Hayatı, tanık olduğumuz sosyal olayları, toplumun, dünyanın geçirdiği değişimleri zihnimizde hayali bir belgesel gibi canlandırıp ve bu belgesel de sanki tavanda oynuyormuş gibi yukarı bakarak daldığımız oluyordur. Bense, hepimizin yaptığı bu sosyo-kişisel belgeselin ilgili yerlerine bir fon müziği gibi şarkılar ekliyorum. Böylece öznel tarihinizle toplumsal olayların kesiştiği müzikal tadında bir belgeseliniz oluyor, hem de bu eylem hayatı daha katlanabilir yapıyor. Caddelerde, sokaklarda dolaşırken 'walkman' dinlemek gibi bir etki oluşturuyor bu şarkılı hayali belgesel. Örneğin sokaklarda tank paletlerinin gıcırdadığı, havanın mazot ve barut koktuğu 1980'de çıkan Nil Burak'ın "Boş vere boş vere ne hale geldik" şarkısını, yaşananlara çok manidar bir dokunuş gibi hatırlıyorum. Yine o yıllarda kendi kilosunun üç katı kadar ağırlığı kaldırıp olimpiyatlarda altın madalya alan Naim Süleymanoğlu, 1980'lerin ayağa kaldırması güç bir ağırlık gibi yerde duran Türkiye'sini de omuzlar üstüne almıştı bir nevi. Hâlâ kırılamayan bu rekor kaldırış, Azerbaycanlı Huşeng Azeroğlu'nun "Olmaz Olmaz" şarkısına denk düşmüş, Naim ise olmaz deneni oldurmuştu o zamanlar.
Şarkılı bilinç akışı da diyebiliriz buna… Gergin ve karamsar bir gündemin yıpratıcı gerçekliğinden kaçış, çocukluğun, gençliğin o güzel günlerini getirecek beklentisiyle şarkılardan medet umma… Geçenlerde Ferdi Özbeğen'den bir şeyler dinleyeyim de gerçeklikten iyice kopayım, İstiklâl Caddesi'nin trafiğe açık olduğu zamanlarda kaldırımda yürüyeyim isterken son 20-30 yıla sığan dönüşümün ne denli korkutucu olduğu hissine de kapıldım. Şarkılı belgeselimize devam edelim; 1983 seçimlerinin galibi Turgut Özal'ın alamet-i farikası olan, iki elini başının üstünde birleştirerek yaptığı, hem seçim galibiyeti için halka teşekkür hem de çağ atlayacak Türkiye'ye olan kolektif inancın reveransı niyetine sunduğu hareketi gözümün önüne geliyor ve zihnimin koridorlarında hemen çalmaya başlıyor "Arım Balım Peteğim"… O yıllarda Türkiye'de 'şahıs banka' diyebileceğimiz kişiler, hem insan hem banka olan bankerler yaşıyordu. TV reklamlarına çıkarak yüksek getiri (faiz, katılım payı) vaadiyle halktan topladıkları paraları basiretli bir tüccar gibi işletemeyen bu kurnaz 'kişibank'lar çok mağdur oldular!, insanları da çok zor durumda bıraktılar. Burada da nedense Musullu Hafız Şaşı Osman'ın Hicaz eseri "Ada Sahillerinde Bekliyorum" aklıma geliyor! 90'lara doğruysa kansere çare bulunduğuna dair milletçe umutlanmıştık. Dr .Ziya Özel, zakkum ekstresiyle geliştirdiği ilacın kanser tedavisinde etkili olabileceğini açıkladığında kanserden beter edilişini hatırlıyorum. Toplumsal linç kampanyasına uğratılan bu araştırmacı hekimin haklı olabileceği, en azından desteklenmesi gerektiği düşünülmüyor, "Zakkumcu Ziya" denerek dolandırıcı muamelesi görüyordu. Yaşadığım ülkeyi daha iyi anlamaya başladığım olaylardan biri olarak hafızama yerleşen o günlerin üstünden yıllar geçti. Çalışmalarını sürdürmek için ABD'ye giden Dr. Özel'in ilacına, 2013'te ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin olumlu rapor verdiği haberini aldık. Şimdi söyleyelim hep bir ağızdan, "Beni kaybettin artık sen çok bekleyeceksin…"
Geceyi yeşil mermi izleriyle boyaya boyaya hedefine saldıran roketlerin canlı yayınlarla ekrana geldiği Körfez Savaşı'nı izlerken, MFÖ'nün "Anında Görüntü"sü ile ilk özel televizyon Magic Box Star1'de göğüs dekoltesinin kamu yayıncılığında yeniden çizilmeye başlanan sınırları da aynı zamana denk düşüyordu. O günlerin Türkiye'sinin fonunda ise pop, arabesk, fantezi şarkılar kol kola vermiş çılgınca dönüp duruyordu; Ümit Besen "I Love You I Love You" derken, Müslüm Gürses'in Gülhane Parkı konserinden yükselen "İtirazım var bu yalan dolana" eşliğinde jiletlenen genç erkek göğüslerinden kanlar sızıyordu. Bir yandan Sezen Aksu "Gülümse"yi çıkarıyor, Harun Kolçak "Gir Kanıma" diyor, pop müzik pıtrak gibi patlıyor, silahlar patlıyor, ülkede suikastler saldırılar sürüyor, ben de İstanbul Üniversitesi'nde, Beyazıt'ta, Hergele Meydanı'ndaki öğrenci olaylarını Zenith makinemle fotoğraflıyor, genç bir muhabir olarak yaşanan çalkantılı günlere tanıklık ediyordum. Başka bir ülkenin bir asırda yaşayacağı olayları 15-20 yıl içinde bitirip hiçbir şey olmamış gibi hayata devam edebilme hünerimiz sayesinde hâlâ bir Cumhuriyetiz... Ve bu birliktelikte bizi biz eden amansız şarkıları hiç yabana atmamak gerek. Hâlâ bir arada yaşayabiliyorsak sanmayın ki bu gelmiş geçmiş cümle iktidarların yeteneğidir. Bu toplumun asıl mayası şarkılardan, türkülerden. Siz hiç bugüne dek hepimizin söyleyebildiği bir şarkı, türkü yazan siyasetçi, bakan, müsteşar, vekil, teşkilatlanma başkanı, mkyk üyesi, zıkkım gördünüz mü? Bu güne dek birlikte yaşayabildiysek bunda "Firuze"nin, "Allı Turnam Bizim Ele Varırsan"ın, "Gönül Dağı"nın, "Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul'un", "Uğurlama"nın, "Arkadaş"ın, "Akdeniz Akşamları"nın, "Karlı Kayın Ormanı"nın, "Güllerin İçinden"in, "Sözlerimi Geri Alamam"ın, "Islak Islak"ın, "Mihriban"ın "Dünyadan Uzak"ın ve daha nice şarkıların katkısı, politika yapıcılardan daha çoktur.
Nil Burak'tan kanser ilacına, Turgut Özal'dan "İtirazım Var"a bir anlık şarkılı bilinç akışının sosyo-otobiyografik belgesel müzikali böyle. Siz de yapın, şarkılarla hatırlayın geçmiş günlerinizi, o zaman hayatı sevebiliyorsunuz biraz. Ne diyelim, "Ah bu şarkıların gözü kör olsun", İstiklal Caddesi de yeniden trafiğe açılsın…