Çıt çıkmasın istiyor.
Bunun için sürekli korku salıyor.
Herkesi sindirmenin peşinde.
Farklı seslerden nefret ediyor.
Farklı sesler onu çileden çıkarıyor.
Sadece kendi sesi duyulacak.
Evet, çıt çıkmayacak!
Kulağına çatlak ses çalınmayacak.
Tekmili verdi mi, herkes hizaya gelecek.
Ayarı çekti mi, herkes hazırola geçecek.
Çünkü o devlet, devletin sesi.
Devlet ses verdi mi, akan sular duracak.
Askeri darbeler de böyleydi.
12 Eylül’ü anımsıyorum.
Özgür düşünce yasaktı.
Eleştirel düşünce hapislik suçtu.
İtiraz etmek baskıya, zulme kapı açardı.
Hapishaneler hep doluydu.
Her yerde darbeye, devlete biat esastı.
Üniversiteler de temizlenmişti.
Kitaplar da yasaklanmış, yakılmıştı.
Hatta kitaplar, kağıt fabrikalarında hamur yapılmıştı.
Bütün bunlar darbe dönemlerinde yaşandı.
Bugün de farklı değil.
Bugün de bir başka darbe sürecindeyiz.
Bu seferki sivil darbe...
Sivil ama darbenin ta kendisi.
Saray’daki Sultan, iktidar iplerini tümüyle eline geçirmek ve bütün devlet kurumlarına el koymak için adım adım ilerliyor.
Başarısız da sayılmaz.
Anlaşılan o ki, şimdi sıra üniversitede.
Üniversiteyi üniversite olmaktan çıkarmak istiyor.
Üniversitenin ancak bağımsız düşünceyle varolabileceğini bilmiyor.
Üniversitenin ancak eleştirel düşünceyle varolabileceğini bilmiyor.
Üniversitenin itiraz yeri olduğunu bilmiyor.
Üniversitede kışla düzeninin geçerli olamayacağını bilmiyor.
Üniversitenin torna tezgahı olmadığını, bir tarafından sokup öbür tarafından tek tip insan çıkmayacağını bilmiyor.
Üniversiteyle medrese arasındaki farkı ona öğreten çıkmamış.
Cahil!
Cahil olduğu için de devlet gibi, Saray gibi düşünmeyen üniversite öğretim üyelerini, 1128 akademisyeni topa tutuyor.
Onları devlet düşmanı ilan ediyor.
Vatan haini ilan ediyor.
Onları hedef gösteriyor.
Şu söylediklerine bakın.
Saray’daki Sultan, iktidar iplerini tümüyle eline geçirmek ve bütün devlet kurumlarına el koymak için adım adım ilerliyor.
Başarısız da sayılmaz.
Anlaşılan o ki, şimdi sıra üniversitede.
- Mandacı güruh!
- Sözde akademisyenler!
- Eyy aydın müsveddeleri!
- Eyy sözde aydınlar!
- Sizler cahilsiniz!
- Sözde aydınların ihaneti!
- Eyy akademisyen müsveddeleri!
- Sizler güruhsunuz!
- Sizler karanlıksınız!
- Terörist ağzıyla konuşan sözde akademisyenler!
- Ya terörden yana ya da devletten yana olacaksınız!
- Eyy akademisyen geçinenler!
- Haddinizi bileceksiniz, haddinizi!
Ne yapmış 1128 akademisyen?
Saray gibi düşünmemiş...
Devlet gibi düşünmemiş...
Mecburlar mı Saray gibi düşünmeye?..
Mecburlar mı devlet gibi düşünmeye?..
Elbette hayır.
Orası üniversite ise orada özgür düşünce vardır.
Eleştirel düşünce vardır.
Bağımsız düşünce vardır.
Orada herşeye itiraz hakkı vardır.
Başka türlü üniversite olunmaz.
Ne kadar despot olsanız da, ne kadar devlet olsanız da, insanların bağımsız, eleştirel, özgür düşünmelerini ve itiraz haklarını kullanmalarını engelleyemezsiniz.
Yanınıza ‘mafya babaları’nı alsanız da, özgürlük bayrağı yere düşmez.
Şunu yazın bir tarafa:
Korku duvarınız yıkılacak!
Tarihin bu anlı şanlı dersini bilmeyecek kadar cahil olmak ne hazin!
Ege Dündar'dan babasına...
Aslan Ege;
Evet özgürlük elbet bizlerin, yaşayan ölüler olmayı reddedenlerin...
Cahiller bunu bilmez, sen canını sıkma sakın.
Geçen gün Ege Dündar’ın babasına, sevgili Can’a yazdığı açık mektubu okudum. Bazı satırları içimi acıttı.
Evde durum berkemal.
İyiyiz, annem de, ben de.
Odan, evin, mahallen hepsi yerli yerinde.
Fakat ülke için üzgün, insanlara da biraz kırgınım baba.
Yananlar yanıyor çığlık çığlığa, kalan herkes uzun bir sırada bekliyor suspus, art arda…
Sırası gelen biat etmiyorsa vuruluyor, dövülüyor; hapsediyor, aç bırakıyorlar.
Bombalar patlıyor başkentte, toplar yağıyor doğuda evlere güpegündüz…
Sıradakiler yine suskun. Kendilerine uzanmaz zannediliyorlarsa o kanlı pençe, susup başını öne eğerlerse, bu vahşi hırsı tanıyamamışlar bence. En üzücüsü de, can simidi gibi tutunmuş insanlar önyargılarının çerçevesine.
O Kürt, bu dinsiz, şu cemaatçi diye ayrışıp boşuna tartışılırken gerçekler boğuluyor, paralar yutuluyor, yalan kaplıyor yüzeyi, dibe vuruyor masumların hakkı, özgürlükleri…
Bir damga yetiyor insanların vicdanını rahatlamasına, suskunluğunu aklamasına.
Terörü, teröristi, hendeği duyan bir ‘oh’ çekip destek çıkıyor çatışmalara, askerlerin şehitliğine, morgda biriken çocuklara, bebeklere, sokaklarda katledilen sivillere.
Nefret köpürtülüyor her gün yöneticilerin dilinde, yandaş gazetelerde.
Ne oldu da bozuldu huzur?
Soran yok, unutulmuş insan neredeyse barış istemekten utanacak halde.
Durum böyleyken hala meslektaşlarının çoğu sus ve pus. Gün ardına insanların yüzüne yalanlar söylenip, ayrışma köküne kadar körüklenirken demokrasinin dördüncü kuvveti bildiğim gazeteciler, bir avuç insan dışında, ya korkudan sesini kısmış, canla başla rahatsız etmeyecek konular arıyor, yoksa yaratıyor ya da menfaatini sırtlamış tetikçilik peşinde.
Korku, tepkisizliğe ve suskunluğa bir bahane olmamalı baba. Bilinmeli ki şimdi susulursa asıl korku, haksızlık, şiddet ve ölüm gün gelip o uzak sanıların kapıları çaldığında duyulacak.
Baba;
Kırgınım dedim, kızgınım demedim.
Bu da öfkelenmemeyi senden öğrendiğimden, bir de umudumdandır her şeye rağmen. Şüphem yok gerçeğin üstün hakimiyetinden.
Zulmün hanedanlığı da yıkılacak elbet bir gün üstümüzden.
Sen ve ben, yine koşarak ineceğiz sahile, deniz aynı deniz, kucaklayacaksın güneşi sımsıkı, beni ve annemi kucakladığın gibi.
Bağrımızda dürüstlüğün gururu, elimizde bir avuç yassı taş, dalga dalga sekecek kahkahalarımız...
Özgürlük elbet bizimdir baba.
Aslan Ege;
Evet özgürlük elbet bizlerin, yaşayan ölüler olmayı reddedenlerin...
Cahiller bunu bilmez, sen canını sıkma sakın.