Önceki yazıda ‘hem siyahı hem beyazı yaşadık” diye güya metafor kullanmıştık ya, o şimdi gri oldu. Beşiktaş geçtiğimiz hafta iki maç yaptı. Önce İstanbul’da Frankfurt’tan 3 yedi, ardından Antep’e gitti ve 90+5’te beraberlik golünü yedi. Biz de kös kös televizyonu kapattık.
Bir takımı -hele ki Beşiktaş’ı- en çok bozan şey ‘sabırsız taraftar’dır. Başarıya endeksli endüstriyel futbolun mahsulü bu taraftar takımı yorar. Başarı yoksa ıslıklar başlar. Sonrası ‘s…olun’a kadar gider. Sanki takım her maçı alacak ya da her yıl şampiyon olacakmış gibi izansız bir tasavvurun vücut bulmuş hali işte o taraftardır.
Beşiktaş’ta da giderek bu taraftar galebe çalmaya başladı. Gol yiyen kaleci ıslıklandı. Golü atamayan forvet ıslıklandı ve nihayetinde Beşiktaş’ın hocası da “ıslıklayacaksanız maça gelmeyin” diyerek o tipteki taraftara ayar çekti.
Bunların hepsi bir haftada yaşandı. Sabırsızlık bir takımı, teknik yönetimi, oyun kurgusunu ve dahi nizamı bozar. Beşiktaş’ta da bunlar olmaya başladı. Forvet iyi oynamadı mı? Taraftar hemen ‘kulübedeki yedek niye oynamıyor’ demeye, hatta o oyuncunun adını tezahürat yaparak hocaya ‘oyuna soksana kardeşim’ demeye başlıyor. O oyuncunun antrenmanını seyretti mi? Hayır. O oyuncunun form durumundan haberdar mı? Hayır. Oyuncunun takım içindeki disiplini ve aidiyet duygusunu biliyor mu? Hayır. Onun işi bilmek değil ki, bol keseden sallamak. Taraftarlık bunu gerektiriyor.
Geçtiğimiz yıl Beşiktaş, tarihinin en başarısız yılını yaşadı. Ezeli rakipleriyle arasındaki puan farkı 50’yi buldu. O fiyaskonun ardında, Beşiktaş’ın tam 5 farklı hoca denemiş olması vardı. Hiçbir oyuncu ve teknik adamda aidiyet duygusu uyanmadan sezon bir felaketle sonuçlandı. Öyle ki bizim gibi futbol meftunları için sezon eylül ayında bitivermişti. Gerisi ek süreydi.
Geçen hafta üzüldük mü? Ziyadesiyle. Ama yahu daha altı hafta olmuş, hocaya gider, topçuya ıslık… Yönetime nanik… Ders almadan süregelen bir döngü. Yorucu, bıktıran bir hal.
Ben hocanın oyununu kurmasını, Beşiktaş’a bir sistem kazandırmasını, yedek kulübesindeki gençlere şans tanınmasını beklemekten yanayım. Beşiktaş’ın Onursal Başkanı Süleyman Seba’nın İngiltere’de bir başarısı bile olmayan Milne’e gösterdiği sabrın sonucu üç yıllık şampiyonluk ya da Beşiktaş’ın asr-ı saadeti idi. Aynı şeyleri yaşar mıyız? Bilmiyorum ama başarısız olunsa bile ‘hiç olmazsa sabrettik’ demenin kendisi bile bizi o ‘sabırsız taraftar’dan ayıran başlıca ayrım olmaz mı?
Gördüğümüzü söylemek ve eleştirmek tabii ki hakkımız. Zira forması, kombinesi ve saatlerimizi biz de takıma veriyoruz. En önemlisi umut ve heyecanımızı yaşamak ve korumak için stattayız. Tabii ki kızabiliriz. Ancak ezeli rakipleri neredeyse ikinci 11 çıkaracak kadar kadro derinliğine sahipken, Beşiktaş’ın 12-13 kişiyle 50 maçlık bir seriye/rekabete gireceğini düşünmek safdillik olur. Bu vahametin sorumlusu olan yönetimi eleştireceğiz.
Ancak hocanın işine karışmayacağız. Beşiktaş’ı ‘sevinmek için sevmediğimize’ göre oyuncularının daha iyi takım oyunu oynadığı, taraftarın ‘ligi alalım ligi’ diye düşündüğü bir döneme girelim ve ıslığı alkışla, protestoyu dayanışmayla değiş tokuş yapalım. Yine de olmazsa, ‘hiç olmazsa adam gibi maç seyretmeyi öğrendik’ deriz. Az şey değil yani…