Bugünlerde idam konusunun yeniden gündeme gelmesini bekliyordum. Türkiye’nin siyaset hayatı beni şaşırtmadı, konu geldi. Ama doğrusu bir küçük şaşırma oldu: Ben bunu Tayyip Erdoğan’ın gündeme getirmesini bekliyordum, ama getiren Devlet Bahçeli oldu. Bir başka şaşkınlık da vaktiyle bu hükmü kaldıranlardan birinin Bahçeli olması... Avrupa Birliği'ne üye olmanın belli başlı koşullarından biri olduğu için kaldırma gereğini duyan - Ecevit'in başbakan olduğu- koalisyon hükümetinin ortaklarından biri MHP idi, böylece Devlet Bahçeli idi. O günlerde kendi tabanından bazı hoşnutsuz sesler duyulmuştu. Sonraki dönemlerde de Bahçeli’nin aslında idam uygulamasından şikâyeti olmadığını gösteren davranışlar olmuştu. Ama şimdi yeterince net bir durum var. Aslında bu "kaldırma" kararının resmen alınmasında Erdoğan’ın da bir rolü olmuştu.
O daha önce bunu gündeme getirmiş, halktan böyle bir talep gelir ve meclis önüne böyle bir karar koyarsa imzalayacağını söylemişti. Bu, tabii, 'halktan' talep gelmesi anlamında bir şey değildi. AKP’nin "halk" kılığında militanları bunu yapabilirdi. Bunu söylerken toplumun bütününde ciddi bir "idam antipatisi" olduğunu iddia etmiyorum. Hani, referandum yapılsa, idamı geri getirme yönünde çoğunluk sağlanması beni şaşırtmazdı. Ama geri gelsin diye güçlü bir talep de yok.
Buna benzer bir durum Britanya’da olmuştu. Margaret Thatcher idamı geri getirmek üzere harekete geçmişti. Orada da bir referanduma gidilse sonuç böyle olabilirdi. Britanya’da Thatcher’ın girişimini kendi partisi durdurdu. Parlamento’da birçok muhafazakâr milletvekili İşçi Partililerle birlikte konunun referanduma götürülmesini reddetme yolunda oy kullandı. Burada bunun benzerinin olması düşünülemez.
Böyle bir konu tabii hemen ciddi bir yarılma yaratıyor. Belli ki epey tartışacağız. Sonunda ne olacağını kestirmek de kolay değil ama Ayasofya ve benzeri konular gibi bunun da var olan ittifakın istediği sonuca varması şaşırtıcı olmayacaktır.
Başlayan tartışmalara bakıyorum: Şimdiye kadar gördüğüm, idam aleyhinde konuşanların argümanlarını bu 'ceza'nın geri dönüşü olmamasına dayandırdıkları... Örnek de veriyorlar: Yürürlükte olsa falancayı idam etmiş olabilirdik, diyorlar vb...
Bu konu şüphesiz önemli. Ayrıca siyaset yapıları arasında birçok yurttaşa daha inandırıcı geleceği, daha ikna edici olacağı düşünülebilir. Ancak benim gözümde ve idama karşı olan birçok kişinin gözünde birinci itiraz nedeni bu değil. Asıl konu, insan hayatına verdiğimiz önem; hümanist etiğin bir kutsallık inancı yoktur ve olamaz da ama bir metafor olarak 'kutsal' kelimesini alabilir ve "Kutsal olan insan hayatıdır" diyebiliriz. Yaşadığımız koşullarda, her kurumdan önce devlet, insan hayatının dokunulmazlığını korumakla yükümlü. Bu yükümlülüğü taşıyan devletin kendi uygun gördüğü birtakım durumlarda birilerini öldürerek cezalandırması kabul edilebilir bir şey olamaz. İşin somut ayrıntıları da mide bulandırıcı. Devletin çeşitli memurları arasında 'cellat' denilen birileri olacak.
Osmanlı zamanında idam bol bol yapılırdı. Ama 'cellat mezarlığı' diye ayrı bir yer vardı. Yani cellat olan kişilerin normal mezarlıkta yatması istenmemişti. Bu mezarlıkta mezar taşlarına da isim filan yazılmazdı. Milletçe hayran olmamız beklenen Abdülhamid zamanında idam uygulaması çok seyrelmişti; hele siyasi idam hiç olmamıştı. Abdülhamid’in 'can düşmanı' olan Midhat Paşa öldürülmüştü, ama bu da bir idam değildi ve Abdülhamid "Ben yapmadım" diyerek kendini sıyırmıştı. Abdülhamid’in kendisine suikast düzenleyen adamı da idam etmeyip sınır dışı etmekle yetindiği sık sık hatırlatılan bir davranıştır. Abdülhamid’in Batı kamuoyunu hoş tutmak için böyle yaptığını düşünebiliriz elbet. Ama bu da sonuçta 'medeni dünya' ile bağlantısını kesmeme iradesini gösteriyor. Böyle olaylar 'çağdaş Abdülhamid hayranları'nı etkilemiyor anlaşılan.
