17 Mart 2022

"Öfke kontrolü" desteğine ihtiyacı var

Dedikodulara bakılırsa bakanlar da dahil yakın çevresi de bu kontrolsüz öfkeden nasiplerini alabiliyorlar

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin milletvekilleriyle sabah kahvaltılarında buluşuyor ve "dinliyor"!

Bu toplantılardan sızan bir habere göre, Balıkesir Milletvekili Yavuz Subaşı, bürokratlara söz geçiremediklerinden yakınmış.

Erdoğan, söz konusu bürokratların hiyerarşideki pozisyonunu merak etmiş, "kimi kast ediyorsun, daire başkanı mı, genel müdür mü" diye sormuş.

Milletvekili "daha da yukarısı" deyince Erdoğan da "yerelde iktidar milletvekili bürokrata söz geçiremiyorsa masaya yumruğunu vur, sandalyeyi kafasında kır" diye tavsiyede bulunmuş.

Subaşı da tıpkı sizin şimdi düştüğünüze benzer bir şaşkınlığa düşmüş olmalı ki "Duyamadım efendim" deyince, Erdoğan tekrarlamış: "Kafasında sandalyeyi kır!"

Şaka olsun diye söylemiyor bunu, ciddi ciddi tekrarlıyor!

Erdoğan'ın meselelere bakışına hakim olan temel tutum bu.

Sezen Aksu'nun şarkısını beğenmiyor, "dilini koparacağız" diyor.

Hekimler durumlarından yakınıyor, bu kez bir yerlerini koparmaktan söz etmiyor ama yine de sert: Giderlerse gitsinler!

Bir gazeteci ya da bir politikacı beğenmediği bir şey mi söylüyor? Öfkesi yine kabarıyor: Bedelini ödeyecek!

Bir toplantıda hoşuna gitmeyen bir şey mi söylendi, yanıtı hazır: Edepsizlik yapma!

Sigara içen gençlere: Terbiyesiz!

Ciddi bir öfke kontrolü sorunu olduğu görülüyor.

Narsistik bir durum var sanki.

Patlama noktasında şişirilmiş bir ego, öfke üzerindeki kontrolün kalkmasına yol açıyor.

Onun için her eleştiriyi kendisine karşı yapılmış bir hakaret olarak algılıyor.

Ve bu öfke seçici bir öfke de değil. Sadece karşıtlarına yönelmiyor.

Dedikodulara bakılırsa bakanlar da dahil yakın çevresi de bu kontrolsüz öfkeden nasiplerini alabiliyorlar.

İşlerin kötüye gittiğini, ilk seçimi kazanamayabileceğini artık kendisinin de görmeye başladığı, son seçim kanunu değişikliği önerisiyle artık ortaya çıktı.

Bunun ruhunda ne tür fırtınalar koparacağını tahmin etmek mümkün.

Onun için seçimlere doğru bu öfke patlamalarının daha da artacağını öngörebiliriz.

Şimdi sadece ağzından söz olarak dökülen şiddet gösterilerinin, gerçekleriyle karşılaşma ihtimalini hafife almayın derim.

Hem kendisi hem de toplumumuz için en hayırlı iş öfke kontrolü ile ilgili profesyonel destek alması olacaktır.

* * *

Sığınmacı sorununu ciddiye alan var mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, muhalefetin mülteci politikasına sert çıktı:

"Dün Afganistan'dan, Irak'tan, Suriye'den geldiler. Bugün Ukrayna'dan geliyorlar. Mazlumların sığınağı olmaya devam edeceğiz. Muhalefet, seçimi kazanırsak ülkedeki mültecileri göndereceğiz diyor. Biz göndermeyeceğiz. Ensarın ne olduğunu biliyoruz."

Cumhurbaşkanı'nın yeniden "ensar ruh durumuna" dönmesi iyi bir şey.

Demek ki artık mültecileri AB'ye karşı bir tehdit olarak kullanmaktan vazgeçecek ki insani tutum da bunu gerektiriyor zaten.

