Havadan her şey düzenli görünüyor, gecekondular ve trafik kargaşaları bile.
Sesler duyulmuyor, hava kirliliği solunmuyor.
Daha sonra bulutlar yeryüzünü, yeryüzü ile ilgili kaygılarla birlikte, gözden gizliyor.
Adada olmak için sabırsızlanıyorum. Bir saat on beş dakika bile -kaptan yolculuğun bu kadar süreceğini söyledi- uzun görünüyor.
Haliç’e paralel uçuyoruz. Arkalarında beyaz köpüklerle Boğaz’ın bir kıyısından diğer kıyısına yolcu taşıyan tekneler, havada arkalarında beyaz izler bırakan uçaklara benziyor.
Güneş seyrek bulutların arasındaki suyu ışıldatıyor. Bazı yerlerde su akıyor gibi. Sanki denizin içinde nehir var.
İki sıra arkamda pencere kenarındaki koltukta Mehmet oturuyor. Ben yerime yerleştiğimde o oturuyordu.
"Kontrole mi geldin?" diye sordum. Başını salladı. "Her şey iyidir inşallah," dedim. Gene başını salladı.
Kalp ameliyatından sonra eski neşesini ve canlılığını kaybetti. Gözleri içeri bakıyor.
Altımızda ufuk çizgisine kadar varan ve onu silen bulutlar var.
Karmaşık figürler meydana getiriyorlar. Sanki su zerreciklerinden oluşmadılar, geçici değiller de kalıcı, taşlaşmış bulutlardan müteşekkil bir dünya-üstünde-dünya imişler gibi. Dağları, vadileri, düzlükleri, uçurumları ve ormanları var. Toprak ve kaya gibi sert, dayanıklı ve evet, kalıcı.
Yanıltıcı. Ama şu an için öyle düşünmek istiyorum. Oralarda yaşayan, tek gıdası su olan bulut insanlar bile hayal edebilirim.
Has, zamanın geçişi ve insanların gelişinin değiştirmediği bir yerde olmak istiyordum. Başlangıçta, daha çok ümit ve daha çok gelecek vadeden, o zamanda var olan bir dünyada.
Ama böyle bir yer yok. Olsa bile belki de ben orada yaşayamam.
Adanın her yerinde dünyanın eski çağlarına özgü ormanlar kayboldu. En ücra yerlerde bile insan elinden çıkma bir park havası var. Bir düzen, bir yeni olma hâli. Önceden var olan birçok şeyin -çeşitliliğin, çiçeklerin, kuşların, hayvanların- kaybolmuş olduğu.
Kimse ormana çiçeklerini geri vermeyecek.
Bazen hüzünleniyorum çünkü kalanın da tehdit altında olduğunu, kalıcı olmadığını biliyorum.
Gelecek defa geldiğimde orman orada olmayabilir.
Ateş yakmak yasak olduğu hâlde bazen çevrede kömürleşmiş kütükler, ısınmak için yakılmış ateşlerin kalıntılarını görüyorum.
Uçak alçak sıradağı aştıktan sonra denize yöneliyor ve yeşil mavi suların üzerinde geniş bir kavis çizerek burnunu asfalt bir post gibi yatan havaalanına çeviriyor.
Hayata doyum yoktur. Beyin başka türlü düşünmeye, hayatın kısıtlı olduğu gerçeği ile uzlaşmaya, ölümü kabul etmeye çalışır, ama bedenin kendine ait, susturulamaz arzuları var.
Kimsesiz bir koydaki duru yeşil mavi suyu görüp içinde olmayı istemek gibi.
T24’ün notu: Bu yazı Elazığ’daki depremden önce yazıldı. Can kayıpları için başsağlığı ve sabır, yaralılara şifa diliyoruz.