Bu yazıyı 5 Aralık’ta yazacaktım ama araya Bodrum seli girdi. Bu haftaya kaldı. Yazıya başlamadan önce tüm T24 okurlarımın ve dostlarımın yeni yılını kutlarım.
Ben 'kadın' severim. Sözcüğü 'dişi' manasında kullanmıyorum. İnsan topluluklarını, kabileleri, aşiretleri, milletleri hep erkekler yönetti. Bu sistem ile geldiğimiz yer belli:
Yüzlerce savaş ve milyonların öldüğü 2 büyük harp.
Ütopik ama -artık madem her türlü yönetim için fiziki güç gerekmiyor- kadınların öncelik alabilmesini çok isterim. Başta devlet yönetimi, her türlü yönetimde en tepede kadınlar olsun!
'Doğurgan' ve 'esirgeyici' olan kadının en şirretinin bile vasat siyasetçiden daha yumuşak ve birleştirici olacağını zannediyorum. En azından evlatlarını kaybetmek istemezler.
Sabahları Fox TV’de İsmail Küçükkaya’nın haber programını seyrederim. Başladığından beri, hiçbir televizyon habercisinin yapmadığı kadar kadın ve anne bahsi geçiriyor. Hatta kadınlara çok sempatik özel bir sıfat da takmış: "Çalar saat anneleri!" Aslında bu yazının fikir babası da İsmail Bey sayılabilir.
5 Aralık’ta yaptığı programda ülkemizin kadın dramını sayılar ile anlattı. En çarpıcı olanı, 2008 yılında İşkur'a iş bulmak için başvuran kadın sayısı 348 bin olurken, 2017’de bu sayı 1 milyon 880 bine çıkmış. Yine 2008'de 264 bin olan işsiz kadın sayısı, 2017'de 1 milyon 270 bine çıkmış. Hangi istatistiğe bakarsanız bakın, son 10 yılda kadın istihdamı da yüzde 400 azalmış. Öte yandan, aynı sürede kadına şiddet olgusu beklenmeyecek kadar artmış, 2 bine yakın kadın, 'kadın oldukları için' öldürülmüş.
Büyük Atatürk, kadınların her alanda ileri bir seviyede olmasını arzu ederek -dünyadaki diğer ülkelerinin çoğundan önce- 5 Aralık 1934'te Türk kadınına 'seçme ve seçilme hakkı' tanıdı. Yani Birleşmiş Milletler'in kadın hakları ile ilgili aldığı ilk karardan (1952) 18 yıl önce!
O gün dünyada kadınların yasal olarak milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu ülke sayısı 28, bu hakkın kullanıldığı ülke sayısı ise sadece 17’ydi. 1934'te Türkiye Cumhuriyeti'nde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınırken, Avrupa'daki bazı gelişmiş ülkelerde bile kadınların bu hakkı bulunmuyordu. Kadınlar, seçme ve seçilme hakkına Fransa'da 1944, İtalya'da 1945, Yunanistan'da 1952, Belçika'da 1960 ve İsviçre'de 1971 yılında kavuştular.
Bazı okurlarım "Kardeşim bu konunun endüstri ile ne alakası var?" diyebilirler. Çok basit; ülkemizde 40 milyon kadın yaşıyor. Eğer sahiden her dalda 'milli üretim' yapmak istiyorsak, her seviyede Türk kadınını devreye almamız gerekir. Aksi halde, yüzde 50 kapasite ile çalışıyoruz demektir. Yüzde 100'ün tükettiği, sadece yüzde 60'ın ürettiği ekonomiler gelişemez.
Size konu ile ilgili bir de 'otomobil destanı' anlatayım.
Bertha Ringer varlıklı bir ailenin üçüncü kızı olarak 1849’da doğduğu vakit babası aile İnciline üzüntü ile "Bir kız daha!" yazdı. Evlenme yaşına geldiğinde epeyce kısmeti çıktı ancak o, otomobil yapmaya çalışan çulsuz bir mühendise, Karl Benz'e gönül verdi. 1869'da evlendiler. Benz'in hem karısı, hem de iş ortağı oldu. Çeyizini satarak sermaye yaptı ve kocası ile beraber bir şirket kurdular. Alman Devleti 29 Ocak 1886'da Karl Benz'i resmen 'otomobilin mucidi' olarak tanındı. İlk ürettikleri ve patent aldıkları otomobil 3 tekerlekliydi. Ancak ikinci prototipte 4 tekerleğe döndüler. Yapılan test sürüşlerinden sonra üçüncü prototip bugünün temel sürüş sistemine çok yakın oldu. Ancak sermayeleri, yaptıkları prototipler sonucunda tükenmişti. Şimdi otomobili yapmak ve satmak gerekiyordu. O zamanın tüm otomobilleri gibi, satmak için sipariş almaları gerekiyordu. Ancak bunu yapmak için de önce otomobili tanıtmak gerekiyordu. Yani o dönemlerde ortada pek olmayan 'reklam ve tanıtım' lazımdı.
