Bazı şeyler vardır, yokluklarıyla biliriz. Dilsel bir durumdan söz ediyorum. Örneğin bir şey için "meymenetsiz" deriz. Herhangi bir şey olabilir, ama biliriz ki "hayırlı" bir şey değildir. Ayrıca "meymenetli" diye bir kelime de kullanmayız. Ancak Osmanlıca Sözlük'e baktığımızda "meymenet" karşılığında "bereket", "mutluluk" gibi açıklamalar buluruz. Bu durum belli ki Turgut Uyar'ın da dikkatini çekmiş ki o da aramış ve "Meymenet Sokağı"nı bulmuş (ama adres vermiyor).
Böyle yokluğuyla bildiğimiz bir şey de "patavat"tır. Onun ne olduğunu bulacağımız bir sözlük falan da yoktur ve çünkü etimolojisi, nereden geldiği (Türkçe olmadığı belli) bilinmez. Ama "patavatsız"ın lafını bilmeyen, söylenmemesi gereken şeyleri söyleyen biri olduğunu hemen anlıyoruz. Onun da bir "patavatlı" şekli yok.
Bunlardan biri de "pervasız". Hepimiz hayatımızda birçok "pervasız" olay, söz, kişilik gördük. Ama siz hiç "pervalı bir davranışta bulundu" diye (ya da benzeri) cümle duydunuz mu?
"Perva" korku demek, "çekinmek" demek. "Pervasız" olunca İngilizce "reckless'in karşılığı oluyor.
"Meymenet" Arapça, "yümn"den geliyor. "Perva" Farsça, ama nereden geldiğini bilmiyorum. "Patavat"ı zaten bilen yok. Peki bunlar benim aklıma nereden geldi?
Olmadık bir çağrışım dizisinin sonunda geldi. Boğaziçi'ne tayin edilen rektörü ve olayı izleyen protestoları izliyordum. Tayyip Erdoğan'ın davranış biçimi üstüne düşünüyordum. Bu üslubu en iyi anlatacak kelimenin "pervasız" olduğu aklıma geldi. Şimdi asıl konuma gireyim.
"Rektör" hakkında hiçbir şey bilmiyordum, bu münasebetle epey "mülaki" oldum. Bir televizyon programında İngilizce konuştuğunu da duydum ki o da epey aydınlatıcı oldu. Ne kadar isabetli bir seçim olduğunu gösterdi. "Pervasız" hükmünü de pekiştirdi. Tayyip Erdoğan açısından "yerli ve milli" ölçütlere uygun.
"Pervasız" olmanın tek bir yolu yok. Kimisi aldırmazlığından, önünü ardını düşünmemekten ötürü pervasızdır. Kimisi de, tersine, kendine güvendiği için böyle davranmayı seçer. Erdoğan'ın ikinci kategoriye girdiğini düşünüyorum. Onun için bir sıfat daha ekleyerek "sistematik pervasız" diyebilirim.
Tayyip Erdoğan istediği Türkiye'yi adım adım kuruyor. Bu Türkiye'nin İslami bir rengi olacak. Ama asıl önemli olan, sıfatı herhangi bir "unvan" olabilir, Erdoğan'ın Emevi, Abbasi, Osmanlı halifeleri, sultanları, emirleri kadar yetki sahibi olması. Zaten o İslami "rengi" de o temsil edecek.
Bu süreçte tayinlerin de, azillerin de, hem pratik, hem de simgesel önemi var. Boğaziçi gibi bir yere bu kişiyi tayin etmek bir provokasyon olarak düşünülebilir ancak. Tepkilerin böyle olacağını akıl etmek için çok akıllı olmak gerekmiyor. O halde, böyle olması isteniyor da. Bu muameleyi gören Boğaziçi isyan edecek. İsyan edince de (Bayar'ın terminolojisiyle) tedip ve tenkil edilecek. Polis olanca vahşeti gösterecek. Herkes haddini bilecek. İşin bu kısmı Erdoğan'ın her yerde güveneceği adamı olması kadar, belki daha da fazla, önemli.
Bundan kısa bir süre önce de bir yargıcın çizmeli kedi misali Anayasa Mahkemesi'ne inişini izledik. O da aynı mantığı izliyordu.
Bu iktidarın önceki yıllarında Cumhuriyet boyunca iyi kötü (bazan yarım yamalak) kurulmuş sistemi bozmak için bir şeyler yapılıyordu. Ama bunların doğru olduğu, hukuki olduğu iddia ediliyordu. Şimdi böyle tartışmalara gerek duyulmuyor. "Tarafgirlik yapıyorsunuz" diye bağıranlar oluyor, örneğin. Elcevap: "Tabii yapıyoruz. Ya ne yapacaktık? Gücünüz varsa engelleyin." Bir süre alt kademenin inşasıyla geçti. Adını sanını bilmediğimiz kişiler savcı oldu, yargıç oldu, faaliyetleri sırasında tanımaya başladık. Bu temel kurulduktan sonra iş tepe mevkilere geldi. Anayasa Mahkemesi "üyesi" değil "Başkanı"!
Böyle gidecek...