Dalgaların homurtusu bitmek bilmiyor. Daha 40 saate yakın yolumuz var. Tiran Denizi kapkaranlık... O 3-3.5’luk dalgayı tanıyorum artık. Tepesinde bembeyaz köpüklerle yaklaşırken içim fena olmuyor değil. Ama delikanlılığı elden bırakmıyorum...
Cüneyt beni teselli ediyor:
“Allah’tan dalgaları kıç omuzluktan alıyoruz...”
Bonifacio Limanı,
14 Mayıs 2012, Pazartesi,
Saat 14.20.
Bonifacio’dan en nihayet vira bismillah.
Açık deniz bizi bekliyor.
Allah selamet versin!
Sancağımızda (sağımızda) Sardunya Adası. Bonifacio Boğazı’nda yol almaya başladık.
Sert, hırçın hava. Dalgalar fena köpürüyor. İlk kez denizi daha çok hissetmeye başladım. Cüneyt’le Gökhan Kaptan’a belli etmiyorum ama tedirgin oldum.
Rüzgâr poyrazdan esiyor, kuzeydoğudan. Korsika adasının gölgesinden çıkınca, asıl rüzgârı, havayı tatmaya başlayacağız.
Cüneyt’ten ders:
“Burnunu rüzgâra döneceksin. Rüzgârın sesini iki kulakta da eşit duydun mu, burnun rüzgârın istikametini gösteriyor olur.”
Rüzgâr 10-12 knot esiyor.
Yani rüzgârın gücü 3 şiddetinde denebilir.
Su kırbaç gibi vuruyor
Cenovayı (öndeki yelkeni, bir başka deyişle ‘flok’u) açtık. Yelken / motorla saatte 8.5 mil yol alıyoruz.
“Doğru rotada gidiyoruz, kayalıklar sancağımızda kalacak.” Sardunya iyice seçiliyor.
Rüzgâr çok sıkı.
Arada bir dalgalardan kopan su yüzüme kırbaç gibi vuruyor. Koyu lacivert bir deniz. Peace iki yanında beyaz köpükler saçarak gayet güzel seyrediyor. Gökyüzünde sütbeyazı tülümsü bulutlar.
Gökhan Kaptan:
“Sancağımızda (sağ taraf) döküntü var, kayalık, taş parçaları...”
Rüzgâr tam pruvamızda. Cenova kapatıldı. Çok fena sallanmaya başladık. Açık denize az kaldı. Tam çıkınca yelken basacağız ama yarım.
Oto-pilot devrede. Bir başka deyişle, Kaptan Neptün’ün emin ellerindeyiz.
Hava önümüzde gidiyor, yani Peace, fırtınanın peşinden seyrediyor. Böylesi iyi. Şiddetli rüzgârın eteğine tutunduk gidiyoruz. Sancakta Sardunya Adası gitgide uzaklaşıyor.
İşimiz zorlaşacak gibi.
Bana belli etmek istemiyorlar ama öyle.
Saat 15.40
Tiran Denizi’nde, İtalyancası Mare Terrano’da seyrediyoruz.
Dalgalar yükseliyor.
Benim klasik soru:
“Kaç metre?”
Cüneyt:
“Kalaşlar gelmeye başladı. Arada bir 3-3.5 metrelik dalgalar geliyor. Bordadan (yandan) alıyoruz.”
Gökhan Kaptan:
“Keşke çelik bir metre alsaydık yanımıza, Hasan Kaptan sorunca, her seferinde ölçerdik dalgaların boyunu...”
Gülüyorlar.
Yuvarlana yuvarlana gidiyoruz, meyhaneden yeni çıkmış bir çakırkeyif gibi...
Saat 16.00
Güneş dümen suyumuzda. Deniz sevimli, hırçın değil, edepsiz de değil, işveli ama...
Gökhan Kaptan anlatıyor dalgaları:
“Çeşme’de balıkçılık yaparken öğrenmiştim. 9 dalgadan sonra eğer 3 dalga üst üste gelirse, bu en tehlikelisidir derlerdi.”
Saymak pek içimden gelmiyor.
Hem burundaki cenova, yani flok, hem de ana yelken açıldı ama tam değil. Motor da devrede, fakat düşük çalışıyor.
Hızımız 7.5 mil.
Yelkenler sayesinde dalgaları daha az hissediyoruz. Dalga boyları 2-2.5 metre.
“Gökhan cenovayı biraz daha mı bıraksak?”
“Neden böyle gıdım gıdım?”
“Rüzgârın yönü değişiyor her an... Dalgalar hız kesmiyor çünkü. Bazen sıklaşıyor, bazen uzaklaşıyor. Genellikle 2-2.5 metre, arada bir 3-3.5 metre...”
O 3-3.5’luğu tanıyorum artık.
Tepesinde bembeyaz köpüklerle yaklaşırken içim fena olmuyor değil. Ama delikanlılığı elden bırakmıyorum.
Bir dalgadan bir dalgaya
Sallanıyoruz.
Tuvalete gitmek bile zor iş zor iş benim için. Çekiniyorum. Tekne öyle sallanıyor ki, kafayı gözü yararım gibi geliyor.
Güneş yakıyor. Cüneyt uykuda. Vardiya, Kaptan Gökhan’da.
Dalgaların teker teker gelişlerini izlerken alışıyorsun onlara. Merak etme devrilmezsin duygusu her geçen saat güçleniyor.
