Epey uzadığını söyleyebiliriz: "Darbe muhabbeti" diyeyim. Bir süredir habire gündemde. Aslında AKP'nin iktidar olmasından beri bu böyle. Başlangıçta bunu "planlanan darbe" ihtimali olarak görüyor, okuyorduk. Ülkenin yakın tarihi darbe dolu olduğu için, 28 Şubat çok yeni olduğu için bunun şaşırtıcı bir yanı da yoktu. Danıştay'da işlenen cinayetten sonra tutuklamalar başladı. Bir şekilde üstü başarıyla örtülen "Susurluk" sürecinin bu sefer daha anlamlı bir noktaya getirileceği umudunu taşıyanlardan biriydim. Ama bir süre sonra bu yeni sürecin nereye gittiğini anlamak da mümkün olmaktan çıktı. Türkan Saylan'ın evinin basılması gibi olaylar, birçok subayın inandırıcı bir temeli olmaksızın tutuklanmasını getiren "casusluk" davası gibi girişimler, bu işin bir türlü saptığını işaret ediyordu. Niçin saptığının işaretleri de gelmekte gecikmedi. Sonra duruşmalar durdu. Savcıya kanat geren Erdoğan kanatlarını indirdi. Derken FETÖ savaşları başladı. Bunun ilk vukuatlarından olan Zarrab olaylarına iktidar "darbe" dedi. Dedi ve dediğini kabul ettirdi. Ortalıkta dünya kadar şüpheli durum olduğu halde bunların üstüne gidilmedi.
Bu "darbe"yi başaramayan FETÖ'cüler darbenin sahicisini yapmaya karar verdiler ve bunu ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. O girişimde onlardan olmayanlar da vardı belli ki. Bir yerde birileri "dar" demişse, hemen "be" diyerek arkasını getirenler bu ülkede eksik değildir. Bunlardan, "Tamam, geliyorum" diyenler olduğu gibi, "Ben de gelirim" deyip gelmeyenler de oldu sanıyorum. Ama bu sadece bir sanı.
Bu saçma sapan girişimden sonra "darbe" hakkında edebiyat hacminde yeni bir yükselme başladı. Bir gün İlker Başbuğ bir söz söyleyecek oluyor, Cumhurbaşkanı ayaklanıyor. Onun ayaklanması bütün bir trol ordusunun kendilerinden beklenen görevin ne olduğunu anlamalarına ve hançerlerini bileyerek nereye saldırmaları gerektiğini öğrenmelerine yol açıyor.
Kulağa "muhalif" gelen bir söz söyleyen kişi, kim olursa olsun, dünya görüşü ne olursa olsun, "darbe" devam ediyor. Ama bunların arasında CHP ile uzak yakın bir ilişkisi olan varsa onun darbe özlemi özellikle teşhir edilmeli, lanetlenmeli, mahkûm edilmeli. Böyle bir bağlantı kurmak özellikle istenen bir şey olmalı, verilen izlenim böyle.
İşler bu minval üzere giderken "Amiraller Bildirisi" ortaya çıktı. Buyurun bakalım! Bundan daha açık seçik bir darbe çağrısı olabilir mi? Üstüne üstlük gece vakti yayımlanmış. Niye gece? Emekli amiraller rütbelerinin olmadığı görülmesin diye mi? Bu yetmemiş gibi, "Yüce Türk Milletine" diye başlık da atılmış.
Bir de "aksi halde" sorunu var. Geçmişte bu "aksi hâl"i yaratanların başına neler geleceği ihsas edilirdi. Amirallerin bildirisinde böyle bir tehdit yok. Nitekim bu da "yargıya intikal etti." Dolayısıyla, şimdilik bir "tutuklama" keyfiyeti olmasa da, "durum devam ediyor". Böyle olunca da yarın, öbür gün ne olur, belli olmaz. Zaten şimdiden "elektronik kelepçe" gibi ayıp şeyler ortaya çıktı.
Fakat şimdi, kucağımızda nurtopu gibi, "Engin Altay" olayımız var. Bir rastlantı, söz konusu programı seyrediyordum. Engin Altay'ın söylediklerinden Tayyip Erdoğan ve trollerinin çıkardığı sonuçları çıkarmak aslında özel bir yetenek gerektiren bir iş -ama Erdoğan'ın da hizmetindeki kadroların da bu yeteneklere sahip olduğunu biliyoruz. Tayyip Erdoğan'dan Gezi Protestoları sırasında camide içki edildiğine dair bir iddia duymamızla başlayan bir dizi var. O aşamada, böyle bir şey yapıldığının her türlü kanıtının "pek yakında" ortaya çıkacağı söylenmişti. Henüz böyle bir kanıt sunulmadığı gibi söz konusu caminin imamı da böyle bir şey olmadığını söylemiş, sonra da sürülmüştü. Bunu bir "Tayyip Erdoğan serisi" izledi. Tayyip Erdoğan'ın bunları niçin ve nasıl yaptığının analizine girmeye niyetim yok, beni aşan bir durum. Ama Tayyip Erdoğan'ın kendi ağzından çıkan her söze inanmak gibi bir huy geliştirmekte olduğuna dair bir duygu oluşuyor içimde.