Tayyip Erdoğan için 'Batı kamuoyu' dediğimiz şey de oynadığımız oyuna 'dış düşman' kadrosundan giren bir özne. Onu küstürmemek diye bir özene saygı duyması mümkün değil. Küstürmek, özellikle hedeflediği bir şey... Ayasofya ve daha pek çok politika (Kavala, Demirtaş, Türköne ve daha birçoklarının hapiste tutulması) bu amaca yönelik. Yani, onlara "Bizim sizinle bir alışverişimiz yok. Fikrinizi kendinize saklayın" diyoruz. Bu, aynı zamanda içeridekilere de, bizim uluslararası topluluk değerleriyle bir ilişkimiz olmadığı ve olmayacağını ilan etmek oluyor.
Daha önce de yazdığım gibi siyasi alanda süregiden bu gerilim, son analizde insanlık değerleriyle ilgili bir şey. Yazının başında bunu beklediğimi söylemiştim. Evet, bu nedenle bekliyordum. 'İdam' gibi bir konu doğrudan doğruya bu değerler sorununa bağlanıyor ve dolayısıyla Erdoğan’ın oğlu gibi okla değil de tabancayla ateş ettiği nişan tahtasının tam önünde duruyor. İhmal edilemez bir hedef...
Desen: Selçuk Demirel
"İdam Sevgisi" yazısına zeyl
İdamın geri getirilmesi üstüne yazdığım yazıda bu çağda idamın kabul edilemezliği üstüne yazarken bunun asıl dayanağının" insan hayatı"na duyduğumuz saygı olması gerektiğini yazmıştım. Bu tabii "soyut" bir kavram. Bugünlerde pek yaygınlaşan korkunç, tüyler ürpertici kadın cinayetlerini izledikçe "Bu mu insan?" sorusu otomatikman insanın aklına ve ağzına geliyor. Soyuttan somuta geçince böyle bir sorunla karşılaşıyoruz.
Zorlanarak da olsa, "Evet, bu da bir insan" demek durumundayım. Türsel olarak bakıyorsunuz ve evet, insan olduğunu görüyorsunuz. Maymun değil, kelebek değil, kertenkele vb. değil; bütün anatomisiyle, fizyolojisiyle insan... Ama insanca olmayan bir şey yapmış. Gene yapar mı? Bilemem, ama yapabilir elbet.
Bu noktaya gelince "insan/toplum" ilişkisine bakmamız gerekiyor. Bu "katil", hepimiz gibi kaşı gözü var, canı yanıyor, keyif de alıyor, düşünüyor, anlıyor v.b. Ama aynı zamanda bir kadını camdan atıyor, bir kadını öldürüp varile tıkıyor ve yakıyor. Fiziksel yapımızda hiçbir ayrım olmadığı halde zihnimiz nasıl bu kadar farklı çalışabiliyor? Bunun cevabı da insan olmamız, yani "bilinçli" olmamız. Toplumsal yaşamak zorundayız ama aynı zamanda bireyiz. Aslanla, kaplanlar içgüdülerine göre yaşıyor ve içgüdüleri onları kendi cinslerine zarar vermekten alıkoyuyor. Bizim böyle bir içgüdümüz yok; onun yerine "düşüncemiz" var. Her bireyin kendi ayrı düşüncesi var.
Bu "katil" dediğimiz insanların yaptıkları toplumun genel kabul gören kurallarına ya da değerlerine aykırı. Zaten öyle olduğu için toplunum onlara bir ceza uygulanası söz konusu. Peki bu "aykırı" düşünceler nereden geliyor? Toplumdan. Çünkü düşüncemizin içeriğini belirleyecek toplumdan başka bir kaynak yok. İnsan hayatı çok karmaşık, insan düşüncesi çok karmaşık. Çünkü insanız ve bütün öbür canlılardan farklı olarak düşünebiliyoruz. Hangi düşünce ögelerini nasıl bir araya getirerek nasıl bir sonuca varacağımız da bireyden bireye değişiyor. Ancak, son analizde, herkes, kendisine verilen hayatın sonucu, ürünü. Yani bazı insanlar "iyi", bazı insanlar "kötü" yaratılmamış. Yaşadıkları sonucunda, yaşarken aldıklarıyla öyle ya da böyle olmuşlar. Dolayısıyla biz "suç işlemiş" bir bireyi cezalandırırken, aslında onu suç işleyen biri haline getiren topluma da bir sitem etmiş oluyoruz.
Bu anlatmaya çalıştığım karmaşadan ötürü de, "idam cezası" diye bir şey olmamalı. Gene o soyut düzeye dönüyorum: "insan hayatının kutsallığı". İdamı el altında tutmak, insanın "kötü" bir varlık olduğunu kabul etmektir. "Olabileceğini" değil, "olduğunu". Bu durumda "iyi" insanlar "kötü" insanları öldürme hakkına sahip. Oysa tarih bize birilerini idam etmişlerin idam ettiklerinden beş beter yaratıklar olduğunun binlerce örneğini gösterdi.
Bunun "örnek olma" ve benzeri pratik gerekçelerinin hiçbirinin tutarlı olmadığını anlatmaya hiç kalkışmayacağım. "İdam" bence bir insanlık suçudur. |