Bundan böyle AB’ye ihtiyacımız olmadığını işitmek ne güzel! Biz, sağcımız da, solcumuz da ulusalcıyız (nasyonalist sözcüğünün tam Türkçesi, başka bir yöne çekmeyin). Sevmeyiz bize dışarıdan karışanları. AB’nin, yani yeryüzünün en buyurgan bölgesel örgütünün sultasından kurtulacağımız için çok seviniyoruz.
Ancak kısa bir sevinme anından sonra aklımıza bir soru geliyor: Demek ki AB’ye şimdiye kadar ihtiyacımız olmuş. Ne için ihtiyaç duymuşuz AB’ye? Sorunun yanıtını kulağımıza ulaşan açıklamada bulamadık. Bununla birlikte, “AB’ye ilerlemek için ihtiyacımız olmuştu; bundan sonra AB’siz, yani kendi başımıza ilerleyebiliriz.” dersek herhalde yanlış yapmış olmayız.
Biliriz, bilirsiniz, bilirler. İlerlemenin iki yönü vardır: biri maddi, öbürü manevi. Maddi yönü, iktisat, ticaret, teknoloji, yatırım, vb… AB ile serbest ticaret ilişkilerimizin, AB’den gelen yatırımların ilerlememize katkısı meydanda. Ne güzel! Artık AB ile serbest ticarete ihtiyacımız kalmamış. Gümrük Birliği’ni bozabiliriz. AB ile ticaretimizi Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre yapmak yeterlidir. AB ülkelerinden gelen yatırımlar da gelmese olur. Arap ve Rus kardeşlerimiz bize yeter. Siz inanabiliyor musunuz bu düşüncelere? İnanmak için dünyanın düz olduğunu iddia etmek gerekir.
Bir de ilerlemenin manevi yönüne göz atalım. Önce manevi ilerleme ne demek, bana göre, söyleyeyim. Manevi ilerleme, insani gelişmeskalasında yükselmek demektir. Evrensel değerleri, yani demokrasiyi, insan haklarını, hoşgörüyü, doğaya saygıyı içselleştirmek, yolsuzluğa karşı çıkmak, adalet ve yargı bağımsızlığı ilkelerine bağlanmak demektir. Toplumun çoğunluğunun bağlı olduğu dini,kuramda ve kılgıda daha katı ya da sıkı yorumlamak otomatik olarak manevi ilerleme sonucunu vermez. Örneğin, bugün Hindular daha dinselci oldukça Hindistan manevi olarak ilerlemiyor. İslama göre yönetildiklerini öne süren Pakistan, İran, Suudi Arabistan’da da manevi ilerleme düzeyi ne yazık ki arzu edilenin altındadır.
Bu bakımdan AB reformları dediğimiz adımların ülkemizin ilerlemesine katkı yaptığı bir gerçek. Aslında Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olduğumuza göre, bütün bu adımları AB söylemeden çoktan atmış olmamız gerekirdi. Ne yazık ki, öyle olmuyor. İnsan hakları reformlarını zorlamak için Avrupa Konseyi’nden daha dinamik bir uluslararası ortam gerekiyor(muş).
Şimdi, anlaşılan, manevi ilerlemeyi AB’siz sürdüreceğiz. Ünlü Ankara kriterleri mi acaba? Bu arada birçok AB reformunun anlamı kalmadı; yargı, demokratik kurumlar, insan haklarına saygı, ifade özgürlüğü alanlarında AB standartlarından uzaklaşıldı. Bu alanlarda yeniden ilerleme yönünde herhangi bir emare de görülmüyor. Kim bilir? Dinselcilik güçlendikçe, insanlar otoriter yönetimi içselleştirdikçe, zayıfladığını öne sürdüğümüz değerlere olan ihtiyaç da azalıyordur belki. O zaman AB’ye de ihtiyacımız kalmaz elbette. Avrupa Konseyi’ne gelince, o kadar para veriyoruz, adamlar hâlâ sık boğaz ediyor. Günü gelir, Rusya ile el ele oradan da çıkarız.
Tam “umarım yanılıyorumdur” diye yazarken, Ankara’daki ABD Büyükelçiliğinin meşum açıklamasına “muttali” oldum.
Önce Osmanlı Modernleşmesi'nin, sonra Cumhuriyet’in bir projesi vardı. Tedricen olsa da Batı ile bütünleşmek isteniyordu. İstikametimiz, gittiğimiz yer belliydi. Şimdi nereye gidiyoruz? Allah bilir.