24 Mart 2022

Güven veren program

Toplumun sahici sorunu "normalleşmek". Yan yana gelen altı siyasi partinin yapması gereken -ve yapabileceği- bu "normalleşme"yi yapmak

Seçim yaklaşırken muhalefetin beklenen başarısı hakkında dile getirilen talep bir klişe haline geldi: AKP-MHP iktidarına bir kere daha oy vermek istemeyenlerin sayısı artıyor. Yani iktidarın oy tabanı eriyor. Gelgelelim, iktidarı desteklemekten vazgeçen bu çok sayıda seçmenin onun yerine kime oy vereceği belli değil. Dolayısıyla muhalefetin iktidarı elde ettiği zaman ne yapacağını topluma açıklaması gerekiyor. Bu açıklamada söylenecek sözlerin, yapılacak vaatlerin inandırıcı olması da çok önemli. Bu olmayınca (olmadıkça) "kararsız" kitle gitgide kalabalıklaşabilir ama bu kadarla kalırsa iktidarın değişmesine yol açacak kadar etkili olamayabilir.

Bu sözlerin bir mantığı var şüphesiz. Söylenen yapılırsa iyi olacağı da şüphe götürmez sanırım. Ama bunu yapmak kolay mı? "Kolay" bir yana, mümkün mü?

Tayyip Erdoğan iktidarı Türkiye'nin başına büyük bir felaket olarak çöktü. Bana göre ve T24 okurlarının hepsine göre böyle, ülke nüfusunun yarıdan fazlasına göre böyle. Tamam da, anketlerde oyunu AKP'ye vereceğini söyleyenlerin oranı da yüzde otuzun oralarda bir yerde. Bunun yanına MHP de eklendiğinde toplam oran yüzde kırka yaklaşıyor. Karşımızda duran, "faiz sebeptir" ekonomik teori ve pratiğiyle, Adana'da ve her yerde ekranda gördüğümüz üslup çerçevesinde asayişi sağlayan polisiyle, "Tek-adam sultasında Kuvvetler Birliği" politik kültürüyle ve saymakla bitmeyen daha bir nice marifetiyle her gün seyrettiğimiz bir iktidar bu. Bu iktidarın yüzde kırka yaklaşan bir oy potansiyeli varsa, ülkenin başına çöken felaketin tek sebebi Tayyip Erdoğan ve iş arkadaşları olamaz. Bu ikiliyi tanımlamak üzere birçok şey söyleyebilirsiniz, "kötü"den "berbat"a uzanan birçok sıfat kullanabilirsiniz; ama Türkiye'ye büsbütün yabancı, burada kökü olmayan bir oluşum olduğunu söyleyemezsiniz. Bu ikili ne yaptıysa, ne söylediyse, bunlar kendi icadı değildi. Onlardan önce bu toplumda yapılan ve söylenen şeylerdi. Bu dereceye varmamışlardı, bu boyutlara erişmemişlerdi, ama bilinmeyen şeyler sayılmazlardı. Dolayısıyla, şu ana kadar göz önüne çıkmamış bazı yeni marifetleri de ekleyerek iktidarı elde tutmaya devam etmeleri "Olmaz öyle şey" deyip geçecek bir ihtimal değil.

Erdoğan-Bahçeli iktidarının gücünün nerelere uzandığını, uzanabildiğini, şu anda gündemi dolduran altılı muhalefete bakarak hesaplayabiliriz. Bu altılıyı yan yana getirmek kolay iş değil. Bunların yanına, şimdilik bir "buçuk" olarak, Erdoğan'ın geçen gün sarayına davet ettiği AKP küskünlerini de ekleyebilirsiniz. Sanırım şimdiye kadar hiçbir siyasi figür böyle bir "geniş cephe" kurmayı başarmamıştı. Erdoğan başardı. Başardı ama hâlâ yüzde yirmi dokuz ila otuzlardan söz ediyoruz.

Bu arada, altılının arasından birinin "Yahu, HDP nerede?" demesini Erdoğan da sağlayamadı. Her şeyin bir sınırı var. "Demokrasi istiyoruz" dedik de...

