İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Nagehan Alçı’ya yaptığı açıklamada şunu söyledi:
“Türkiye insani göç politikaları izliyor. Hem kendini düzensiz göçten koruyor hem de hayatını kurtarmak için bize sığınanlara yönelik insani vazifesini yapıyor. Bu konuda çok iddialıyım Nagehan Hanım, dünyada bizim kadar kapsamlı ve sağlıklı işleyen bir göç yönetimi göstersinler adımı değiştireyim. Bu politikayı yapan ve uygulayan tek lider var: Recep Tayyip Erdoğan. Yapılanın önemini tek anlayan lider ise Angela Merkel.”
Kuşkusuz ki Süleyman Bey’in adını değiştirmesi gerekmeyecek, çünkü böyle sözler Umberto Eco’nun tanımıyla “flatus vocis”!
Yani insanların sindirim sisteminde şu ya da bu nedenle ölen bakterilerin yarattığı gazın, vücudumuzun dışa açılan organlarından hafif bir esintiyle ve sesli olarak çıkması durumu!
Türkiye’de 5,5 milyon sığınmacı var, bunların da 3 milyon 650 bini Suriyeli.
Belli ki Bakan rakamlarla oynayıp, kafa karıştırmayı da seviyor, söylediklerini dikkatle okuyalım:
“Suriyelilerin 1 milyon 150 bini ikametli, 400 bini mülteci, geri kalanı da geçici koruma statüsünde. Toplam sayı içinde kayıtsız yani yasa dışı göçmen sayısı sadece 200 bin civarında. Bunların içinde vize vs. gibi normal yollarla gelip kalmış olanlar da var."
Ne anladınız?
Ben buradan şunu anlıyorum: 3 milyon 650 bin Suriyelinin 2 milyonu geçici sığınmacı kabul ediliyor. Geri kalan 1 milyon 650 bin Suriyeli kesin olarak kalıcı. Onların “ikametli ve mülteci” olarak tasnif edilmelerinin nedeni bu.
Yakın bir gelecekte bu gruplardakilere vatandaşlık hakkının verileceğini de göreceğiz.
Geçici sığınmacı ve yasa dışı göçmen statüsünde olanların hepsinin geri döneceğini varsaysak bile çok ciddi bir nüfus artık bu ülkede kalacak demek.
Kaldı ki geçici sığınmacıların da en fazla dörtte birinin, şartlar düzeldiğinde ülkelerine dönmeye istekli olacağını araştırmalar gösteriyor.
Yani neresinden bakarsanız bakın 3 milyona yakın Suriyeli ile “yurttaş” olacağız.
Bunların 500 bine yakını Türkiye’de doğdu.
Yıllar ilerledikçe yüksek doğum oranı nedeniyle “Türkiye’de doğan Suriyeli” sayısı daha da artacak; nüfus içindeki oranları yükselecek.
Peki Türkiye, ana dili Arapça olan bu kadar büyük nüfusu “sindirebilecek” imkâna sahip mi?
Bu kişilerin Türkiye’ye uyumu için “inşallah uyarlar” duasından başka ne gibi bir hazırlık var?
Eğitim çağındaki Suriyeli göçmen sayısı 1,5 milyona yakın. Bunların yaklaşık 650 bini bir eğitimde. Geri kalanların eğitim sorunu nasıl çözülecek, hükûmetin planı ne?
Bir de “ana dilde eğitim sorunu” var tabii.
Kürtçe ile ilgili temel sorun çözülmeden, bir de üstüne bu eklenecek. Planınız ne?
Bu nüfusun din algısı ve anlayışı ile geleneksel kentli Türklerin din anlayışı ve algısı farklı.
Bu farklılık, alıştığımız yaşam biçimimize yönelik tehditleri de içeriyor. Yanlış anlamayın sadece seküler yaşam biçiminden söz etmiyorum.
Kadın hakları konusunda, Türkiye’nin son 100 yılda aldığı mesafe ile bu nüfusun geldiği ülkedeki kadınların durumu arasında uçurum var.
