İstanbul’da yaşayanlar ya da en azından Boğaz köprüsünden bir kez olsun geçmiş olanlar bilir; köprüye girmeden önce yolun sağ tarafında “köprüden önce son çıkış” uyarısı vardır. Bu, “ya bu son çıkıştan dönersin ya da köprü yoluna girip dönemeden karşıya kadar geçersin” anlamına gelir.
Kürt sorunu da zannımca böyle bir noktaya geldi işte. Bu bahar devletin Kürt sorununu çözmek için kullanabileceği “son çıkış”. Bundan sonrasında geriye dönülemez bir sürece girileceğinden endişe etmekteyim. Özellikle de “bahar aylarında yeniden hareketlenme olacak” uyarısından sonra, Güneydoğu’dan gelen operasyon haberleri ve PKK’nin bu operasyonlara misilleme yapması, durumu içinden çıkılmaz bir noktaya sürüklüyor. Ama bundan daha da ciddi olarak göz önünde bulundurulması gereken konu, Irak’ta yaşanmakta olan gelişmeler ve artık Kürt sorununun sadece Türkiye’ye has bir sorun olmaktan hızla çıkıyor olması. Gerçi hiçbir zaman öyle değildi ancak birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kendimizi dünyanın merkezi sanıyorduk.
2 Mayıs Çarşamba tarihli Radikal gazetesinde Cengiz Çandar’ın bu konuyla ilgili yazısı oldukça önemli işaretler içeriyordu. Bilindiği üzere Cengiz Çandar sadece Güneydoğu’yu değil, Orta Doğu bölgesini de uzun zamandır tanıyan ve bölge hakkında önemli verilere sahip kişilerle bilgi alışverişi içinde olan bir gazeteci. Uluslararası bağlantıları da güçlü olan Çandar yazısında, Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olasılığının her zamankinden çok daha güçlü olduğuna işaret etmiş.
Gerçekten de Türkiye özellikle son iki yıldır Kürt sorunu sadece PKK sorunundan ibaretmiş gibi davranmaya ve sorunu sadece güvenlikçi tedbirlerle çözmeye çalıştığı için, gelinen noktada çözümsüzlüğün çözüm olarak kabul edildiği bir politikaya yerleşilmiş bulunuluyor, kafalar gene kuma gömülüyor. Oysa Çandar’ın referans verdiği ve uzun yıllar Amerikan Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi başdanışmanlığını da yapmış olan Peter Galbraith’in son açıklamaları, Orta Doğu’nun değişen dengelerinin sonucunda bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olasılığının hayli yüksek olduğu yönünde. Galbraith son dönemde ortaya çıkan Orta Doğu manzarasında, Kürtlerin ABD’nin güvendiği müttefiklerden biri konumuna yükseldiğini ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için şartların olgunlaştığını söylüyor. Bosna savaşını sonlandıran Dayton Anlaşmaları’nın ikinci adamı da olan Galbraith’in Balkanlardaki deneyimlerinden yola çıkarak yapılacak bir okumada, Kürtlerin doksan yıldır Irak’ta yaşamasına rağmen “zorla” Iraklı yapılamadıklarının, kendilerini hiçbir zaman Irak devletine ait hissetmediklerinin altının çizilmesi de Türkiye için oldukça önemli. Bunun yanı sıra, ABD’nin petrol devi ExxonMobil’in Irak Kürdistanı’nda yatırım yapmaya başlaması da, ABD’nin Kürtlerin olası bağımsızlığı durumunda buna karşı çıkmayacağı biçiminde anlaşılabilir. Yani bir başka deyişle, Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına yönelik olarak, ABD’den güvenoyu alınmış durumda.
“Zorla” hiçbir halkın ebediyen bir ülke sınırları içinde tutulamadığını sadece Balkan savaşlarında değil, Irak ve çözülen Orta Doğu dengelerinde de görüyoruz. Eğer Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulursa, bu gelişmelerden Suriye’deki Kürtlerin de nasibini almayacağını düşünmek saflık olacaktır. Tam yanı başlarında bağımsız bir devletin kurulmuş olmasının Suriye Kürtlerini de tetikleme ihtimali oldukça yüksek.
Bu durumda gözler elbette Türkiye Kürtlerine çevrilecektir. BDP Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’ın geçtiğimiz günlerde küçük bir heyetle ABD’ye yaptığı seyahati de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. ABD’de yapılan görüşmelerin, Kürt sorunu uluslararası platforma taşımak ve Orta Doğu’da etkin güç konumunda sayılabilecek ABD’nin desteğini almak adına son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye Kürtlerinin çok küçük bir kısmının ayrı bir devlet kurmak amacında olmasına rağmen, ortaya konan siyasal taleplere kulak tıkanmaya devam edildikçe, Irak’ta kurulması olası bağımsız bir Kürt devletinin, sadece öz yönetim, siyasal ve kültürel hakların verilmesi gibi talepleri olan Türkiye Kürtlerinin de aklını çelmesi mümkün. Bir süredir siyasal alanda Türkiye içinde muhatap bulamayan Kürt siyasi önderlerinin, hükümetin son zamanlarda sürdürdüğü dışlayıcı ve sorunu sadece güvenlikçi bakışa indirgeyen politikaları karşısında yönlerini farklı noktalara çevirmeleri olasılığı göz ardı edilmemeli.
İşte bu yüzden, daha geç olmadan hükümet de, son dönemde özellikle KCK davaları vasıtasıyla Kürtler için iyice daralttığı siyasi alanın kapılarını bir an önce açmalıdır. Bunun ilk adımı olarak Uludere’de katledilen 34 Kürtün hesabı verilmeli, öldürülen köylüler için emir verenin kim olduğu bir an önce ortaya çıkarılmalı ve sorumlular cezalandırılmalıdır. Kürt sorunu köprüden önce son çıkışa doğru hızla ilerlerken hükümetin TV dizilerindeki kahramanları evlendirmek ya da hak savunusunda bulunan sanatçılar ve onları destekleyenleri tahkir edip hedef göstermek gibi fuzuli işlerle uğraşıyor olması ise son derece tehlikeli ve bir o kadar da düşündürücüdür.