Gelişen teknoloji ve bilimsel çalışmaların ışığında insanın dünya üzerindeki yaşam süresi günden güne artıyor.
Yaşam süremiz artıyor artmasına ama aynı artış sağlıklı yaşam süresinde gözlemlenmiyor.
Yuval Noah Harari’nin ‘Homo Deus’ adlı kitabında altını çizdiği gibi insanlığın yeni hedefi ölümsüzlük gibi duruyor ama ne şartlarda ölümsüzlük orası henüz net değil.
Bu hedefin mümkün kılınabilmesi için hepimiz, her gün sistem tarafından bu amaç uğruna üretilen gerekli/gereksiz tonlarca uyarana maruz kalıyoruz.
Bu uyaranlara en çok maruz bırakılanlar ise genç kızlar ve kadınlar. Uzun ve sağlıklı yaşam paketi belli endüstri çarklarının hızla dönebilmeleri için kadınlara belli bir güzellik standardı içinde olma baskısı da yüklüyor.
Araştırmalar güzellik bakım ürünlerinin kullanım yaşının onlu yaşlara düştüğünü gösteriyor. Ambalajları üzerinde sevimli hayvan resimleri bulunan cilt bakım maskelerinin küçük kızlar için nasıl da çekici olabileceğini kızım küçük yaşlardayken gözlemlemiştim.
Sosyal medya, yaşının asla gerektirmediği ürünlerle videolar çekip paylaşım yapan gençlerle dolu.
Sistem tüm genç kızları ve kadınları belli bir şekilde görünmeye ve olmaya itiyor. Bu görünüşe kavuşmak da belli ürünleri kullanmaktan geçiyor. Ancak çizilen ideal resmin içinde kalanların sistem tarafından kabul ve değer göreceğinin vurgusu yapılıyor.
Uglies (Çirkinler)
Geçtiğimiz günlerde Netflix’te izlediğim ‘Uglies’ (Çirkinler) adlı film tam da bu tespite dair bir sistem eleştirisinde bulunuyor.
Uglies, Scott Westerfield’ın 2005’te yazdığı distopik romandan sinemaya uyarlanmış bir eser.
Uglies’in fütüristik karanlık dünyasında, çocuklar belli bir yaşta yatılı yurda bırakılıyor. Bu yurtta, çocuklara küçük yaşlardan itibaren beyinleri yıkanarak, 16 yaşını doldurana kadar herkesin çirkin, sıradan, kusurlu olduğu empoze ediliyor. Ancak 16 yaşını doldurdukları zaman geçirecekleri estetik ameliyattan sonra güzel, değerli ve mükemmel olabilecekleri algısı yükleniyor.
Kendilerini oldukları haliyle beğenmeyen ve 16 yaşından sonra nasıl görünmek istedikleri üzerine uzun uzun kafa yoran gençleri izliyoruz. Zaten süreç boyunca beyinleri yıkanan gençler, bir de beyinlerinin ön lobunda lezyon oluşumuna sebep olan estetik ameliyatı olduklarında hiçbir şeyi umursamayan, sağlıklı düşünemeyen, sahte bir mutluluk hissiyle uyuşmuş bireylere dönüşüyorlar.
Uglies dünyasında gençlere artık kendileri olamayacakları ama bunun karşılığında güzel olacakları ve itaat edecekleri bir dünya düzeni teklif ediliyor.
Bilmem okuduklarınız size bir yerlerden tanıdık geldi mi?
Film hakkında daha fazla ayrıntı vermeyeyim. Konu buraya kadar ilginizi çektiyse filmi izlemenizi ve etrafınızdaki gençlere izletmenizi tavsiye ederim.
Ben filmi 16 yaşındaki kızımla izledim. Filmi izlerken bir yandan da bol bol yaşadığımız dünya ve filmin sunduğu distopik dünyanın benzerlikleri üzerine sohbet ettik.
Cevher (The Substance)
Demi Moore, Margaret Qalley ve Dennis Quaid’in baş rollerini paylaştıkları ‘Cevher’ adlı fütüristik, body horror (vücut korku) filminde ise bu sefer konumuz sistemin 50 yaş ve üstü kadınlara karşı olan acımasız ve dayatmacı tavrı.
Film; izleyiciye daha uzun ve sağlıklı yaşayabilmesi, gençliğini, güzelliğini koruyabilmesi için sistemin her an önüne çıkardığı tekliflerle sorduğu bir soruyu yöneltiyor: Kendinin daha iyi bir versiyonu olmayı hayal ettin mi hiç?
Kadınlığın yalnızca bedene ve şekilci bir beğeniye sıkıştırılma halinin insan psikolojisi üzerindeki sarsıcı etkileri çok çarpıcı, abartılı hatta zaman zaman izlenmesi zor bir üslupla ifade edilmiş.
50 yaş ve üzeri; fiziksel, ruhsal ve zihinsel açıdan bir kadının en üretken ve verimli olduğu yaş olabilecekken sistemin kadını yalnızca güzel bir bedene, kırışıksız bir cilde ve mükemmel bir görünüme hapsetme tavrı çok acımasız.
