AKP 2002 yılında büyük bir oy oranıyla seçildiğinde bunda Kemalist kadroların toplum mühendisliğinin sonucu olarak bir kesim vatandaşını her zaman mağdur etmiş olmasının büyük payı vardı. Mütedeyyin kesimlerin, kendisine laik adını veren ancak gerçek laikliğin ne olduğunu pek de anlamamış, bununla beraber ülkenin yönetiminde her zaman karar mekanizmalarının başını tutmuş militer zihniyetli bir kesim tarafından uzun yıllar mağdur edildiği doğrudur. AKP’nin 2002’deki ilk zaferinden sonra 2007’deki ezici zaferi, haklı olarak bu mağduriyete isyanın bir tezahürü olarak değerlendirilmiştir.
Ancak Başbakanın öfkesinden son zamanlarda nasibini alan kesimlere baktığımızda ortaya ilginç bir tablo çıkıyor. Başbakan’ın büyük bir hışımla azarladığı, hatta “Despot aydınların bize nasıl akıl vermeye kalktığını görüyor ve kusura bakmasınlar, belki biraz ağır olacak bu ifade ama, o zavallılara acıyoruz.(…) Artık despot aydın tavrıyla parmağınızı sallayarak bu milleti küçümseme, bu milleti azarlama dönemi geride kalmıştır.” diyerek ve hatta hızını alamayıp Cem Karaca’dan referansla “bunlar aydın değil, yarım porsiyon aydın” diye de aşağılayarak hedef gösterdiği “aydınlar”, aslında Kemalist rejim tarafından da yıllar boyunca türlü mağduriyetlere maruz bırakılmış kesimlerden bir diğeridir. Başbakan’ın tahayyülünde nasıl bir “aydın” imajı var bilemiyorum ancak evrensel anlamda “aydın” olarak kabul edilebilecek kişiler, az çok kamuoyundan ve kişisel olarak da tanıdığım kadarıyla, yıllar boyunca militer Kemalist kadroların hışmından paylarını ziyadesiyle almış, çoğu zaman düşünceleri yüzünden hayatlarını hapislerde geçirmiş, işlerinden atılmış, üniversitedeki görevlerinden uzaklaştırılmış ve asıl meslekleri olan öğretmenlik, gazetecilik, yayıncılık, vs. yerine türlü yan işler yaparak hayatlarını kazanmak zorunda bırakılmışlardır. Cumhuriyet projesinin “ötekileştirdiği” bu insanların pek çoğu, diğer ezilenlerle birlikte mütedeyyinlerin hakları için de savaş vermiş ve bunun bedelini de çok ağır biçimde ödemişlerdir. Yani en az Sayın Başbakan ve kendisinin mağduriyetini öfkeye endekslemiş destekçileri kadar Kemalist kadroların ve tek adam zihniyetinin mağduru olmuştur Türkiye’de aydınlar.
Gelin görün ki bu Kemalist zihniyet öyle tuhaf bir şekilde Devlet’in bütün hücrelerine işlemiştir ki, gücü eline geçiren bütün siyasetçiler, ne kadar geçmişte bu sistem tarafından ezilmiş ve mağdur edilmiş de olsalar, ellerine geçirdikleri bu ayrıcalıklı konumun büyüsüne çok çabuk kapılıp gitmektedirler. Boşuna dememişler “kölenin hayali özgür olmak değil köle sahibi olmaktır” diye! Bunun en son örneği de, Kemalizmin bütün dışlayıcı etkilerini silme vaadiyle iktidara gelip, ilk dönemlerinde askeri vesayetin kırılmasında büyük hizmet verdikten sonra gücün büyüsüne kapılıp, aynı eleştirdiği o Kemalist kadrolar gibi despotlaştığının farkına bile varamayan AKP’dir. Bir zamanlar askeri vesayeti kırmak için desteklerini aldığı, Kürt açılımında, Referandum’da -şartlı da olsa- yanında olan “aydınları”, şimdi kendisine eleştirel yaklaştıkları ve CHP’nin yarattığı muhalefet boşluğunu sivil biçimde doldurdukları için despot ve “yarım aydın” olarak aşağılamakta beis görmeyen Başbakan’ın geçtiğimiz günlerde ağzından “dil sürçmesiyle” nasıl oluyorsa iki gün üst üste dökülen “tek dil, tek millet, tek bayrak ve tek din” şiarı da, AKP’nin Kemalizmi ne kadar özümsediğinin bir işaretidir. Zira bahsedilen “tek tipleştirme” Cumhuriyetin kurucu kadrolarının gayrimüslimleri çeşitli şekillerde bu topraklardan söküp atarak, Kürtleri ve Alevileri ise türlü baskı ve şiddet politikalarıyla olabildiğince marjinalize ederek uygulamaya koydukları politikanın ta kendisidir. Bundan daha birkaç yıl önce Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink cinayeti gibi katliamların yaşandığı ülkemizde Başbakan’ın ağzından iki gün üst üste çıkan o “tek din” ifadesi, birilerinin kendine vazife çıkarabileceği kadar tehlikeli bir ifadedir. Kürt sorununun çözümü için müzakere lafları havada uçuşurken çıkan o “tek millet” ise adeta Kürtlere “biz sizin kimliğinizi tanımıyoruz! Siz ancak bize biat ettiğiniz ölçüde varsınız” demekten başka bir şey değildir.
Yeni Anayasa’nın yapılmasının konuşulduğu bu günlerde gündem bu kadar hareketliyken, Tayyip Erdoğan kadar deneyimli bir politikacının ağzından çıkan her kelimeye çok dikkat etmesi gerekir. Aksi halde altından kalkamayacağımız büyüklükte sorunlar yumağı içinde boğulmamız an meselesidir.