25 Şubat 2020

Muhtelif

Ne oldu? Yani Tayyip Erdoğan önce "Bırakılsın" dedi, sonra ne olduysa, "içeriden" gelen bir itiraz üstüne bundan vazgeçti ve "Zinhar bırakmayın!" mı buyurdu?

Son Osman Kavala davasını izleyen günlerde içimden yazmak gelmedi. Daha önce yazmış ve AİHM kararına rağmen Kavala'yı salıvermemek üzere ayak oyunlarına girilecek olursak bunun ne anlama geleceğini anlatmaya çalışmıştım. Yazarken, mahkemenin (ve onun tavrını belirleyen iradenin) farklı bir tavır takınacağından umutlu değildim.

Ama bu olanları tahmin etmeme, aklımdan geçirmeme imkan yoktu tabii. AKP iktidarı bu olayla kendini aştı, şimdiye kadar tarihe yazdırdığı hukuksuzluk rekorlarını da aştı. Dolayısıyla "Şöyle olursa böyle olur" diye yazdığım şeyler de anlamsızlaştı. 

Sonuç olarak, Osman Kavala'nın belirsiz bir süre daha "içeride" tutulacağından başka bir şey anlayabilmiş değilim. Siz anladınız mı? Anlayan var mı?

Cumhurbaşkanı bir "açıklama" yaptı ki, bu "açıklama" karşısında büsbütün anlamaz hale geldim. "Bir manevrayla beraat ettirmeye kalkışmışlar"! Ne kadar talihli bir milletiz ki uyanık yöneticilerimiz manevrayı "yememiş" ve kapanmış bir davadan yeni bir tutuklama çıkararak Osman Kavala'nın hapisten çıkmamasını sağlamışlar.

Mahkemenin bütün bu süreç boyunca "irade-i şahane"yi hoşnut etmeye yönelik tavrı bu duruşma boyunca da devam etti: Onu at, bunu sustur, her şeyi reddet vb... Derken salona döndüler ve "beraat" dediler. Hele duruşma boyunca gösterdikleri üsluptan sonra "beraat" bekleyecek kimse kalmamışken bunu yaptılar. Maksat şaşırtmaksa, yüzde yüz başarı! Tabii sevinen sevinene. Tuhaf bir şekilde, içimde, sevinmemi frenleyen bir şey vardı. Bu, anlamadığın şeyden ürkmek gibi, "ilkel" bir duygu olabilir. Sonra, gece vakti, anladım.

"Manevra" bu, herhalde. "Beraat" kararını mahkeme verdiğine göre, "manevra" da onların işi olmalı! İnsan ne diyeceğini, ne düşüneceğini şaşırıyor. Ne oldu? Osman Kavala'nın "sağ kolu" olduğu söylenen Soros mu müdahale etti? Mahkemeye rüşvet verip Kavala'yı serbest bıraktırdı? Bunu iddia etmek, Osman Kavala'ya karşı iddia edilenlerden daha saçma değil. Bu arada, bu kararı veren mahkeme üyelerini sorgulamak üzere de bir "izin" çıktı ama herhangi bir soruşturma haberi almış değiliz.

"Hoş Memo"da başı uğursuzluktan kurtulmayan bir karakter vardır, tepesinde kendi özel bulutuyla gezer. Bir süreden beri Osman Kavala da o karakter gibi, tepesinde bir "lanet-i hümayun", öyle dolaşıyor. Ya da öyle dolaşamıyor. Onun hapiste tutulması belli ki hükümet politikalarından biri. Böyle olunca, Reis'in "olur"u alınmaksızın salıverilmesinin mümkün olduğunu düşünemiyorum. Ayrıca bunun sağlam bir "olur" olması gerekiyor. Üstelik, AİHM kararı doğrultusunda bir salıverme gibi de görünmüyor olay. Öyle olsa "tahliyesine..." derdi geçerdi. "Beraat" diyorlar!.. "Parti içinde iki ayrı yaklaşım var; bir kanat 'Bu işi bitirmeli' diyor, öbürü 'yatırmalı' diye dayatıyor. Kargaşalık bundan ileri geliyor" şeklinde özetlenebilir bir "argüman", daha doğrusu bir "yorum" var. Parti içinde farklı kanatlar şüphesiz olabilir, buna bir diyeceğim yok; ama herhangi bir kanadın, yukarıda söylediğim gibi, Tayyip Erdoğan'ın onaylamadığı bir şey yapmasının imkanı yok.

O halde ne oldu? Yani Tayyip Erdoğan önce "Bırakılsın" dedi, sonra ne olduysa, "içeriden" gelen bir itiraz üstüne bundan vazgeçti ve "Zinhar bırakmayın!" mı buyurdu? Erdoğan "bırakılsın" dedikten sonra, bu kararını geri aldıracak kadar etkili bir itirazın dayanağı nedir, ne olabilir? Bu da bana hemen kabul edilecek bir yorum gibi görünmüyor. Aradığımız açıklama çok karmaşık da olabilir, çok basit de. Çünkü aslında devr-i Erdoğan'da her şey olabilir.