Kadınlar olarak, sistemin dört bir koldan bizi maruz bıraktığı bu uzun yaşam ve gençlik sevdasına ancak farkındalıkla karşı durabileceğimize inanıyorum. Ruhumuza, bedenimize ve zihnimize bakarak, özen göstererek, bu değerli üçlüyü beslemeye devam ederek, özgün varlığımıza sahip çıkarak ve her yaşın ayrı bir güzelliği olduğu kabulü ile…
Doğru takımla umutlar yeşeriyor
Yazımın sonunda sizlere geçtiğimiz 20-30 yılda teknolojik ve bilimsel çalışmaların ilerlemesiyle, sağlık alanındaki tedavi süreçlerinin gelişiminin hayatımıza kazandırdığı iyi bir haberden bahsetmek istiyorum.
Yaklaşık iki yıl önce, yıllık check up kontrollerim yapılırken batın bölgemde rastlanan zararsız bir kistin laparoskopik bir ameliyatla alınması sürecinde yolum Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan ile kesişti.
Bu hafta, sevgili doktorum Prof. Dr. Güralp Ceyhan’ın nazik davetiyle Acıbadem Ataşehir Hastanesi’nin konferans salonunda gerçekleşen ‘Pankreas Kanseri Farkındalık Etkinliği’ne katıldım.
21 Kasım Dünya Pankreas Kanseri Günü’nde gerçekleşen etkinlikte konferans salonunun sahnesinde Prof. Dr. Güralp Ceyhan, Prof. Dr. Mert Erkan ve pankreas kanserini yenmiş olan hastaları vardı.
2 saat süren buluşmada hem doktorlar hem de hastalığı yenmiş olan insanlar hastalık tanı ve tedavi süreçlerini samimiyetle izleyenlerle paylaştılar. Her biri kendine özgü olan değerli insan hikayeleriyle kah hep beraber gözlerimiz doldu kah hep beraber güldük.
Prof. Dr. Güralp Onur Ceyhan ve İlksen Utlu
Sohbet boyunca doktorlar;
- Bilim ve sağlık alanında yıllar içinde kat edilen yollarla, artık 30 yıl önce olduğu gibi pankreas kanserine yakalanmanın direkt ölüm demek olmadığının,
- Pankreas kanserinde tedavinin multi disipliner bir şekilde gerçekleştiğinin ve cerrahın yanı sıra tedavinin gerçekleştiği hastanede aralarında onkoloji, radyoloji, gastroenteroloji gibi alanların da olduğu takımın doğru ve tecrübeli olmasının öneminin,
- Ve tedavi sürecinin sağlıklı ve efektif ilerlemesi için doktor-hasta arasında kurulacak olan güven bağının ve iletişim ahenginin öneminin altını çizdi.
Hastalığı yenmiş olan insanlar da;
- Tanıyla karşılaştıkları anda hissettiklerinden,
- Zorlu tedavi süreçlerinden,
- Doktorları ile kurdukları bağın bu zorlu süreç boyunca onlara nasıl da güven verdiğinden ve hastalığı yeneceklerine olan inançlarını nasıl da kuvvetlendirdiğinden bahsettiler.
Teknoloji ve bilimde gerçekleşen gelişmelerin desteğiyle insan yaşamının uzuyor olduğu bir gerçek.
Ama Güralp Ceyhan’ın hastalarından birinin de konuşmasında paylaştığı gibi şunu da ömrümüzün uzunluğu her ne olursa olsun unutmamak lazım; ‘Hayat bize verilen bir hediye. Yaşamak lazım!’
Bize hediye olan bu hayatı nasıl değerlendirmek istediğimizi yaşam tercihlerimiz belirliyor.
Sağlıklı bir yaşamın gerektirdiklerini artık birçoğumuz çok iyi biliyoruz.
Sistemin empoze etmeye çalıştığı gençlik ve daha uzun yaşama sevdasına çok da takılmadan sağlıklı bir yaşamın gerektirdiklerini yerine getirmeye özen göstererek ve hayatı gerektiği kadar ciddiye alarak yaşamaya bakmalı.
Herkese sağlıklı günler dilerim ve bir ülkenin geleceğini hazırlayan, bu kutsal mesleği sevgiyle ve özveriyle sürdüren tüm değerli meslektaşlarımın Öğretmenler Günü’nü yürekten kutlarım.
İlksen Utlu kimdir?
Çukurova'da doğdu ve büyüdü. Orta ve lise eğitimini Tarsus Amerikan Koleji'nde tamamladı.
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu.
10 yıl İngilizce öğretmenliği yaptı.
Eğitim yolculuğu son yıllarda farkındalık çalışmaları alanında devam ediyor.
Bir eğitimci ve hayat öğrencisi olarak hayatın içinde yaptığı gözlemleri ve farkındalık üzerine yaptığı çalışmaları harmanlayarak, insan gelişimine ve iyi oluş hallerine katkıda bulunmak üzere kitaplar yazıyor.
Yazarın "Üzüntü ile Neşe, Gezerler Hep El Ele' ve "Ahenk İçinde' adlı kitapları bulunuyor.
|