Kendini, ailesini veya kabilesini doyurmak için değil de keyif için ava çıkan ilk insan acaba kimdi?
İnsanın avlayarak ve toplayarak yaşadığı eski zamanlarda bir hayvan avlanır, aşiret onu yiyip bitirinceye kadar tekrar ava çıkılmazdı.
Bunu hâlâ o tarzda yaşamaya devam eden Afrika ve Güney Amerika kabilelerinin av alışkanlıklarından biliyoruz.
Yabani hayvanlar da aynıdır. Aslan bir av yakaladığında onu yiyip bitirinceye kadar ava çıkmaz.
Av ne zaman karın doyurma çerçevesinin dışına çıktı ve "spor" oldu?
İngilizlerin ava verdikleri isim ilginçtir: "Game". Game, biraz İngilizcesi olan herkesin bildiği gibi "oyun" anlamına gelir.
İngilizlerin Almanca "gamanan" kelimesinden aldıkları ve On Üçüncü Yüzyıl’dan beri kullandıkları sözcük "keyif, eğlence, spor, cümbüş" anlamına geliyor.
Avrupalı devletler On Dokuzuncu Yüzyıl’da Afrika’yı aralarında bölüştüler.
Yerli aşiretler kendi şefleri tarafından yönetilirken başlarına valiler yollandı.
Topraklarına el kondu, Batı’nın yasalarına uymaya, kendi gelenek ve göreneklerini terk etmeye zorlandılar. Küçük düşürüldüler. Masai örneğinde olduğu gibi mızrak ve kalkanları toplatıldı. Dansları bile yasaklandı.
Kongo gibi birçok yerde köleleştirildiler, kadınlarının ırzına geçildi, hayvan gibi kullanılıp ölünceye kadar çalıştırıldılar.
Toprakları seyyahlar, misyonerler, eğlence arayan aristokratlar, çiftçiler ve büyük ava meraklı avcılarla doldu.
O dönemden çıkan en güzel eser Barones Karen Blixen’in (1885-1962) yazdığı, filmi de yapılan, Out of Africa adlı romandır.
Kitap Danimarkalı aristokratın 1914-1931 yıllarında Kenya’da, Nairobi yakınlarındaki kahve plantasyonundaki hayatını, yerlileri ve safarileri anlatıyor.
Blixen, gençliğinde "Afrika’da yaşayan her hayvandan bir tane vurmadan yerinde duramayacağını" itiraf eden hasta bir avcı idi.
Paris’te, arkadaşlarının safariden getirdiği leopar ve çita derilerinden paltolar diktiriyor, yılan derisinden ayakkabılar yaptırıyordu.
Avrupa-Afrika gemi yolculuklarının birinde tanıştığı bir İngiliz ona özel yabani bir dağ koyununu vurmak için on bir defa Meksika’ya gittiğini anlatmış. Adam Kongo’ya, orada antilop avlamak üzere gidiyormuş.
Blixen, çiftliğinin çevresinin ava çıkan beyazların tüfek sesleri ile çınladığını yazıyor.
Sanki Tanrı Afrika’yı beyazlar cümbüş yapmak için öldürsün diye hayvanlarla doldurmuştu.
Kitabın en hoşuma giden yerlerinden birinde, Blixen ve sevgilisi avcı Denys Finch-Hatton (1887–1931), Denys’in kullandığı küçük bir uçakla Blixen’in çiftliğinin yakınında bir düzlüğe konduklarında yaşlı bir Kikuyu ile karşılaşır.
"Bugün çok yükseğe tırmandınız," der yaşlı adam. "Sizi göremedik. Sadece uçağınızın arı gibi vızıldayan sesini duyduk."
Evet, der Blixen, çok yükseklere tırmandık.
"Orada Tanrı’yı gördünüz mü?" diye sorar yaşlı adam.
Blixen ve sevgilisi görmediklerini söyler.
"Yaa," diye tepki verir ihtiyar Kikuyu. "Yeteri kadar tırmanmamışsınız demek. Söyleyin bakalım: Tanrıyı görecek kadar yükselebilir misiniz?"
Blixen ve Finch-Hatton bu soruya "Bilmem" diye cevap verir.
"O zaman," der Kikuyu, "siz ikiniz neden hâlâ uçmaya devam ediyorsunuz, anlamıyorum."