Olayın kendisinin ögeleri hakkında hiçbir fikrim yok ama bu iktidar döneminin gittikçe alışılıp kanıksanan üslubuna bakarak, emirlerin ikisinin de aynı kaynaktan geldiğini düşünüyorum. "Kaynak" dediğim de, elbette, Tayyip Erdoğan'ın kendisi. Ortada bir "manevra" olduğu da belli. Bunun, Tayyip Erdoğan'ın söylediği gibi bir manevra olamayacağını kestiriyorum, ama ne olduğunu -eldeki bu verilerle- anlamak mümkün değil.

Şüheda

İdlib'den birkaç günlük aralarla ölüm haberleri almaya alıştık, alışıyoruz. Bu arada "şehit" rütbeleri de albaya kadar yükselmiş. Şimdi, "şehadete" varmak için Libya Kapısı da açılmış, hizmete girmiş. Biraz daha uzak olduğu için mi, nedense (bu uzaklık durumu daha absürd yaptığı için belki) Libya'dan gelen haberler daha bulanık. Bir şeyden habersiz otururken Cumhurbaşkanı'nın ağzından "Birkaç 'tane' şehit" olduğu haberini alıyoruz. Neyse ki bu "kötü" haberlerden sonra hemen harekete geçtiğimiz ve "onlardan" birkaç yüz "tane"yi telef ettiğimiz bildiriliyor da kötü haberi unutuyor, seviniyoruz

Bizim tarihimizde benzeri yok, başka ülkelerin tarihinde de olacağını sanmıyorum: bir memleketin siyasi önderinin "kişiliği" ile o memleketin iç ve dış politikasının böylesine birbirini yansıtır hale geldiğini. Önderlerin "fikir"leri, elbette, belirler, biçimlendirir. Ama "fikir" değil, "kişilik" diyorum.

O fikirler de gökten zembille inmez. Belirli devlet politikaları, iç ve dış sorunlar üstüne geliştirilmiş tavırlar, tutumlar vardır. Önderin düşünceleri bunlara eklenir, bunların rengini, tonunu belirler. Ama buradaki durum farklı. Bir kere, "önder", şimdiye kadar oluşmuş tavır, teamül, politika karşısında tamamen kayıtsız. Bütün bu konularda onun kendi fikirleri ve tavırları var. Kendinden öncekilerle ilgilenmiyor, çünkü onları beğenmiyor. Onların çizdiği doğrultuyu umursamıyor, çünkü zaten onları değiştirmek istiyor. Zaman zaman, bu eski politikalardan "hıyanet" kelimesini kullanarak söz ediyor.

Cumhurbaşkanı'nın "kavgacı bir kişiliği" olduğunu söylemeyeyim. Ama "kavgadan kaçınmayan" desem herhalde kimse itiraz etmez. Zaten, itiraz edeceğine, şöyle bir çevreye baksa, "merhaba"mız olan herkesle kavgalı olduğumuzu da görür. Tayyip Erdoğan'ın sinirlerini bozmak babında herhalde kimse Batılılar'la yarışamaz. Onlara her gün sövse de içini boşaltamıyor. İşin tuhafı, Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefimizde ısrarlı olduğumuzu da gene Tayyip Erdoğan söylüyor. Nasıl bütünleşeceğimizi ben kendi hesabıma anlayamıyorum. İşte, bu yazının baş kısmında değindiğim Osman Kavala davası ve işte bu konuda AİHM kararı. Ve işte onu yerine getirmemek üzere Erdoğan rejiminin yaptıkları...

Bunlar "Batı" dediğimiz dünyanın Avrupa kanadı. Bir de Amerika faslı var tabii. Amerika'ya da sık sık kızmaktan geri kalmıyoruz. Bu arada -bakın bu da gelip Kavala'ya bağlanıyor- o komik darbe girişimini de Amerika'nın yaptığından bir şüphemiz yok. Bir Henry Barkey muhabbetidir gidiyor.

Rusya ilişkisi başlı başına kendine özgü, ilginç bir seyir gösteriyor. Bazı sinyallere ve demeçlere bakılırsa sıkı fıkı dost olduk. Ama örneğin Kırım gibi bir konuda Rusya'nın değil, Ukrayna'nın yanındayız. Libya'da benzer bir durum ve Suriye'de birkaç basit anlaşmaya rağmen adım adım aramız açılıyor. İslam dünyasında Katar'dan başka kiminle arızasız ilişkimiz kaldı bilemiyorum. Sudan'ın padişahını seviyorduk ama adamı harcadılar. Kimisiyle (İran gibi) mezhebimiz tutmuyor; İsrail'le elbette hasımız ama Suudi Arabistan'la da işler iyi gitmiyor. Mısır'la aramız berbat.

Cumhurbaşkanı enerjik ve kararlı. Bunca iç düşman, bunca dış düşman, hiç oralı değil. Bir bu kadar daha olsa gene tınmayacak. Sanki genel politikasında çok sayıda düşmana ihtiyacı var. Bu politikanın da düşmanlardan beslenir gibi bir gidişi var. Biliyoruz, dünyada böyle sağıyla soluyla kavgalı olmaktan, gerilim içinde yaşamaktan neredeyse hoşlanan insanların sayısı az değildir. "Az değildir ama çoğunluk da değildir. Çoğunluk bir zaman bu gibi gerilim durumlarında bağırıp çağırsa da bir süre sonra bundan sıkılır ve barışık olmanın iç huzurunu aramaya başlar. 

Yani "yeter!" der.  

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı