Ekranlar yaşamımızı kaplıyor. Televizyon ekranına bakmadığımız zamanlarda televizyon ekranına bakıyoruz. Kimi zaman bu bakışlardan sıkılıyor ve sinemaya daha büyük ekranlarda başkalarını seyretmeye gidiyoruz. Bu sırada yanımızdan yöremizden bir sürü insan geçiyor hikayeleriyle beraber. Bizimle aynı ekranlara bakan farklı kültürlerden, farklı yaşamlardan gelen insanlar. Veya aslında tümüyle hikayesi bize benzer olanlar. Bu insanların kimisiyle sokakta karşılaşıyor selamlaşmadan devam ediyoruz yolumuza, kimisiyle belki her sabah aynı otobüste, vapurda yolculuk yapıyoruz. Simalar çok tanıdık ama yabancıyız her birine. Belki arada küçük bir “merhaba” veya baş sallama.
Büyük şehirlerin yalnızlığı içerisinde hepimiz kendi varoluş mücadelemizi veriyoruz. Bu sırada betonların arasında yaşam savaşımız vahşi bir biçimde devam ediyor. Gelirimiz ve keyfimiz arttıkça uzaklaşıyoruz diğer insanlardan ve konfor adı altında çoğunluğumuz at gözlüklerimizi takarak kariyer, yaşam yolumuz içerisinde ilerlemeyi tercih ediyoruz.
Bu Pazar gününde “şu güzel ortamı” bozmayıp yazıyı da “Cuma hutbesine” çevirmeden “esas konuya” değineyim. Efenim gerek bloglar gerekse Facebook üzerinde ses getiren bir proje oldukça dikkatimi çekti. New York’ta yaşayan fotoğrafçı Brandon Stanton 2010 yılından bu yana bir fotoblog üzerinden çalışma yürütüyor. Brandon fotoğraf makinesinin objektifini özellikle bu sene çok aşina olduğumuz üzere kendisine yöneltip “selfie” pozlar çekmek yerine, sokakta karşılaştığı insanlara çeviriyor. Onların fotoğrafları eşliğinde yaşamlarındaki “kırılma” anlarını soruyor ve ortaya müthiş hikayeler çıkıyor.
Humans of New York (New York’un İnsanları) (kısaca HONY) başlıklı proje Facebook üzerinden de takip edilebiliyor ve sayfaya şu anda 2,5 milyona yakın insan ulaşmış. Siteye bugüne kadar aralarında Türk asıllı Habeş Kaplan’ın da bulunduğu 6000’den fazla New York’lunun fotoğrafını ve hikayesini yüklemiş Stanton. New York’a geldiği Ağustos 2010 tarihinde insanların sadece fotoğraflarını yükleyerek başladığı projesine fotoğrafçı zamanla beraber fotoğraflarla beraber fotoğraf sahipleriyle yaptığı kısa röportajları da siteye ekleyerek geliştirmiş. 2013 yılında proje bir kitap olarak basılmış ve Kasım 2013 tarihinde New York Times’ın kurgu olmayan kitaplar listesinde 1 numaraya ulaşmış.
Örneğin bir çocukla konuşan Stanton çocuğa annesiyle ilgili en çok sevdiği şeyi soruyor. Çocuğun cevabı “O çok güzel” oluyor. Yıllar önce eşini kaybetmiş bir kadınla konuşuyor bu sefer ve eşiyle olan son konuşmasını soruyor Stanton. “Eşimle son konuştuğumda onu kaybetmeye nasıl dayanacağımı sordum. O da bana onun için beslediğim bütün sevgimi çevremle paylaşmamı söyledi” şeklinde yanıtlıyor kadın. Başka bir röportajda en yakın arkadaşının intihar girişiminde bulunmadan önce kendisiyle konuştuğunu söyleyen fotoğraf sahibi bu olayın ardından intihar etmeye meyilli olanlara yönelik bir müdahale projesinde gönüllü olarak çalıştığını anlatıyor.
Proje dahilinde yayınlanan fotoğrafları ve röportajları okudukça insan bazen çok ilginç bazen çok sade yorumlar, öyküler karşısında düşüncelere dalıyor. Sokakta hayat var ve bu hayatın içerisinde akan hikayeler aslında belli etmeseler de oldukça bize hepimize ait hikayeler. Kimi hikayeler yaşamlarımıza çok benziyor ve kendi kişisel tarihimizde yaşadığımız güzellikleri ve acıları hatırlatıyor. Gelecekte yaşamımıza nasıl bakmamız ve umudu içimizde nasıl koruyabileceğimize dair ipuçları veriyor.
Site, benzeri birçok sitenin açılmasına öncülük etmiş. Üniversitelerde, kentlerde insanların fotoğrafları ve onlarla yapılan röportajlara dair siteler açılmaya başlamış. Wikipedia’dan kısa bir araştırma yapıldığında Fiji adalarından Oslo’ya, Tel Aviv’den Singapur’a, Tahran’dan Seul’a kadar birçok kentte, ülkede, kurumda benzeri siteler açıldığını görmek mümkün.
Proje aynı zamanda küresel bir etkinliğe de ilham vermiş. Sosyalmedya.com sitesinde yayınlanan bir habere göre artık dünyanın dört bir tarafında insanlar sokaktaki bir insanın fotoğrafını çekip hikayesini internette özellikle de Facebook’ta yayınlamaya başlamış.
Ekşi Sözlük üzerinde bir yazarın yaptığı yoruma katılmamak elde değil; “Her şehirde olması gereken bir görsel hafıza. Neden Türkiye'nin böyle bir çalışması yok. Halbuki üniversitelerdeki fotoğraf kulüpleri için oldukça güzel bir çalışma konusu.”
Ara Güler bundan yıllar önce çektiği siyah beyaz İstanbul portrelerinde bize sadece görseller yoluyla insanların hikayelerini anlatıyordu. Amele Pazarı’nda iş için bekleyen insanların duruşlarından yüzlerinden hikayelerinin bir kısmını anlayabiliyorduk. Artık teknolojiyi sadece bir tüketim aracı olarak kullanmayıp bu tip projeler için aracı haline getirme şansına sahibiz. İzmir’in, İstanbul’un, Hakkari’nin, Trabzon’un, Selanik’in, Şam’ın insanlarının hikayelerini okumak, aktarmak, bilmek bizi birbirimize daha çok yakınlaştıracaktır inancındayım.
Bülent Ortaçgil bir konserinde “Eylül Akşamı” şarkısının hikayesini anlatmıştı. Şarkı yazımızın konusunu oldukça andırıyor. Şarkı bir aşk şarkısı gibi ama aslında yıllarca aynı sokakta yaşayan ama birbirleriyle tanışmayan iki komşunun hikayesi. Yanımızda yöremizdeki insanlarla aynı gökyüzüne bakıp hayaller kuruyoruz birbirimizden habersiz, belki onların parası döne dolaşa bizim cebimize giriyor. Olamaz mı, olabilir.
Şarkıyı bu bağlantı üzerinden dinleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=Ino8DCLmVdQ
Mutlu pazarlar
HONY Projesinin Sitesi: http://www.humansofnewyork.com/
Projenin yer verdiği Habeş Kaplan’la yapılan röportaj:
http://posta212.com/yasam/humans-of-new-yorka-bir-turk-konuk-oldu