Ancak Türkiye'nin sığınmacı sorunu, böyle nutuklar atılarak geçiştirilebilecek bir tablo arz etmiyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı'nın, Hatay'daki etnik dönüşüme dikkat çeken konuşması kolayca yabana atılacak bir durum değil.

Hatay'da doğan her 4 bebekten üçü Suriyeli sığınmacılara ait ve bu tablo Hatay'ın demografik yapısını tümüyle değiştirecek bir sorunu içinde barındırıyor.

Zaten benzeri bir endişeyi de İçişleri Bakanlığı sezmiş olmalı ki adına "seyreltme" dedikleri bir politikayı uygulamaya soktu.

3 büyükşehir dahil 16 il Suriyelilere kapatıldı.

Amaç "yabancıların gettolar oluşturmasını önlemek" olarak açıklandı ancak Kilis, Antakya gibi kentlerde sorun "gettolaşmayı" çoktan aştı, kentlerin çoğunluk nüfusu sığınmacılardan oluştu, oluşuyor.

2 milyonluk Gaziantep'te 460 bin sığınmacı var.

Hatay'ın nüfusu 1 milyon 670 bin, sığınmacı sayısı 433 bin.

1 milyonluk Şanlıurfa'da da durum farklı değil. 428 bin sığınmacı var bu ilimizde.

145 bin nüfuslu Kilis'te ise TC vatandaşları azınlığa düşmek üzere. Bu ilimizde 108 bin Suriyeli sığınmacı var.

Kuşkusuz ki sığınmacıları "haydi evli evine, köylü köyüne" diyerek geri gönderebilmek de muhalefetin iddia ettiği kadar kolay bir iş değil.

Çoğunun dönecek bir evi, köyü, işi kalmadı.

Memleketlerine döndüklerinde hayatta kalabileceklerine ilişkin güvenceleri de yok.

Onun için bu insanları politika malzemesi yapmak en azından ayıp.

Türkiye'nin seçilmiş yöneticileri bir hata yaptılar ve Suriye'deki iç savaşa bu şekilde müdahale ederlerse Esad rejimini yıkacaklarını sandılar ve yanıldılar.

Onların bu hatalarının bedelini ödemek de Türkiye'ye düşüyor ve marifet bu bedeli mümkün olabilecek en düşük seviyeye indirmek olmalı.

Büyük bölümünün geri dönmeyeceğini en baştan kabul ederek yola çıkmak gerekiyor.

Bütün araştırmaların ve tarihteki bu tür olayların gösterdiği gerçek bu çünkü.

Bu insanlar çok farklı kültürel ve sosyal bir ortamda yaşarken, ülkemize gelmek zorunda kaldılar.

Bir numaralı öncelik bu farklılıktan kaynaklanacak sorunlara karşı geliştirilecek uyum politikaları olmalı.

Almanya'nın Türkler ile ilgili uyum programlarının bunca çabaya ve harcanan paraya rağmen hâlâ etkili bir sonuç vermemiş olduğunu da aklımızda tutalım.

Şansımız şu ki sığınmacıların yarısına yakını eğitim çağında ve onların uyumlarını sağlayabilmek, yetişkinlerin uyumunu sağlamaktan daha kolay.

Ancak eğitim çağında olup okula gitmeyen 432 bin 956 Suriyeli çocuk var. Bunların vakit geçirmeden eğitim sisteminin içine alınması lazım, geçen her sene bu sorun ağırlaştırır.

2019 Eylül ayı itibariyle Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de doğan çocuklarının sayısı 450 bin civarındaydı.

Doğum hızının yüksekliğine bakarsak bu rakamın 500 bini çoktan aştığını varsaymalıyız.

Bu çocuklar burada büyüyecekler ve asla Suriye'ye dönmeyecekler çünkü ebeveynleri Suriyeli olsa bile onlar artık bizim "memleketlimiz"!

İktidar da muhalefet de sorunun büyüklüğünün farkında değil gibi görünüyor.

"Göndermeyeceğiz, ensar cart curt" demek nasıl bir politika değilse, "davul zurnayla göndereceğiz cart curt" demek de o kadar politika değil.

Politika, sorunları çözmek için yapılır. Sorunlardan yararlanmak için değil.

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"