Örneğin Kılıçdaroğlu'na niçin aşı olduğunu soruyor. Mademki sıranı bekleyecektin? diye soruyor: Ardında kükrüyor, "Öyleyse niçin aşı oldun, Bay Kemal?" "Bay Kemal" gülümsüyor ve "Sıram geldi, onun için," diyor. Bu, gazetelerde yayımlanmış bir durum. Erdoğan'ı aslında bayağı gülünç duruma düşüren bir durum (bir yığın ciddi olay arasında kolayca ihmal edilecek ve unutulacak bir şey ve nitekim unutuldu bile). Ama ne özür diliyor, ne bir açıklama getiriyor. Muhtemelen tabanının, ne olursa olsun, "Erdoğan dediyse doğrudur" deyip inanmasa bile öyleymiş gibi davranacağını düşünüyor. Ve bu derecede gerçekten olup bitenden kopuk.
Bu günlerde belli ki dış politikada da en başta kendisinin "Neden böyle oldu?" diye sorması gereken sorunlarla karşılaşacak. Ve bakalım bunlar olurken muhalefet ("Ey Muhalefet!") ne yapacak?
Neyse, konu bu değil. Şimdilik değil. Gelelim gene "darbe" konusuna. Kimileri, Tayyip Erdoğan'ın olur olmaz her şeyden huylanarak "darbeyi davet ediyorlar!" "Darbe hazırlıyorlar!" diye haykırmasından Erdoğan'ın darbeden korktuğu sonucunu çıkarıyorlar. Bu doğru bir yorum mu?
Bence değil. En başta, bir şeyden durmadan söz ediyorsak, onu normalleştiririz. Bir şeyin olmasından korkuyorsan, onun uzun boylu lafını etmezsin. Bunun üstüne uzun uzun düşünmene de gerek yok. Sezgisel bir durduru ağzını kapatır, "Kimsenin aklına getirmeyeyim" dersin.
Böyle bir ihtimalin elle tutulur bir belirtisi değil, bunun tam tersine bir hava eserken, söylenen sözü çeke çeke, zorlaya zorlaya "İşte! Darbe geliyor!" diye feryat edip ortalığı karıştırmaz, ortalığı velveleye vermezdim. Durup dururken, kendi iktidarımın çok sağlam olmadığını, her an gürültüye gidebileceğini ilan etmezdim.
Tarihimizde (yani darbeler bakımından hayli zengin olan tarihimizde) böyle davul alarak, yaldızlı davetiye çıkararak gelmiş bir darbe de yok.
Somut duruma baktığımızda, memlekette darbe yapmakla ün kazanmış kurumun durumuna baktığımızda gene böyle bir ihtimal görünmüyor. Özellikle Temmuz'dan beri tasfiyenin sonu yok.
Bütün bunlara rağmen CHP darbe diye uyuyor, darbe diye uyanıyor. Öyle mi? CHP'nin geldiği çizgiyi biliyoruz. Bu çizginin içinde askeri darbeden hiç de tedirgin olmayan gruplar, bireyler olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, "CHP içinde darbeyi destekleyecek tek bir kişi çıkmaz" diye yemin etmeyi önermem; ne var ki, bunlar varsa da iyiden iyiye azınlıkta. CHP'nin bugünkü yönetimi bu eski çizginin kalıntılarını temizlemek için çaba harcıyor.
Erdoğan'ın ve trollerinin "Darbe davetçisi" diye kıyamet kopardığı Engin Altay, sesini de yükselterek, Türkiye tarihinin en kabul edilemez, en zararlı işinin Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesi olduğunu söylüyor. Bu çok doğru saptamayı yapan kişinin, onun kaderini paylaşsın diyerek Erdoğan için aynı temennide bulunduğu iddia ediliyor. Bunun bir mantığı var mı? Engin Altay'ın sözlerinden böyle bir anlam çıkacaksa, bunun son derece "kriptik" bir mesaj olması gerek. Öylesine "kriptik" ki, söyleyenden başkasının anlaması mümkün değil.
O zaman da herhalde bir "mesaj" değeri olmamalı.
Konuya başka bir açıdan bakılamaz mı? Erdoğan diyor ki: "Beni kanıma susamış adamlar var. Bunlar bir darbe ile benim öldürülmemi düşünüyorlar, dahası planlıyorlar da. İşte, açık açık söylüyorlar. İktidar olarak benim ne yapmamı beklersiniz? Böyle bir muhalefete karşı seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak ne yapmalıyım?"
Yani, diyorum, bu jestler bir korku ve savunmanın değil, bir kararlılık ve saldırının belirtileri olmaz mı? Olamaz mı?