25 Şubat 2019

Reis ne söylüyor, tamburası ne çalıyor?

Nihat Zeybekçi de Binali Yıldırım da Reis'ten farklı bir telden çalıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önümüzdeki yerel seçimlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti için bir ölüm – kalım meselesi olduğu kanaatinde.
Tabi benim gibi böyle açık söyleyemiyor, halk anlamaz diye “beka sorunu var” diye açıklıyor durumu.
“Kahve dövücüsünün hınk deyicisi” siyasetini izleyen Devlet Bahçeli de aynı kanıda.
Bu seçimleri Cumhur ittifakı adayları kazanmazsa, yandık, bittik, mahvolduk!
Erdoğan ve Bahçeli’ye göre yerel seçimler sadece bir yerel seçim değil.
Memleketin geleceğini oylayacağız filan.
Çünkü nasıl olacaksa memleketteki oy potansiyeli yüzde 11’i ancak bulan HDP, bütün muhalefet partilerini de arkasına alarak memleketi duman edecek.
Seçmen nezdinde buna inanan kaç kişi vardır, bilemiyorum.
Ama öyle görünüyor ki Reis’in bizzat seçip önemli şehirlere aday yaptığı en yakın arkadaşları bile bu konuda ikna olmamış.
Bakın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım, Hürriyet’te Ahmet Hakan’a ne diyor:
“Yerel seçim ideolojik bir kamplaşma alınana çekilmemeli. Yerel seçimi bir hesaplaşmaya dönüştürmemek gerekir. Bu seçimde sadece İstanbul’u, İstanbul’un sorunlarını, İstanbul’un geleceğini konuşmalıyız. Konuyu İstanbul dışına taşımak, İstanbul’a kötülük yapmak anlamına gelir!”
AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Nihat Zeybekçi de Reis’ten farklı bir telden çalıyor:
Sözcü’de Özlem Gürses’in sorularını yanıtlarken şöyle diyor:
“Vatandaşın baktığı yerden bir beka sorunu yok, öyle de olmalıdır. Ama birileri alacak oldukları oylarla ilgili oraya buraya selam gönderiyorsa bunu bir düşünmek gerekir.”
Kim alacağı oyla oraya buraya selam gönderir bilmiyorum ama diyelim ki gönderdi, bu zaten koca TC’yi yıkacak bir şey olabilir mi?
Zeybekçi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile de anlaşamıyor. Soylu, “HDP legal bir siyasi partidir diyenler yanılıyor” derken Zeybekçi “HDP yasal bir parti, burada mutabıkız” diyor.
Benim de haliyle kafam karışıyor.
Şimdi Cumhurbaşkanı “ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor” derse haksız olur mu?

***

Bazen “hukuk” oluyor, bazen “guguk”!

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu hakkında suç duyurusunda bulundu.
Ankara Cumhuriyet Savcılığı da “baş üstüne” dedi ve “kamu görevlisine görevinden dolayı alenen hakaret” suçlamasıyla Bekaroğlu hakkında bir fezleke düzenledi.
Fezlekede Bekaroğlu’nun dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor ki hapse tıkılabilsin.
Bekaroğlu, Soylu hakkında “Allah belanı versin, utanmaz, ajan provakatör” gibi ifadeler kullanmıştı.
Siyasi tartışmaların bu düzeye indirgenmesinden doğrusunu isterseniz ben de rahatsız oluyorum.
Ama terbiye sınırını aşan bazı sözlerden en son rahatsız olması gereken de Süleyman Soylu olmalı.
Çünkü ağzını ne zaman açsa, kulaklarımı tıkamak istiyorum.
Galiba ne kadar hakaretamiz sözler sarf ederse Reis’in gözüne o kadar girebileceğini ve Berat Albayrak’ı bertaraf edebileceğini düşünüyor. Ama benden duymamış olsun, işe yaramaz.
Öte yandan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da sanıyorum ki merkezinde Soylu’nun bulunduğu hakaret davalarını hatırlamıyor.
Oysa artık internet devri, mahkemelerde olup bitenlere bir tuşa basarak ulaşabilecekleri bir sisteme de sahipler.
Bakın mesela Soylu’nun, Prof. Dr. Baskın Oran’a hakaret ettiği için açılan davada mahkeme ne kadar vermişti:
Davacı profesör ünvanlı bir öğretim üyesi olup kamu görevlisidir. Davalı ise Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’dır. AİHM’e göre, kamu görevlilerine yönelik eleştirinin sınırı sıradan kişiler için olandan daha geniştir ve kamu görevi yapan kişilerin görevlerinden dolayı kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir. Çünkü kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında davranışların eleştirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır.”
Bekaroğlu’na fezleke yazan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Soylu hakkındaki suç duyurusuna da takipsizlik kararı vermişti. Soylu, Kılıçdaroğlu’na “şerefsiz, alçak, düzenbaz, çirkef, boğazına çıngırak takacağız” gibi sözler söylemişti.
Savcılığın takipsizlik kararını verirken gerekçesi AİHM’nin kamu hizmetinde bulunanlara hakarete varabilecek ağır eleştirilere açık olması gerektiğine ilişkin kararına gönderme yapılıyordu.
Bir merak ettiğim konu da Bekaroğlu davasında Soylu’nun avukatının kim olacağı.
Soylu’nun, Prof. Dr. Baskın Oran ile olan davasında avukatı Uğur Kızılca mahkemeye verdiği savunmada şöyle diyordu:
“Bir bakan olarak, bir vatandaş olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’da yer alan düşünce ve kanaat açıklama hürriyeti kapsamında Baskın Oran’ın yazısını eleştirmiştir. Eleştiri övgü olmadığına göre zorunlu olarak sert olacaktır.”
Bakalım bu davada avukat yine Uğur Bey olursa, ne diyecek?


***

Ne demek istedi?

AKP’nin İstanbul BB adayı Binali Yıldırım, geçen hafta içinde bir öğrenci yurdunu ziyareti sırasında şöyle konuştu:
“Gençlere özel kuluçka merkezleri kurulacak. Yapay zeka, robot teknolojileri, yazılım. Bunlara kafa yorun gençler. Bunlar önemli şeyler. Bunlar Türkiye’nin geleceği. Büyükşehir’in kuracağı veri merkezi gençlerin fikirlerini geliştirmesi için önemli kaynak olacak.”
Her halde iyi bir şey yapacağını söylüyor ama ben doğrusunu isterseniz bu “gençlere özel kuluçka merkezleri” kavramını tam anlayamadım.
O günden beri de konuşmalarını takip ediyorum, bu kuluçka merkezlerinde ne yapılacağı ile ilgili başka bir açıklaması olmadı.
Acaba ne demek istedi?

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"