Bazen çok yükseliyor dalgalar. Ama Peace’nin umurunda değil, bir dalganın sırtından inip ötekinin sırtına binerek yoluna devam ediyor. Onun bu rahat halini gördükçe, ben de denizci oluyorum belki de...
Saat 17.15
Koyu lacivert denizle masmavi gökyüzünün ufukta birbirini bıçak gibi kesmesinin güzelliği, ama yine o ufuk çizgisini bir türlü yakalayamamanın yarattığı hayal kırıklığı...
Belki de hızla geçip giden bir geleceğin peşindeki nafile bir koşuşturmacaya -ya da hayatın kendisine- benziyor.
Hava yumuşamaya başladı.
Dalgalar azalıyor gibi.
Gökyüzü öylesine pürüzsüz bir mavi ki... Havuzlukta sırtüstü yatıp tam hayallere dalarken, öyle bir dalga yedik ki iskele (sol taraf) bordasına, vay vay vay...
“Bu deniz beni tutar mı?”
“Tutsa şimdiye kadar çoktan tutardı. Ama içeri girip yatmaya kalkarsan tutabilir.”
Bembeyaz köpükleriyle dalgalar, iskele bordadan gelip gelip bizi şöyle bir sancağa yatırıyor, sonra bir daha, bir daha...
Bonifacio’dan alıp direğe çektiğimiz Korsika’nın korsan bayrağı çok fiyakalı dalgalanıyor. Peki ya sarıkırmızı bayrağımız nerede kaptan, ya Fenerli bir tekneye rastlarsak ummanda?..
Güneş, Peace’nin arkasında, dümen suyumuzda gümüşileştirdiği dalgalarla öylesine güzel oynaşıyor ki, muhteşem.
8.4 mil sürat, yelken-motor gidiyoruz.
Her şey müthiş Ayşem, çok teşekkür ederim.
Zaman mefhumu silinmeye başlıyor. Lacivert denizle birlikte, bembeyaz köpüklü dalgalarla baş başa kırılmaya başlıyor zamana dönük esaret...
3.5 saattir yoldayız.
Daha 48 saat var açık denizde. Dalgalar usul usul Peace’nin arkasına dolanıyor.
“İyi mi, kötü mü?”
“İyi iyi. Daha hızlı yol alacağız. Arkadan gelsin, kol gibi der ya yelkenciler...”
“Gökyüzü nasıl da pürüzsüz.”
“Maşallah de, maşallah.”
Saat 18.50
Hava birden değişti.
Sertleşiyor dalgalar, 3.5-4 metreye kadar.
Ve deniz çalkantılı fena halde.
“Meraklanma Hasan Kaptan. Rüzgâr geçmiş, dalgası kalmış... Ama dalgalar rüzgârla birlikte çatlayarak gelse, burada, havuzlukta oturamayız, hemen içeri...”
Yukarısı Cenova Körfezi.
Bunlar, Alpler’in üzerinden patlayıp gelen rüzgârın kabarttığı dalgalar. Seyrek de olsa, öyle bir dalga vuruyor ki, heeyyt! Gökhan Kaptan, “İşte bu, o 9 dalgadan biri, balıkçıların korkulu rüyası” diyor gülerek.
“Dalgalar çatlamaya başladı!”
10 knot esiyor rüzgâr, 2-3 şiddetinde. Fırtınamsı hava ise bizim önümüzde, Sicilya’ya, Messina Boğazı’na doğru gidiyor.
Saat 22.55
8 saattir açık denizdeyiz. Bizi hiç bırakmayan dalgalar 2 ila 3.5 metre arasında. Azgın dalga diye tarif edilebilir.
Cüneyt, sanki teselli ediyor beni:
“Ama Allah’tan kıç omuzluktan alıyoruz dalgaları. İyi ki bordadan almıyoruz. Çok daha kötü olurdu.”
Hava hâlâ inat ediyor.
Karanlıkta denizin sesi...
“Zifiri karanlık içinde rüzgârın direklerde, çarmıhlarda, armanın her bir karışında aç kurtlar gibi vahşi uluyuşuna, top atılmış gibi gürleyerek çatlayan denizlerin sesi... Arkadan bir hışımla gelen dalga uçları, önce üstümden atlayarak hızlı hızlı başa doğru koşuyor, sonra teknenin yalpası ile kamara kenarlarını döverek tekrar geldiği yere bir foşurtu ile akıp gidiyor.” (Sadun Boro, Pupa Yelken, s. 345)
Dümen suyumuzda yine bir uydu, ışıl ışıl bizi yakın takipte tutuyor. Peace homur homur... Bazen olduğum yerde sendeliyorum, kayıyorum havuzlukta. Gökhan Kaptan uykuya çekiliyor, Cüneyt vardiyada.
İçimden yatmak gelmiyor.
Evet, zifiri karanlık.
Yol henüz yarılanmadı.
Dalgaların kızgın homurtusu bitmek bilmiyor. Daha 40 saate yakın yolumuz var.
Tiran Denizi kapkaranlık...
Vay vay vay, Hasan Kaptan!
Biraz uyumayı denesen, bu uzun geceyle baş etmek kolay olmayacak.
T24 Notu: Hasan Cemal'in bu yazısı, Milliyet gazetesindeki 31 Mayıs 2012 tarihli köşesinden alınmıştır.