15 Eylül 2025
CHP lideri Özgür Özel, Ankara mitinginde / Fotoğraflar: T24
Bizim memlekette siyaset alanı oldum olası sert çatışmaların hüküm sürdüğü bir “arena” olmuştur. Ancak şimdiki dönemde, yani AKP iktidarının kurulmasından bu yana, sertlik daha önce görülmedik derecelere yükseldi. Şu sıralar, “butlan” falan, ortam gene gergin mi gergin. Yatışacağa da hiç benzemiyor. Kendimizi şimdiden daha kötü günlere hazırlamak yanlış ya da gereksiz olmaz.
Nedir bunun nedeni, esbab-ı mucibesi? Uzun vadede bakınca genel olarak toplumda, ama özel olarak da siyaset alanında demokrasi deneyiminin fukaralığına bağlıyorum bunu. Ezelden beri, bir dizi “otorite” tarafından güdülen bir toplumda yaşıyoruz. Bu koşullarda nasıl yaşanır, bilinmeyecek, anlaşılmayacak bir şey değil. Otorite buyurur, toplum uyar ve talimatı yerine getirir. Bunu yaparken, bunu böyle yaptığı için “mutlu” olduğu söylenemez. Ama düzen böyle kurulmuştur, başka türlü davranmaya imkân yoktur.
Böyle alışmış bir toplum zaman zaman demokrasiye doğru adımlar atabilir. İşte o durumda işler sarpa sarar. Demokrasi, “yöneten”di, “yönetilen”di, herkesin “eşit” olmasını gerektirir. Ama otoriter siyaset terbiyesiyle yaşamış toplumda, otorite geri çekilince, yönetimde bulunanlar “yeni otorite” olarak, aynı hakları, yani aynı ayrıcalıkları talep ederler. Böyle olunca da siyaseti sertleşmesi kaçınılmazlaşır.
Türkiye genel çizgileriyle bu gidişata uygun siyasi kültürü oluşmuş bir toplumdur; ama bazı özel koşullardan ötürü burada siyaset daha da sert olabilir—şimdi olduğu gibi. Bu özel koşullar ideolojiktir; bilindiği gibi, batılılaşma ile geleneksellik arasındaki gerilimden kaynaklanır: laiklik ve Müslümanlık. Bugün, İslamcı bir siyasi hareketin seçim kazanarak iktidar olmayı başarması, gerilimi iyiden iyiye artırmıştır. Zaten var olan düşmanlık, iyice su yüzüne çıkmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Laik kesim tarafından biçimlendirildi. İslamcı kesimin bu süreçte hemen hemen hiçbir payı olmadı. Altmışlardan itibaren sol bir muhalefetin başladığını görüyoruz. “Otorite” olarak Türkiye’yi yönetmekte olan kesim Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikenin “komünizm” olduğuna inandılar ve bu koşullanma 12 Eylül generallerinin Amerikan buluşu olan
“Yeşil Kuşak” stratejisine uyarak kendilerince ehlileştirilmiş bir Müslümanlığın bu tehlike karşısında düzen içinde müttefik sayılmasına kadar vardırıldı. İslamcı kesim içinde de böyle bir rolü üstlenmekten kaçınmayacaklar vardı, muhtemelen çoğunluktaydı. Ama sola muhtemel (ve geçici) bir müttefik gözüyle bakanlar da oluştu. Bu, söz konusu kesim için yeni bir gelişmeydi.
27 Mayıs’tan başlayarak darbeler ve çeşitli müdahalelerle “Bu toplumda ‘otorite’ benim” diyen Silahlı Kuvvetler topumu yorduğu ve bıktırdığı için İslamcı kesim oy potansiyelini genişletti. Başında Erbakan’ın olduğu çeşitli hamlelerden sonra AKP bunun sonucunda iktidara gelecek oyu almayı başardı. Bu süreç içinde kendini İslamcı siyasetin olmazsa olmaz önderi olarak kabul ettiren Tayyip Erdoğan’ın sola ve İslamiyet dışı herhangi bir şeye tahammülü yoktu.
