Biz cerrahların karşısına genellikle tetkikleri yapılmış, teşhisi konmuş ve ameliyat kararı verilmiş olan hastalar gelir. Sıklıkla rastlanılan bir durum, hasta henüz hekiminin yanına girmemişken kendisini hastanın oğlu/kızı/eşi veya yakını olarak tanıtan birisinin gizlice konuşmak istemesidir. "Doktor bey dışarıdaki babamızın mide kanseri var. Kendisi bilmiyor. Lütfen siz de söylemeyin" cümlesi ile karşılaşmak çok ender değildir.
Bu hasta yakınları, hastanın kanser tanısını duyduğunda depresyona gireceğini, dünyadan el ayak çekip hiçbir tedaviyi kabul etmeyeceğini, hatta intihar edebileceğini düşünüyor olmalılar. Hastanın tanısını bilmeye hakkı olduğunu, üzüleceğini ama daha sonra toparlanacağını anlatmaya çalışıyorum ama genelde bu yaklaşım başarısız oluyor. "Siz olsanız bilmek istemez misiniz?" diye sorduğumda ise istisnasız olarak bilmek isteyeceklerini söylüyorlar. Anlaması zor bir durum.
Daha sonra hastanın kendisi ile görüşürken "kanser" kelimesini kullanmadan yuvarlak cümlelerle ameliyat olması gerektiğini ve bu ameliyatta midesinin en az üçte ikisinin alınacağını ve bu işlemin ciddi bazı riskler taşıdığını anlatıyorum. Bu ve benzeri durumlarda hiçbir hasta neden böyle bir maceraya girişildiğini sormuyor.
Bir hastanın cerrahın karşısına ameliyat olmak üzere gelmeden önce doktora başvurmasını gerektiren ağrı, kilo kaybı, halsizlik gibi şikâyetlerinin olması gerekir. Bu şikâyetlerle gittiği doktor muayene sonrasında laboratuvar tetkikleri ve tomografi, ultrason gibi görüntüleme incelemesi isteyecektir. Mide kanseri örneğinden devam edersek, endoskopi ve biopsi yapılması gerekir. Bunların da hiçbiri kısa sürede olmaz ve bazen oldukça uzayan bir süreç de gerektirebilir. Sonunda da hastaya bir cerraha başvurması söylenir.
Ortalama zeka düzeyine sahip bir insanın bu işlemlerden geçerken durup "Neler oluyor, benim neyim var?" dememesi söz konusu olabilir mi? Oluyor işte.
Hastaların bilme hakkı kadar "bilmeme" hakkı da vardır. Bir cerrah meslektaşımı mide kanseri nedeniyle ameliyat ettim. Yaklaşık bir hafta hastanede yattı. Günde en az iki kez yanına uğradım ve bana bir kez bile ameliyatın nasıl geçtiğini, tümörün durumunu, bundan sonraki yol haritasının ne olacağını sormadı. Sonunda da teşekkür ederek ayrıldı. Burada sıradan bir hastadan değil, benim kendisine yaptığım ameliyatı kendi hastalarına defalarca yapmış olan bir cerrahtan söz ediyoruz. Ne yapmalıydım? Meslektaşımın bilmeme hakkına saygı gösterdim.
"Yol gösterici hukuki düzenlemeler var mı?" derseniz var elbette. Bana sorarsanız işleri daha zorlaştırmaktan öteye gitmiyor.
Anayasa ve yasalardan sonra en güçlü hukuki metin tüzüktür. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü 19 Şubat 1960 yılında yayınlanmış olup halen yürürlüktedir. Madde 26 diyor ki "Netice bildirilirken, hastanın ve yakınlarının maneviyatını bozacak veya kendilerini tereddüt ve şüpheye düşürecek müphem ve imalı sözler sarf edilmesi caiz değildir."
Bir de 1998'de Resmi Gazete'de yayınlanan "Hasta Hakları Yönetmeliği" var. Madde 18 der ki "Bilgi, mümkün olduğunca sade şekilde, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden, hastanın sosyal ve kültürel düzeyine uygun olarak anlayabileceği şekilde verilir."
Madde 19 ise işi daha karışık hale getirmek üzere "Hastanın manevi yapısı üzerinde fena tesir yapmak suretiyle hastalığın artması ihtimalinin bulunması ve hastalığın seyrinin ve sonucunun vahim görülmesi hallerinde, teşhisin saklanması caizdir" buyuruyor.
Hekim bu durumda ne yapacak? Önce hastanın sosyal ve kültürel durumunu değerlendirecek ki bu işin kolay kısmı. Zor olan kısım ise bilgi verdikten sonra hastanın "maneviyatının" bozulup bozulmayacağının önceden kestirilmesi.
İşte burada "hekimlik sanatı" devreye giriyor. Deneyimli hekimler işin bu kısmını mükemmel yönetebilirler ve yönetiyorlar. Deneyim elbette yıllar içinde kazanılıyor ama daha önemlisi altyapıyı iyi oluşturmak. Bu durumda tıp eğitiminin önemi ortaya çıkıyor. Hastaya yaklaşım, konuşma şekli, giyim, kuşam, oturma, kalkma gibi davranışlar bire bir eğitimde saygı duyulan hocalardan ancak görerek öğrenilebilir. Tıp eğitiminin bu tarafının da ciddi bir gerileme gösterdiği maalesef artık fark ediliyor.
Maneviyatını bozmamak üzere çok açık konuşmadığım bir hasta bir süre sonra gelip de "Bana neden söylemediniz. Bilseydim arta kalan tüm paramla yapmak istediklerimi gerçekleştirirdim, dünyayı gezerdim" derse ne diyeceğim? Mahkemeye verse haksız sayılmaz.
Bir hastama meme kanseri olduğunu söylediğim için eşi tarafından niye söyledin diye silahla tehdit edilmişliğim de var. Üstelik bu hasta birçok hekime gitmiş olmasına rağmen önerilen tedaviler eşi tarafından reddedildiğinden ciddi ilerleme göstermiş olan bir hastalığa sahipti. Hekimlik zor iş.