Bu altılı (ve tabii HDP de) önlerine, adına "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" dedikleri hedefi koymuş durumda. Şimdi yürürlükte olan "Erdoğan'ın keyfi ne isterse" rejiminin yerine bunu getirecekler. Olay basit bir "restorasyon" gibi görünmesi diye (üstelik o parlamenter rejimin sevdalısı da yoktu memlekette) önüne bir "güçlendirilmiş" nitelemesi eklenmiş. Tabii böyle bir şeyin olabilmesi için Tayyip Erdoğan iktidarını oylarıyla devirmeleri gerekiyor. Yani asıl hedef bu toplumu Tayyip Erdoğan sultasından kurtarmak. Bu sulta bana ciddi mi ciddi bir badire olarak göründüğü için daha başka "program"a ihtiyaç duymuyor ve bunu başarmayı yeterince anlamlı buluyorum.

Tayyip Erdoğan iktidarı bu toplumun altını üstüne getirdi. Kullandığım bu deyim yanılmıyorsam askerlik ocağından türemiştir ve karavanayı anlatır. Malum, karavana içinde kepçeyi fazla oynatırsanız kazanın dibine çökmüş taşı toprağı yüzeye çıkarmış olursunuz. Yani "altını üstüne getirmek" tavsiye edilir bir iş değildir. Değildir ama Tayyip Erdoğan tam da bunu yaptı. Pek sevdiği Abdülhamit gibi o da sadakati liyakatin önüne koydu. Adana'da cop sallayan polisten çeşitli savcı ve yargıçlara, "Beşli Çete" tarzı iş adamlarından tekme atan ataşelere doğru uzanan değerlerle donattı ülkeyi. Dediğimiz seçim sonucu gerçekleşirse bu ordu harekete geçecek ve cansiperane bir direniş gösterecektir (çünkü "kaybedilecekler" öyle böyle değil).

İstanbul Belediyesi'ni kaybetmenin AKP'liler üzerinde yarattığı sonuçlarına baktığınızda bu direnişin nasıl bir üslup geliştireceğini (üçle beşle çarparak) anlayabilirsiniz.

Dile kolay! Erdoğan'ın içinde rahat edeceği rejim ancak bir diktatörlük olabilir. "Öyleyse biz buna zaten alışmışız" deyip hafife alamayız. Çünkü bu bizim alışık olduğumuz türden bir diktatörlük değil. Belirli sahneler, prosedürler birbirine benzeyebilir ama değerler apayrı, hatta çok zaman kasıtlı olarak alışık olunanın karşıtı. Bir toplumun şirazesi olduğu gibi yerinden oynuyor, mantık değişiyor. Bizim alıştığımız rejim aksıyordu, ceberuttu v.b. ama daha anlaşılır kuralları vardı ve son analizde varmak istediği yer, ironik bir durum olsa da, demokrasiydi. Bu şimdikinin amacı kendini ebedileştirmek. "Demokrasi" ile ilişkisine gelince, "nefret" üstüne oturuyor.

Dolayısıyla toplumun sahici sorunu -şu yirmi yılın sonunda- "normalleşmek". Yan yana gelen altı siyasi partinin yapması gereken -ve yapabileceği- bu "normalleşme"yi yapmak.

Normalleşme gerçekleştikten sonra her parti benimsediği temel ilkeler ve değerler üzerinden kendi programını hazırlar, sunar, topluma da kabul ettirmek için elinden geleni yapar; ama bu, normalleşme olduktan sonrasının işi. Bu altı partiden böyle bir çalışma beklemeye de hakkımız olmadığını düşünüyorum.

"Enkaz devraldık" sözü politikacıların her dem taze deyimiydi. İşler hiçbir zaman çok iyi gitmediği için genellikle göze doğru görünür, işe yarardı. Ama şimdi en doğru görüneceği yere geçip oturdu. Öyle ki, bir sürpriz olsa ve Tayyip Erdoğan seçimi kazansa, bu sözü o söylese, "Adam haklı" derdik.

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?