Hayır, “özlenen görüntü” derken, Cumhurbaşkanı’nın karşısına sebilhane sürahisi gibi sıralanmış büyükşehir belediye başkanlarını kast etmiyorum.
Kast ettiğim şey Diyarbakır Emniyeti’nin en sonunda temel insan hakları konusunda doğru bir çizgi içine girmiş olmasıdır.
Fotoğraflarını eminim sizler de görmüşsünüzdür.
Çocukları PKK tarafından dağa götürülen / kaçırılan / çıkarılan annelerin HDP önündeki oturma eylemi sırasında Diyarbakır Emniyeti’nin takındığı tavırdan söz ediyorum.
Polisler, eylemcilerin etrafında bir güvenlik çemberi oluşturmuşlar ve böylece eyleme dışarıdan herhangi bir zarar verilmesine, demokratik bir hakkın kullanımının engellenmesini önlemeye yönelik önlemler almışlar.
Özlenen görüntü işte budur arkadaşlar.
Polisin görevi, demokratik her tür protesto eylemi sırasında (yürüyüş, miting, basın açıklaması, oturma eylemi, grev vs.) protestocuların güvenliğini sağlamaktır.
Göstericiler çevreye bir zarar vermedikleri sürece eyleme müdahale etmek polisin işi değildir.
Biber gazı sıkmak, toplanan kalabalığı dağıtmak için coplamak, kadınları saçlarından sürükleyip göz altına almak, gözaltına aldıklarını otobüste tekmelemek gibi hareketler zaten polise verilen görevin kötüye kullanılmasıdır. Bunlar polisi, paramiliter eşkıyaya dönüştürür.
Doğru tutum, Diyarbakır’da sergilenen tutumdur.
Bundan önceki dönemlerde aynı Diyarbakır Emniyeti’nin barışçı gösterilerde milletvekili dövmek, göstericilere hedef gözeterek biber gazı mermisi atmak, HDP önündeki merdivenlerde oturanlara şiddetle müdahale etmek gibi utanılacak uygulamalarına rastlıyorduk.
Demek ki çocukları kaçırılan annelerin dramı, Diyarbakır Emniyeti’nde bir zihin açıklığına neden olmuş.
Aynı tutumun bütün illere örnek olmasını diliyorum.
***
Akım derken “yokum” demenin böylesi
Prag’a Büyükelçi yapılacak olan Egemen Bağış, Yalta Avrupa Stratejisi Forumu’nda, Türkiye’deki demokrasi ihlallerine dikkat çeken Alman parlamentere çok kızdı.
Ve adamcağızın ağzının payını vermek için şunu söyledi:
“Türkiye demokratik bir ülkedir. Demokrasilerde bazı şeyler yaşanabilir. Örneğin sizin ülkenizde, bir terör örgütünün bütün üyelerinin ansızın cezaevi hücresinde intihar etmeye karar vermesi gibi. Böyle şeyler oluyor.”
Bağış’ın sözünü ettiği şey önce Ulrike Meinhoff’un sonra da Andreas Baader, Gudrun Ensslin, Jan Carl Raspe’nin hapishane hücrelerinde ölü bulunmaları.
Almanya bu ölümlere “intihar” dedi ancak buna inanan insan bulmak, piyangodan büyük ikramiye çıkma olasılığı ile aynı gibi.
Bu olay, Federal Almanya siyasi tarihinin utanç sayfalarından biri.
Ve Bağış’a göre “bu tür şeyler demokrasilerde olabiliyor”!
Demek ki Türkiye’de var olan “demokrasi” Bağış’a göre böyle bir şey:
Devlet, canı isterse yargısız infazlar gerçekleştirebiliyor, en temel hakları bile görmezden gelebiliyor.
Bu nasıl bir savunma anlayamadım.
Buna “merdi Kıpti, şecaat arz ederken sirkatin söyler” desem malum nedenlerle alınganlığa neden olabilirim. Hem sonra Beyhan Hanım’dan instagram’da emojili azar işitmek de var.
“Akım derken yokum demek” daha uygun düşüyor sanki.
Hem bu söz, Bağış’ın diplomaside ne kadar başarılı bir figür olacağının ip uçlarını da şimdiden veriyor gibi.
Vallahi Devlet Bahçeli’nin Reis’e böyle hayranlık duyması boşuna değil. Erdoğan büyük adam, kimden diplomat çıkacağını da muazzam tahmin edebiliyor.
***
Suriye’de savaş bitiyor, Türkiye kaybetti
Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, bir Rus gazetesinin sorularını yanıtlarken şunu söyledi:
“Suriye’de iç savaş gerçekten bitmiştir. Suriye adım adım normal hayata dönüyor. Günümüzde gerilim sadece Suriye yönetiminin kontrolünde bulunmayan İdlib ve Fırat’ın doğusunda gözleniyor.”
Suriye iç savaşı dokuzuncu yılında ve Esad rejimi, Lavrov’un “orası başka bir Suriye” dediği Kuzey Suriye ile İdlib çevresindeki küçük bir alan dışında kontrolü sağlamış bulunuyor.
Her savaş gibi bu savaşın da galipleri, mağlupları var. Ve Türkiye “galipler” arasında yer alamıyor.
Yanıp yıkılan Suriye’den sonra en ağır yenilgiye uğrayanın da Türkiye olduğunu söyleyebiliriz artık.
Suriye iç savaşının bundan sonraki yıllara yayılacak en ağır yükünü Türkiye üstlendi.
Sekiz yılda 40 milyar dolara mâl olan 4 milyona yakın sığınmacımız var.
Bu maliyet artarak devam edecek çünkü sığınmacıların en az yüzde 25’inin dönmemek üzere Türkiye’ye yerleşeceği tahmin ediliyor.
Türkiye’nin sınır kasabalarının nüfus yapısında mülteciler nedeniyle meydana gelen değişikliklerin ileride ciddi sorunlar yaratabileceğini şimdiden söylemek de mümkün.
Kuzey Suriye’de oluşacak özerk Kürt yönetiminin de artık iki hamisi var: ABD ve Rusya.
Erdoğan zannediyor ki Rusya’dan füze sistemi aldı diye, Rusya’nın geleneksel dış politikasını değiştirebilecek.
Savaşın tamamen sona ermesiyle birlikte boşta kalacak şeriatçı terörist kadroların da Türkiye’den başka gidebilecek bir yerleri yok.
Şeriatçı teröristler, artık bizim sorunumuz.
Savaş başlarken “Şam’da namaz kılma” hevesinde olan AKP politikacılarının yarattığı bu sorunlar, Türkiye’nin çok uzun yıllar başını ağrıtacak.
Dış politikayı, iç politika için bir “milliyetçilik ara gazı” olarak kullanma hevesi, Türkiye’nin başına öyle bir bela açtı ki çözülmesi çok uzun yıllar mümkün olamayacak.