Ve bu nüfusun yüzde 53’ü erkek; kadın – erkek sayısının en dengesiz olduğu yaş aralığı ise 15 – 24 yaş aralığı.
Bu konu ciddiyetle ele alınmaz ise bunun Türkiye’nin kentlerinde nasıl sorunlara yol açabileceğini tahmin etmek için fal açmaya gerek var mı?
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, 31 Mart 2019’da Türkiye’de çalışma izni verilen Suriyeli sayısının 31 bin 185 kişi olduğunu açıklamıştı.
Demek ki çalışma yaşındaki Suriyeli nüfus (yaklaşık 2 milyon kişi) içinde bir iş bulup, çalışanların neredeyse hepsi sosyal güvenliğe sahip olmayan “köle işçi” konumundalar.
Ucuz işçi çalıştırdığı için hayatından memnun olanlar kuşkusuz ki var. Peki böyle bir iş gücü sömürüsü ne kadar sürebilir?
Şimdi bütün bunların üzerine bir de düzensiz Afgan – Pakistanlı – Bengaldeşli göçünü ekleyin.
Türkiye, kendi iç toplumsal mutabakatını tamamen bozacak bir saatli bombanın üzerinde oturacak; buna hazır mısınız?
Mübarek Cuma soruları
Merak edilen sorulara belki bir yanıt vermiştir diye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adının geçtiği her haberi dikkatle okuyorum; ama heyhat!
Sorulara bir yanıt bulamadığım gibi, o konuların yanından bile geçtiğini görmüyorum.
Onun için bu mübarek cuma günü bu soruları tekrar hatırlatayım istedim.
Susarak unutturmaya çalışmak, bizim kamu yöneticilerimizin en çok baş vurduğu yöntemdir.
Sürekli sorarak, unutturmamak da gazetecilerin görevi.
Şimdi kalem kağıt hazırsa, sorularımı soruyorum.
Bu soruların muhatapları: Süleyman Soylu, TBMM Başkanı Mustafa Şentop, Adalet Bakanı Yardımcısı, ilgili hakim ve Hakimler ve Savcılar Kurulu.
- * Soylu’nun, mafya reisi Sedat Peker’in maaşa bağladığını söylediği politikacı kim? Savcılığa bu isim bildirildi mi? Savcılık nasıl bir işlem yapıyor?
- (Süleyman Soylu’ya) Yurtdışına kaçmasından bir gün önce Sezgin Baran Korkmaz ile bakanlıkta ne konuştunuz? Bu buluşmada iki polis müdürünün ne işi vardı?
- * Adalet Bakanı Yardımcısı yapılarak taltif edilen savcı, neden olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstererek, Sezgin Baran Korkmaz’ın (SBK) mal varlıklarının üzerindeki tedbiri kaldırdı? Savcı’nın Adalet Bakanı Yardımcısı yapılmasında, bu “operasyonunun” bir rolü oldu mu?
- * Olmayan MASAK raporuna dayanarak SBK’nın mal varlıkları üzerindeki tedbiri kaldıran hakimi, bu işe kim teşvik etti? Nasıl bir müşevvik kullandı? Yoksa bu kararın ardında bir “siyasi emir” mi vardı?
- * HSK, söz konusu savcı ve hakimin bu kararı neden ve nasıl verdiğini merak edip, soruşturma başlattı mı? İki yargı mensubunun, kafa kafaya vererek olmayan bir MASAK raporunu varmış gibi göstermelerinin nedenini HSK’da merak eden kimse yok mu?
Şu anda bildiğimiz şu: İçişleri Bakanı, iki polis şefi, bir savcı, bir hakimin dahil olduğu bir grup (başkaları da var mıydı acaba?) bir karar verdi ve bu karar, Sezgin Baran Korkmaz’a 150 milyon ABD Doları değerindeki mal varlığını birilerine devredecek zamanı kazandırdı.
Böyle işler durduk yerde, Hilal – i Ahmer yararına yapılmaz.
Nasıl oldu, neden oldu?