. Sadece kendilerini rahatsız eden düşünceleri yasaklamakla kalmazlar, aynı zamanda ne düşünülmesi gerektiğini de dayatırlar. İfade özgürlüğünün olmadığı toplumlarda devlet-birey ilişkisi kulluk ilişkisidir.

İfade özgürlüğü sağ popülist otoriter rejimlerde gördüğümüz hakikat ötesi söylemlerle yakından ilişkili. Hakikat ötesi söylemlerde iktidar, kendi inşa ettiği gerçeği nesnel gerçeğin yerine geçirir. Hakikat ötesi söylemler, "halk kitlelerinde duyguların ve çıkarların ağırlık kazanması için nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunun etkilenmesi" olarak tanımlanıyor. Gerçeğin yerini iktidarın propagandası alınca ve iktidarın elindeki medya aracılığıyla topluma yaygın ve sürekli bir biçimde pompalanınca nesnel gerçek kayboluyor. Hele kutuplaşmış toplumlarda herkes neye inanıyorsa, gerçek o oluyor.

Türkiye uzun bir süredir hakikat dışı söylemlerle yönetiliyor. Örneğin, Türkiye'deki rejim uluslararası literatürde otoriter-popülist rejimlerin markası olarak gösterilmesine karşın, iktidar Türkiye'deki demokrasiden söz edebiliyor. Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşarken, kitlesel bir yoksullaşma meydana gelirken, halka ekonominin iyi durumda olduğu söyleniyor. Ekonomik sıkıntıların nedeni olarak dış güçler gösteriliyor. Öbür yandan Türkiye'nin bir beka sorunuyla karşı karşıya bulunduğu sürekli vurgulanıyor. Hukuk devleti varmış, yargı bağımsızmış gibi davranılıyor. Bunun gibi örnekler pek çok. Hakikat dışı söylemler iktidar tarafından yaratılan bir milliyetçilik rüzgarından de besleniyor. Halka, dış düşmanlarla çevrili olduğumuz, düşmanlara karşı mücadele etmemiz, "yerli ve milli" olmamız gerektiği söyleniyor. Muhalefetin "yerli ve milli" olmadığı, dış güçlerle ya da terörist örgütlerle işbirliği yaptığı iktidar medyasının en popüler söylemi. Hakikat dışı söylemlerle hakikat dışı bir dünya oluşturuluyor.

Hakikat ötesi söylemlerle aynı zamanda üstün özelliklere sahip, her şeye kadir bir lider imajı yaratılıyor. Bu lider dışarda bütün dünyanın saygı duyduğu, içerde ise tüm halkı temsil eden ve onlar için neyin doğru, neyin yanlış olduğuna karar veren bir otokratik baba figürü. Onun söylemlerine, doğru olup olmadığına bakılmadan itaat etmek gerekir.

Oysa demokrasi iktidarın söylem ve eylemlerine kollektif olarak karşı çıkılmasının meşru görüldüğü bir rejim.

Aceleyle çıkarılan sansür yasasının amacı, seçime giderken iktidarın hakikat ötesi söylemlerini korumak. Hakikat ötesi söylemlerine karşı itiraz hakkını ortadan kaldırmak. Böylelikle halk sadece iktidarın hakikat ötesi söylemlerini duyacak. İktidarın bilmesini istediklerini bilecek ve bu bildikleriyle değerlendirme yaparak oy verecek. İktidar bu yoldan seçimi kazanmayı umut ediyor. İfade özgürlüğünün olmadığı bir ortamda seçimin meşruiyetine gölge düşecek olmasını pek umursamıyor. İktidar bakımından seçimin sağlayacağı biçimsel meşruiyet yeterli. Seçimin ne denli serbest, adil, eşit koşullarda yapıldığı önemli değil.

Hakikat ötesi söylemlere karşı mücadele vermek gerekir. Bu mücadelenin nasıl yapılacağını, kimler tarafından yapılması gerektiğini, iktidarla olan ilişkisini Foucault'nun 1983'te College de France ve Berkeley Üniversitesi'nde verdiği son derslerinde buluyoruz. Bu derslerde Foucault, "hakikati söyleme cesareti" ya da eski Yunan'dan aldığı "parrhesia" kavramı üzerinde durur. Foucault, 1984 yılında öldü. Ancak "hakikati söyleme cesaretine" ilişkin analizleri günümüzdeki popülist otoriter rejimlerin hakikat ötesi söylemleriyle mücadele açısından hala geçerlidir.

Parrhesia, özel bir gerçeği söyleme biçimi. Her şeyden önce gerçeği söyleyen kişi söylediği gerçeğe inanmış olmalı. Ondan sonra, gerçeği söyleyen kişi ile muhatabı arasında bir güç ilişkisi bulunmalı. Gerçek, daha güçsüz tarafından daha güçlüye karşı direkt olarak söylenmeli. Bu nedenle "parrheisa" belirli bir risk taşır. Başka bir koşul ise, gerçeği söyleyen kişi söylemek zorunda olmamalı. Ancak gerçeği söylemeyi etik bir görev olarak görmeli ve bütün tehlikelere karşın söyleme cesaretini göstermeli.

"Parrhesia" iktidara gerçeği söyleyerek karşı gelme, başkaldırma yolu. AKP, iktidarının sadece kendi istediklerinin söylenmesi çabasına karşın, "parrhesia" her şeyin söylenmesini öngörür. Mücadele sözün özgür bırakılması ve konuşma gücünün ele geçirilmesiyle ilgilidir. Ancak böylelikle ezilenler ayağa kalkar ve sözü ele geçirerek seslerini duyurur. Gerçeği söyleyerek iktidara karşı gelinmediği sürece, ezilenler ezilen olarak kalmaya, iktidarın tahakkümü altında yaşamaya mahkûmdur.

Sansür yasası, söz hakkımızı elimizden almakta. O nedenle sansür yasasına karşı hakikati söyleme cesaretini göstererek söz hakkımızı almak demokratik bir toplum olmanın gereği. Sansür yasası, bütün toplum için bir demokrasi testidir.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...

Yerel seçimler ve ötesi

HP kendi oyun alanını çizen, geçmişiyle gurur duyan ama ileriye bakan, halka anlatacak bir Türkiye projesi bulunan, bir sosyal demokrat parti olma yolunda. Bu görünüşüyle halka güven verdiğini 31 Mart seçimleri gösterdi. Bu değişimde Özgür Özel’in büyük payı var

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir