NEW YORK
Pazar sabahı 3. Cadde’de kendi başıma yürüyorum.
Ortalık tenha.
Tek tük koşanlar hızla yitip gidiyor.
Kafamda o soru:
Buralarda yaşayabilir miyim?..
Sabahın ilk kahvesini içecek ve New York’tan yazacağım seçim yazıları için not alacak bir yer arıyorum.
Tabii New York Times şart.
Kalın mı kalın beş dolarlık pazar nüshasını almak için bir dükkana giriyorum.
- Kim kazanacak?..
Tezgahın arkasındaki ihtiyar Hintli kocaman gülüyor:
- Bakın, benim rengim beyaz değil. Oyumu ekonomik gerekçelerle versem, Trump’a atardım. Ama Trump bir ırkçı, göçmen düşmanı. Ona oy verirsem kendimi inkâr etmiş olurum. Hillary’nin kazanmasını istiyorum.
Hillary Clinton 8 Kasım'da 240 yıllık ABD tarihinin ilk kadın başkanı olacak mı?..
Genel beklenti ve seçim araştırmaları daha çok Clinton diyor.
Ancak, bu anket sonuçları hata payı sınırlarının içinde...
Yarınki seçimin fena halde başabaş geçeceği anlaşılıyor.
P. G. Clarke’s.
3. Cadde’yle 55. Sokak'ın köşesindeki bin yıllık İrlanda barı.
1980’lerde keşfetmiştim.
Gökdelenler arasına sıkışmış iki katlı, kırmızı tuğlalı İrlanda barı da, koca göbekli garsonları da değişmemiş.
En son üç dört yıl önce uğramıştım.
Arka taraftaki, kırmızı beyaz pembe puantiyeli masa örtüleriyle küçük lokanta yerli yerinde.
Clarke’s bar gibi bardır.
Tanju Akerson’u hatırlıyorum.
New York’tan 1980’lerde Cumhuriyet’e yazdığı pazar yazılarında Manhattan’ın İrlanda barlarını ne güzel anlatırdı. Edebi bir tat ve gazeteci gözlemlerini eksik etmeden verirdi bohemliği ve nostaljiyi...
En dipteki masaya oturuyorum.
CNN’de Fareed Zekeria, Trump’tan demokrasinin kanseri diye söz ediyor.
Garsonlara da soruyorum:
- Kim kazanacak?..
Kayıtsız bir havadalar, Clinton’a da, Trump’a da veriştiriyorlar.
Bu hava epeyce yaygın.
Trump’ın Amerika için korkunç bir tercih olacağını düşünenler bile Clinton’a burun kıvırıyor.
En çok altı çizilen bir konu daha var:
Amerikan toplumunun, siyasetinin kutuplaşması...
Keşke ben de şimdi New York yerine Cumhuriyet’in önünde olsaydım, Ey Özgürlük diye haykırsaydım
Bir köşede şu cümle dikkatimi çekiyor:
“Birbirimizi vuracak, birbirimize silah çekecek kadar ayrı cephelere bölünmüş durumdayız.”
Ama bu arada şu noktayı vurguluyor:
Amerikan demokrasisi inanılmaz derecede
sağlamdır.
Bu ülkede
Anayasa'nın
belkemiğini oluşturan
güçler ayrılığına
güvenin!
Hatıralara dalıyorum.
Clarkes’ın arka tarafında Michael’s Pub vardı. Pazartesi akşamları arada bir
Woody Allen klarnet çaldığı için kolay yer bulunmazdı. Ben de 1980’lerde kendisini orada bir kez dinlemiştim.
Bu bir seçim yazısı olacak ama anılar rahat bırakmıyor.
Buralarda yaşayabilir miyim?..
Hiç sanmıyorum
En son seçim araştırmalarına bakıyorum
Clinton 44, Trump 40.
Clinton 48, Trump 43.
Clinton 43, Trump 44.
Clinton 45, Trump 44
Clinton 43, Trump 48
Clinton 48, Trump 43
Clinton 49, Trump 44
Clinton 45, Trump 45
Clinton 45, Trump 45
Clinton 48, Trump 43
Clinton 47, Trump 48.
Seçim yazısı yazmak içimden gelmiyor.
Fransız felsefeci Bernard-Henri Levy’nin yazısının başlığı ilginç:
Trump Haini!
Trump’la ilgili şu notlar var:
Televizyonda penisinin uzunluğunu tartışabilen...
Kadınlardan, “onlara bok gibi muamele edeceksin” diyebilecek kadar nefret eden...
Irkçılığı sınır tanımayan...
Hitler’in konuşmalarını yatağının başucu kitabı yapabilen...
Siyahlar için tembel, Meksikalılar için ırz düşmanları diyebilen...
Müslümanları İslamcı terörist kategorisine koyan...
Aynı zamanda Yahudi düşmanı...
Ve BREXIT’in anlamından habersiz, Amerikan Anayasası'nın kaç madde olduğunu bilemeyecek kadar sınırsız bir cahil...
Ben de Trump’ın hem Amerika, hem de dünya için çok büyük bir felaket olacağına inanıyorum.
Oyum olsa, fazla beğenmesem de salı günü Hillary Clinton’a verirdim.
Aklım New York’ta geçirdiğim zamanlara gidiyor.
Mario Vargas Llosa demiş ki:
Manhattan’da birkaç gün geçirdikten sonra her seferinde kendimi sanki daha çok kalmışım gibi hissederdim.
Bu birkaç günün bana verdiği heyecan ve yorgunluğu başka hiçbir şehirde hissetmezdim.
New York’ta kendimi hep dünyanın merkezinde, bir tür modern Babil’de hissettim.
Evrendeki bütün dillerin, dinlerin ve kültürlerin temsil edildiği Borgesvârî bir merkez...
Homurtusu hiç bitmeyen, uyku nedir bilmeyen bir şehirdir New York. Adonis bir şiirinde şöyle der:
Deliliğin gürültülü ırmaklar
halinde fışkırdığı
yeryüzü kabuğundaki delik...
Kafamda elbette Türkiye.
Kafayı memlekette bırakıp başka diyarlara gidemiyorsun ki.
T24’e göz atıyorum internetten.
Sevgili Zülfü’nün sesi güzel geliyor.
Cumhuriyet’in önünde, dayanışma için Kardeş Türküler’le birlikte söylüyor.
Yiğidim Aslanım!
Ey Özgürlük!
Keşke ben de şimdi New York yerine Cumhuriyet’in önünde olsaydım, Ey Özgürlük diye haykırsaydım.
Buralarda yaşayabilir miyim?..
Hiç sanmıyorum.