Başkanın bileğinde som altın bir saat var.
Fiyatı birkaç yüz bin dolar olmalı.
Devlette çalışan birinin maaşla satın alabileceği bir şey değil.
Ama işte Devlet Başkanı Jacob Zuma’nın bileğinde ve saklamaya gerek duymuyor.
Zuma, dokuz yıllık iktidarında Güney Afrika ekonomisini karaya oturtmak, rüşvet ve yolsuzluğa gem vurmamakla suçlanıyor.
Kendini savunurken kolunu kaldırınca altın saat ortaya çıkıyor.
Cinayeti ben işlemedim derken kanlı bir bıçak sallamak gibi bir şey.
Bu arada aklıma bir şey takıldı: Kaddafi’nin saatleri ne oldu?
İlginç bir fenomen:
Bütün saatler aynı zamanı gösterir, ama hiçbir despot benim gibi 125 liralık Swatch takmaz.
Bütün despotların pahalı saatlere karşı zaafı var.
Kısa bir süre önce iktidardan düşürülen Zimbabve eski Devlet Başkanı Robert Mugabe’nin de benzer bir saati vardı. Kuzey Kore lideri Kim Jong-un’un da.
Pahalı olan sadece saatleri değil. Sea Island pamuğundan gömlekleri, superfine kumaşlardan elbiseleri, pantolonları ile bin dolarlık ayakkabıları arasında görünen pahalı çorapları (Gammarelli, Falke?) ... Üstlerindeki giysilerin ve aksesuarların tutarı, herhalde ortalama bir Afrikalının veya Kuzey Korelinin hayat boyu kazanacağı paraya yakındır.
Ya bankalarda istifledikleri milyonlar?
Çalmaktan utanmıyorlar mı?
Belki ilk başlarda utanıyorlardı. Sonra alıştılar. Kendilerini diğer ölümlülerin üstünde, ülkelerini soymayı ise doğal bir hak saymaya başladılar. Yargıdan, Azrail’den fazla korktukları için koltuklarına yapıştılar.
Onları böyle yapan, dev bir empati eksikliğidir, başkalarının duygularını anlama ve paylaşma yeteneğine sahip olmamaktır.
Normal biri despot olabilir, ama despot normal biri olamaz. Caddelerde yürüyüp vitrinlere bakamaz. Sinemaya gidemez. Deniz kenarında piyasa yapamaz.
Tiranlık dönüşü olmayan bir yoldur.
O, ya öldürülecek (Kaddafi) ya kovulacak (Mugabe) ya devrilip hapsi boylayacak (Güney Kore Devlet Başkanı Park Geun-hye) ya da bitmeyen bir savaşın savaşçısı olacak (Esad).
Tiranlık dönüşü olmayan bir yoldur; öldürülecek, kovulacak, devrilip hapsi boylayacak ya da bitmeyen bir savaşın savaşçısı olacak
Despotların ülkeleri için sonuç, her defasında her yerde aynıdır: Ahlakî çöküntü, yerlerde sürünen ekonomiler, dolu hapishaneler, süper zenginler, darbe teşebbüsleri, ölü demokrasiler.
Galiba demokrasi ve dürüst yönetim, Kuzey Amerika’nın ve Avrupa’nın Hristiyan ülkelerine has bir şey. Devenin çöllere has olması gibi, yöresel bir olgu.
Müslüman ülkelerin hepsinde aşırı dincilikle aşırı yolsuzluk (ve despotluk), Muhammed’in vefatından beri at başı gidiyor.
Dürüst olmak, kendin için değil, başkaları için çabalamak neden bu kadar zor?
Savaş neden barıştan kolay?
Para neden bu kadar tatlı – özellikle keyfini sürecek ne zamanı ne de zevki varsa insanın?
*
Bu arada aklıma bir şey takıldı: Kaddafi’nin saatleri ne oldu?