Başta söylediğim gibi siyaset bu ülkede oldum olası sert ve kıyıcıdır. Gene de, çatışan siyasi partilerin de üzerinde oybirliğine varabildiği sorunlar vardır. Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca iktidarda laik kesimi gördük. Bu laikliğin nasıl uygulanacağı, nasıl uygulanması gerektiği konusunda CHP’ye özgü Atatürkçü üslubu aşırı bulanlar hep çıktı ve hep iktidarda bulundu. Başta Demirel, birçok önde gelen sağ kanat politikacısının çalışmalarının bir kısmı CHP dönemlerinin “laiklik” kısmını yumuşatma çabaları oluşturuyordu. Ama bu yumuşamaya hazır olan siyasi önderlerin de bakışı İslamcı kesimin bakışından çok farklıydı. Şeriatçı bir ideolojiye hiçbir yakınlıkları yoktu. Birlikte koalisyon da kurdular, benzer yakınlaşmaları da oldu, ama bunlar siyasetin genel koşullarının gereğiydi. Bu düşünce tarzına nasıl baktıklarını aslında İslamcı kesim de biliyordu.
Onun için şimdi çatışan siyasi cephelerin “çatışma” biçimi şimdiye kadar görülmüş durumlardan çok farklıdır. Burada gözlemlediğimiz düşmanlık çok farklıdır. “Çok farklı” derken ne diyoruz? Hani zaman zaman her türlü “kamuflaj”dan vazgeçerek konuşanlar oluyor: “Geberdi/gebersin” gibi deyimler kullanıyorlar… Gerçeği en gerçekçi üslupla dile getirenler onlar. Bu kesimde çok uzun zamandır iktidardan uzaklaştırılmış ve bunun yoksunluğunu gitgide artan bir öfkeyle, nefretle yaşamış olanlar var. Çoğunlukta değiller. Ama iktidarda olmamak etkisiz bir azınlık oldukları anlamına gelmiyor. AKP’nin ne kadar zamandır iktidarda oturduğuna baktığımızda öyle olmadıklarını görüyoruz. Ayrıca, laik kesimin duygularına baktığımızda, oradaki tavırların da İslamcılar arasında olandan uzun boylu farklılık göstermediğini kavrayabiliyoruz.
Onun için Türkiye gerçekten tarihinin kritik bir aşamasında bugün. Aynı coğrafya üstünde birbirine düşman iki ayrı millet olarak yaşamanın böyle bir örneği dünyada az görülen bir şey. Bu patlamaya hazır ortamda CHP’nin oluşturduğu ve izlediği politik çizgiyi desteklediğimi bundan önce de yazmıştım—tekrar yazayım.
|
Murat Belge kimdir? 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu. Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor. Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli. Kitapları - Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997) - Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989) - Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997) - The Blue Cruise (Boyut, 1991) - Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992) - 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992) - İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007) - Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995) - Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997) - Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998) - Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001), - Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002) - Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003) - Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006) - Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007) - Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008) - Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009) - Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009) - Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010) - Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011) - Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013) - Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014) - Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014) - Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi) - Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016) - Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018) - "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018) - Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019) Çevirileri - Hegel Üstüne: W.T. Stace - Martin Chuzlewitt: Charles Dickens - Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner - Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce - Arabadakiler, Patrick White - 1844 Elyazmaları: Karl Marx - Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger - Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman - Yazıcı Bartleby: Herman Melville - Kayıp Kız: David Herbert Lawrence - Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie - Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte) - Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer |
Halkları temsil edenler Selahattin Demirtaş’ın yapmadığımız ama yapabileceğimiz işler arasında hatırlattığı “halktan halka”nın yollarını, ortamlarını da hazırlamak gibi bir görevlerinin olduğunu bilmeliler
Bahçeli, AKP ile oluşturdukları birlikteliğin toplum gözünde çekiciliğini büyük ölçüde yıprandığını fark etti. Ama MHP ciddi bir şekilde “MHP’lileşme” sürecine giren Tayyip Erdoğan’ın ittifakından çıkmayı da göze alamıyor. Popüler olmayı bu koşullarda mümkün kılmak için topluma önemli bir “armağan” vermenin aranan “çare” olabileceğini düşündü
“Buğz”, Müslüman’ın Müslüman olmayanlara duyduğu “haklı” nefreti kastediyor. AKP’nin nasıl siyaset yaptığını hepimiz görüyoruz. Bu gördüklerimiz ancak “buğz” gibi “değer”lerle anlaşılır olur

© Tüm hakları saklıdır.

