Mitilini
Araçlara kapatılmış parke yola atılan masalarda genç insanlar oturuyordu.
İki kadın, dört erkek, ısmarladığı içkiyi az sonra üstüne dökecek bir adam ve çantasından çıkardığı ıslak mendille onu temizlemeye çalışacak olan kız arkadaşı.
(Kız, adamın pantolonunu silerken ikisi de gülerek konuşuyor olacak, bu da bana ilişkinin başında, bütün aksiliklerin gülerek karşılandığı aşamada olduklarını düşündürecek ve her zaman olduğu gibi bu aşamanın neden sürekli olmadığını merak ettirecek. Sürekli olan hiçbir şey olmadığını bildiğim halde.)
Ve başkaları ve biz.
"Pejmürde adamı gördün mü?" diye sordu arkadaşım.
Görmüştüm. Pejmürde adam masaların arasındaki yoldan sokağın sonuna kadar gidip geliyor, bazen eğilip yerden bir sigara izmariti kaldırıyordu. Yüzünde esrarengiz bir gülümseyiş vardı, paylaşmayacağı güzel bir sırra sahip imiş gibi. Hırpani ve meteliksiz görünümüne rağmen eğitimli bir insana benziyordu. Belki sırrı bu idi.
"Masalardaki bisküvileri alıyor" dedi yüzü daha fazla masanın bulunduğu yöne dönük olan arkadaşım.
Bana vişne suyu, ona yeşil çaylı limonata ısmarlamıştım. İçkiler yanlarında birer bisküvi ile gelmişlerdi.
Bir yudum aldıktan sonra bardağımı ittim.
"İnanılmaz şekerli" dedim.
"Menüde şekerli ve şekersiz diye yazıyordu" dedi arkadaşım.
"Dikkat etmemişim."
Pejmürde kelimesini uzun zamandan beri ilk defa duymuştum. Türkçe kökenli bir kelime olmadığı açıktı. Arapça veya Farsça olmalıydı ama Farsça olması daha olasıydı.
Kelimenin kökünün pej olduğunu hayal ettim, kendimi eğlendirmek için.
Pej: Eski püskü, yırtık, kirli.
Pejmür: Üstü eski püskü, yırtık, kirli, âdem babamsı erkek kişi.
Pejmürde: Aynı ama kadın, Azade, Ferhunde veya Müride gibi.
Aslında susamamıştık. Adadan anakaraya gidecek geminin kalkış zamanına kadar olan iki saati öldürmek istiyorduk. Sahilde yürümeye başladık ama güneş yakıyordu. Kaçmak için bir ara yola saptık ve kendimizi bu masada oturuyor bulduk.
Duvarların güneşi kestiği sokak, boydan boya gölge idi ve denizden hoş bir esinti alıyordu.
Yeni, daha önce görülmemiş bir yerde olmak iyi ama oraya gitmek ve oradan dönmek, kullanılan araç ne olursa olsun, sıkıcı.
Karşıda, başka bir pastanenin kaldırımındaki masaların birinde, daha önce başka bir kasabadaki bir lokantada gördüğümüz bir çift oturuyordu. Adamın siyah sakalları vardı. Kadın çömelmiş, pusetteki bebeğine bir şeyler yapıyordu. Ne kadar cesurdular, tükenmekte olan bir dünyaya bir tüketici daha ekledikleri için.
(Dünya durmadan değişiyor ama insan hep aynı kalıyor.)
Adam beyaz tişörtlü lacivert pantolonluydu, eşi ise üst burjuva üniforması, küçük çiçekli, güzel bir entari giyiyordu. Görünüşleri pejmürdenin tam tersi idi: Edrümjep.
Konuşmuyorlardı. Lokantada da hiç konuşmamışlardı. Ama sakin, birbirleriyle rahat görünüyordu. Ya da çığlık atmanın eşiğinde idiler de bana sakin görünüyorlardı. Gecenin en karanlık anının şafağa en yakın an olması gibi.
Bardağımın içinde durduğu tabağı, yanındaki bisküvi ile birlikte masanın kenarına doğru ittim. Yeniden önümüzden geçerse, pejmürde adamın bisküviyi alması daha kolay olsun diye.
Geminin kalkmasına daha bir buçuk saat vardı.