“Barışmaya çalıştığımız” Kürtlerle, belli ki “umurumuzda olmayan” Kürtler arasına utançla hatırlanacak bir duvar örülürken, Kamışlı’daki gibi görünür olmayan ama uzun zamandır Egemen Bağış’ın ustabaşılığında her gün üstüne bir tuğla eklenen başka bir duvar da AB ile aramızda yükseldikçe yükseliyor.
Bir duvar Kürtlerin bütünlüğünü ve yaşamını tehdit ederken diğer duvar da bu ülkenin en önemli kurtuluş reçetesi olan AB üyeliğini zora sokuyor, tüm ülkenin geleceğini tehdit ediyor.
Garip, zamanın kudretli paşaları da AB üyeliğinden pek hoşlanmıyorlardı. AB ile aralarında her zaman el birliğiyle güçlendirdikleri görünmez bir duvar vardı.
Yıllarca insanları o duvarın arkasına hapsedip dilediklerini yaptılar. Tabii bir yandan da AB’nin asıl niyetinin bu ülkeyi bölmek olduğu zırvasını da dillerinden hiç düşürmediler.
Çünkü AB üyeliği onlar için maceranın sonu anlamına geliyordu. Birliğin benimsediği değerler ve ilkeler askerin bu ülkenin insanları üzerindeki egemenliğini sona erdirecekti. Bu ülkenin insanları askerin değil kendilerinin değerli olduğunun farkına varacaktı ve hak ettiklerine sonunda ulaşacaktı.
İtiraf etmeliyim ki bu “mücadeleyi” uzun yıllar başarıyla devam ettirdi askerler.
Peki sonra ne oldu?
Ezilmekten, önemsenmemekten bıkan, özgürlükleri elinden alınan halk sonunda AKP’yi iktidara getirdi.
İnsanlar “Biz artık AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olmak istiyoruz” dedikleri için AKP’yi seçmediler ama AKP’nin söz verdiği yol haritasına bakıldığında, yapılacak tüm “reformların” insan hayatını merkeze koyması bu seçimde oldukça belirleyici oldu.
Zaten AB üyeliği de bu demekti. İnsanı merkeze koyan bir yönetim biçimini benimsemek ve demokrasiye bağlı kalmak. Bir de “şeffaflaşmak” denen bir “dert” var ama demokrasi ve insan haklarının yanında şimdilik lafını etmeye değmez.
2002’den sonra uzunca bir süre bu yolda çok önemli adımlar atıldı. Sonradan bu adımların askerin AB ile aramıza özenle ördüğü duvarı yıkmak için değil de sadece askeri oyunun dışına çıkartıp o duvarı daha da güçlendirmek için atıldığı ortaya çıktı.
Çünkü o duvar iktidarın emniyet sübabıydı. İnsanların haklarını yok saymak, halka hesap vermemek, demokrasiyi bu ülkeye sokmamak için örülmüştü o duvar zaten. Ve AKP bunlardan iki yıl önce vazgeçti.
Vazgeçtiği için de Egemen Bağış gibi birine AB Bakanı ve Başmüzakerecisi unvanını verdi.
Bu, “Biz yüzümüzü çoktan Doğu’ya döndük” demenin başka bir biçimiydi.
Koskoca AB Bakanı’ndan AB ile ilişkilerle ilgili bir söz duymayalı epey zaman oldu.
Dumanı üstünde AB raporuyla ilgili bile “Bana ne, bayramda konuşmayacağım işte” alınganlığından başka bir tepki gelmedi Bağış’tan.
Ülkenin geleceği belli ki Bağış’ın sancılarından daha önemsizdi.
Sadece AB’ye posta koyulacağı zaman, Başbakanı hakkındaki eleştirilere karşı amigoluk yaparken ya da son olarak Şafak Pavey örneğinde olduğu gibi kendisini hiç ilgilendirmeyen ve ayıplanması gereken konularda sesini duyuyoruz Bağış’ın. Bazen de “Helalgen” gibi benzetmeler yaparak kendi halinde ilginç fikirlerle de ortaya çıkıyor.
Kısa bir zaman önce AB’nin Bağış’la ilgili olarak “Avrupa’da bizi zora sokuyor, kullandığı dile dikkat etmeli” diyerek açık açık dertlenmesi, Türkiye ile müzakereleri yeniden başlatmak isteyenlerin bile olası bir ortaklığa bakış açılarının yavaş yavaş değiştiği anlamına da geliyordu.
Kim bilir, belki de hükümetin de istediği buydu. Bir taşla iki kuş. Hem ortaklık ihtimali ortadan kalkacak hem de bu ortaklığı bitiren taraf AB olacak.
Bu şark kurnazlığı bana bir yerlerden tanıdık geliyor. Barış sürecinde olsun, AB sürecinde olsun hep aynı açıkgözlülük masada duruyor sanırım.
Fakat bu kurnazlık pek işe yaramıyor. Tam aksine hiç hesapta olmayan sıkıntılar yaratabiliyor.
Kürt barışı çıkmaza girerken, spor kulüplerinin kongreleri bile ülkedeki bölünmenin keskinleşmesi yüzünden siyasi gösterilere dönüşüyor.
Baskısı bol, demokrasisi kıt Türkiye’de toplumsal öfke ve nefretle beslenen bir bölünme hızlanıyor.
AKP yüzünü yeniden AB’ye ve AB’nin insanı önemseyen değerlerine dönmezse ne Kürtlerle adam akıllı bir barış yapabilir ne de ülkenin geri kalanıyla.
Her yanına duvarlar örülen bir hapishanede gardiyanlık rolünü üstlenir sadece.
İçerisi de bir nefret kazanı gibi duvarları patlatana kadar kaynayıp durur.