Bertha, 1888’de güneşli bir ağustos sabahı Karl uyurken 5 çocuğundan ikisini de yanına alarak, Mannheim'dan kız kardeşinin Pforzheim'daki evine gitmek üzere yola çıktı. 80 kilometrelik yolu, bozulan otomobili kimi zaman jartiyeriyle, kimi zaman da saç tokası ile yürür halde tutarak, eczanelerden leke çıkartma ilacı alıp yakıt yaparak dünyanın ilk otomobil tanıtımını yapmış oldu. Hatta yolda biten 'tahta fren pabuçlarını' bir nalbanta meşin kaplatarak dünyanın ilk gıcırdamayan ve yanmayan (ya da daha az yanan) balatasını da yapmış oldu.
Dorothée Pullinger, 1923’de babasını razı ederek, babasının İskoçya'daki Galloway Motors Otomobil Fabrikası'nın başına geçti ve fabrikada kadın işçileri çoğunluğa getirdi. Erkek otomobil fabrikası işçisi olarak yetiştirmek üzere açılan 5 yıllık kursları, kadın işçiler için 3 yıla indirdi çünkü kadınlar daha çabuk öğreniyorlardı!
Kendi tasarımı olan Galloway 10/20 tipi otomobili kadın sürücüler için tasarladı ve 3 yılda 4 bin adet sattı. Zamanının küçük otomobillerinden biriydi. Daha yüksek koltukları, küçük direksiyonu, daha geniş bir bagajı ve dikiz aynası (ilk defa) vardı.
Otomobil endüstrisi tarihinde bu kadınların benzeri çok değil ancak 'kadın' var. Erkeklerden daha başarılı olanlar bile var. Mesela eski dostum Michelle Mouton bir dünya ralli şampiyonudur.
Ben, hayatımdaki kadınlar açısından çok şanslıyım.
Annem Muazzez Kaptanoğlu Aruoba, Yunan işgalini, Cumhuriyet'in kuruluşunu yaşadı. Bursa Kız Lisesi ve İstanbul Üniversitesi'nde şiir ve yazı yazmaya başladı. 16 yaşında ilk şiiri basıldı. 20 yaşında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Laik, Atatürkçü ve iyi bir Müslüman’dı. Müslümanlığın şekil ve ritüellerinden çok 'İslam felsefesini' ondan öğrendik. 'Alev', 'Hasret', 'Çalınan Beste' yazdığı romanlardan aklımda kalanlar. Bazıları film yapıldı. Cumhuriyet'ten sonra, Vakit, Ulus, Gençlik, Demokrat Türkiye, Bugün, Ülke, Zafer, Hâkimiyet, Yeni İstanbul, Haber ve Kudret gazetelerinde çalıştı. Ankara Radyosu'nda 'Kadın ve Ahlak' programını yaptı ve seslendirdi. Türkiye'de 'kadın' ve 'kültür' için kurulmuş neredeyse tüm STK'larda kurucu yönetim kurulu üyeliği, başkanlık yaptı. Türkiye Kadınlar Konseyi'nin kurucu üyesiydi. 1970'lerde 'Türk Kadını' dergisini neredeyse tek başına uzun yıllar çıkardı.
Macar Gümüş Hürriyet Madalyası'yla taltif edildi. 80 yaşında, binlerce yazı, yetiştirilmiş onlarca iyi gazeteci ve Türk insanı için harcanmış bir ömür bırakarak, ecdadına kavuştu.
Kızım Defne, dünya yüzünde olabilecek en iyi eğitimlerinden birini büyük başarı ile tamamladı. Yaptığı araştırmaları ile dünya çapında tanınır oldu. Şu anda sevgili damadım Muzo ile birlikte çocuk eğitimi üstüne çalıştıkları bir vakıf ve şirket kurdular. Meccanen Türk çocuklarının daha iyi tahsil yapabilmesi üzerinde çalışıyorlar.
Hayat arkadaşım Çiğdoş ise bir öğretmen, yüzlerce milliyetperver Atatürkçü birey yetiştirdi. Küçük kızım hem başarılı bir iş kadını, hem de evinin kadını, annesi.
Şimdi erkek okurlardan bir isteğim var. Lütfen sizde öncelikle kendi hayatınızdaki kadınları inceleyin ve onların hayatına nasıl daha müspet bir katkı yapabilirsiniz onu düşünün. Şunu aklınızdan çıkarmayın: Onlara yapacağınız, onların istediği her şey neticede size dönecek, sizin hayatınızı daha iyi yapacaktır.
Kadın okurlarımı daha sıcak bir sevgi ile selamlıyor ve geleneksel mücadelelerinde başarılar diliyorum. İyi ki varsınız.