Emekli amirallerin yayımladığı 104 imzalı bildiri ortalığı adamakıllı karıştırdı. Bununla ne kadar süre yaşayacağız, birtakım başka olaylara kapı aralayacak mı, nereye varacak, göreceğiz.
İktidar cephesi, hiç şaşırtıcı olmayan bir tutumla, bu bildirinin bir "darbe tehdidi" olduğunu söyleyerek b çizgide saf tuttu. Ama bu tavrı takınan yalnız iktidar öbeği değil. Muhalefet cephesinde de bildiriyi sert bir dille kınayanlar var. AKP'den kopanların kurduğu iki parti bunların arasında. Saadet Partisi, gene beklenir biçimde, olumsuz gözle baktığını gösterdi. Meral Akşener ise, "zevzeklik" suçlamasıyla, başı çekti. Bunlar, yakın tarihimizde, darbelere kendileri "maruz" kalmış kişiler ve çizgiler.
Ben bu bildiriyle "darbe" arasında bir bağlantı görmeyenlerden biriyim ve niçin böyle gördüğümü açıklamak için bu yazıyı yazıyorum. Herhangi bir askeri darbeden herhangi bir hayır geleceğine inanmayanlardanım. Dolayısıyla da darbe kokusu salan sözlere ve davranışlara karşı duyarlığım yüksek. Bunları uzun uzun anlatmaya da gerek görmüyorum. Ancak, dediğim gibi, bu bildiriden böyle bir sonuç çıkarmadım.
Bildiri belirli bir konuda bir fikir belirtiyor. Bu konu, bildiriyi yazan ve imzalayan kişilerin mesleklerine yabancı bir konu değil. Amiral, her amiral, Montreux gibi bir konu hakkında elbette bilgi ve kanaat sahibidir.
Bildirinin bir "aksi takdirde" kısmı var... Yazılan metin bir darbe tehdidi içeriyor olsa "şunu şunu yaparız" havası taşımalıydı. Oysa böyle bir ima görmüyoruz.
Kaldı ki bildiriyi yayımlayanlar emekli! "Aksi takdirde biz şöyle yaparız" diyecek bir durumda değiller. Kimseye bir emir, komut veremezler.
Hepsinin "amiral" olması da anı kapıya çıkıyor. Belli ki kendilerini "boğazlar" konusunda uzman olarak görüyorlar-önemli olan bu "uzmanlık". Darbe hazırlayan adam herhalde birkaç general bulmaya da çalışırdı.
Bir de, bunca darbe görmüş bir toplumuz. Böyle imzalanmış metinle, bildiriyle gelen darbe gördünüz müydü? 27 Mayıs'tan önce bir "aksi takdirde" bildirisi çıkmamıştı. Çıkmaması gerekirdi, kimseyi huylandırmamak gerekirdi. 12 Mart ise bildiriyle oldu. Yani öyle bir bildiri yazıldı ki, bildiriyi okuyan iktidar şapkalarını alıp odayı terketmeleri gerektiğini anladılar. O bildiriyle bu bildiri arasında bir karşılaştırma, üslup analizi yapmasak da olur herhalde. Derken 12 Eylül geldi. O da habersiz, uyarısız gelen darbelerdendi. Bunu "post-modern darbe" izledi. O da, 12 Mart gibi, bildiriyi, iktidarı iktidardan düşürecek silah olarak kullanmaya karar vermişti. Öyle de oldu. Bu tür bildirileri emekli generaller, amiraller vermedi.
Bunları yan yana getirince bildirinin "darbe" kastı taşıdığına ihtimal vermiyorum. İmzalayanlar arasında pek az kişi hakkında fikrim var. Onlara baktığım zaman "fikir birliği" diye bir şey göremiyorum-Işık Biren de var, Atila Kıyat da, örneğin!
Gelgelelim, burası Türkiye! Burada bu metni yazıp imzalayanlar amiral rütbesiyle emekli olmuş askerler! Bu da yeterince telaş yaratacak bir durum. Burada, "kanaryaları seviniz" diye bir bildiri yayımlansa, altında da 104 yüksek rütbeli subayın imzası olsa, bundan da kuşkulanacaklar olabilir. Sabıkalıyız çünkü. Üstelik bildiri gece yarısı yayımlanmış. Bu da başlı başına endişe verici bir belirti olabilir.
Peki ama geçmişimizde böyle olaylar var diye ne yapacağız? Normal koşullarda herkes düşüncelerini yayımlama özgürlüğüne sahip. Amiral oldukları için bu insanların böyle bir hakkı olmayacak mı? Montreux'nün geleceği üstüne Eczacılar Birliği fikir beyan edebilir ama emekli amiraller lafa giremez mi?
Peki bu "emekli amiraller" ne düşünerek ve ne bekleyerek böyle bir bildiriyi yayımladılar? Yukarıda, bu olay karşısında iktidarın kendisinden beklenen tepkiyi gösterdiğini söylemiştim. İki lafın arasında olur olmaz "darbecilik" konusu açan, "Darbeci CHP" demekten özel bir zevk alacağı besbelli olan Tayyip Erdoğan bunu elinden kaçırır mı? Anında konuyu bu noktaya çekeceğini tahmin etmek güç bir şey mi?