22 Mayıs 2022

Türkiye'de Alman izleri (VI) | Boğaz'da bir silah tüccarı

Tarabya adı Yunanca "terapi" den gelir. Bu ad, Karadeniz'den gelen rüzgârlara sürekli açık olmasından, bunun da birçok hastalığa iyi geldiği düşünüldüğünden verilmiş olsa gerek

Boğaziçi'nin her iki yakasında da inci taneleri gibi dizilmiş yalılar her zaman göz kamaştırmıştır. Bu yazlık köşkler ve saray yavruları Boğaz kıyıları henüz sayfiye yerleriyken kalburüstü insanların satın alabildiği ya da onlara padişah tarafından "ihsân-ı şâhâne" eylenen araziler üzerine yapılan yalıların önünden henüz karayolu geçmez iken, yalılara sandallarla ulaşılır iken oluşmuştur.

1800'lerin ortalarında tarihi yarımada yeni yerleşimlere artık uygun değildir, kalabalıktır, sofudur. Galata ise gayrimüslim Osmanlı tebaası veya Levantenlerin bölgesi olmuştur. Üsküdar'a da sofu Müslümanlar yerleşmiştir. Ama Boğaz kıyıları boş denecek kadar seyrek nüfusa ve yerleşime sahiptir. Büyük ölçüde kendi ülkelerinde görmedikleri ve göremeyecekleri güzellikteki bu coğrafyaya Dersaadet'te yaşayan yabancılar gıpta etmektedirler büyük ihtimalle.

Boğaz kıyısına yerleşimlerin açılışını Dolmabahçe Sarayı ile Osmanlı padişahı yapar. Peşinden diğer saraylar, saray yavruları, av köşkleri, ileri gelenlerin yazlıkları ve yabancı sefaretler gelir… Boğaz artık güvenli sayılmaktadır. Koylarda gizlenmiş balıkçı köyleri serpilmeye başlar.

Takvim 1900'leri gösterdiğinde, yâni Osmanlı bir yandan çökerken diğer yandan ihtişam göstermeye çalışmaktadır, ama bazı alanlarda, özellikle sanayide, geri kalmıştır. Silah sanayisi de ilk akla gelendir hâliyle. Savaş zilleri duyulur uzaktan. Alman İmparatorluğu'yla sıkı fıkı ilişkiler kurulmuştur. Bağdat Demiryolu'nu yapar Almanlar. Osmanlı ordusu silahlandırılacaktır, Prusya modeline göre yeniden organize edilecektir.

Kısacası, devletin savunma işleri Almanlara ihâle edilir.

Özel sermayeye dayanan kapitalizme çoktan geçmiş olan Almanya'da silah fabrikaları vardır ve bunlar siyasal ilişkiler sayesinde Osmanlı'ya silah satmak istemektedirler. Kayzer öyle istemektedir. Padişahın da itirazı yoktur.

MAUSER silah fabrikası çağının en ileri tüfek ve tabancalarını üretmektedir. Türkçeye "mavzer" olarak geçmiştir bu marka, ancak markadan ziyâde bir tüfek türü için kullanılır.

Prusya devleti fabrikaya desteğini 1872'de çektikten sonra iflâsa sürüklenmek üzere olan Mauser'i Osmanlı'dan aldığı siparişler kurtarır. Türk subaylar malları teslim almak için Almanya'nın Oberndorf kasabasındaki fabrikaya gidip gelirler. Orada hem eğitim alırlar hem de malları test ederler. Fabrika Türkiye'den gelen subay ve astubayların konaklaması için bir lojman bile inşa ettirir sahasında. İkinci Dünya Savaşı'nda kısmen tahrip olan bina, 1960'ta tamamen yıkılır. Bahçede burada ölen bir Osmanlı yüzbaşısının, İbrahim Efendi'nin mezar taşı durur. Yüzbaşı İbrahim Efendi gelen Türk heyetleri karşılayan bir tür daimî temsilci olsa gerek, çünkü Karlsruheli bir Alman hanımla evlidir.

"Türk Evi"
İbrahim Efendi'nin mezar taşı
İbrahim Efendi'nin mezar taşı
Mauser Fabrikası, Oberndorf

Almanlar Türklere sürekli laf anlatacaklarına araya bir aracı koymayı tercih etmişlerdir. Bu kişi hem Türk hükümetini iknâ edecektir hem gerekli rüşvetleri verecek hem yeni modelleri tanıtacak ve parti parti satış sözleşmeleri imzalatacaktır. Arada komisyonunu almak koşuluyla tabii… Zaten Osmanlı devletinde işler artık sadece böyle yürümektedir. Bu silah komisyoncusunun adı Huber Kardeşlerdir, özellikle August Huber.

Savaş yaklaştıkça Huber para kazanmaktadır. İşini iyi yaptığı için bu komisyoncunun ünü bir başka Alman silah üreticisinin kulağına gider: KRUPP.

Krupp daha ağır silahlar satacaktır Osmanlı'ya; toplar, obüsler…

Huber, Mauser'in yanı sıra Krupp'un da Osmanlı'daki temsilcisi, komisyoncusu, aracısı, anchorman'i olmuştur artık.

Krupp topu
Krupp obüsü
Krupp obüsü

"Leipziger Neueste Nachrichten" gazetesinde çıkan bir habere göre Osmanlı sarayında yüksek rütbeli iki memur Krupp işlerini pâdişahla görüşmelerini sağlamak için Huber'lerden 8000 Osmanlı Lirası (147.100 Mark) rüşvet almıştır. Bu uygulama devletin rutinidir, kimse şaşırmaz.

Krupp fabrikasını gezen Türk delegasyonu, 1911

Zenginliğine zenginlik katar Huber. O kadar zengin olur ki, Tarabya'da iki Ermeni aileye ait olan muazzam bir araziyi satın alır ve burada dev bir yalı inşa ettirir. Mimarı kesin olarak bilinmese de o yıllar İstanbul'un silüetine imza atan yabancı mimarlardan Raimondo d'Aronco olduğu tahmin edilmektedir. Raimondo, II. Abdülhamid'in baş mimarıdır. Eh, silah tüccarı zengin Huber'e de yalısını saray mimarına yaptırmak yakışır.

Raimondo d'Aronco

Tabelada kullanılan dillere bakılırsa 1920'ler, yâni işgal yılları. Yalının önü doldurulmuş.

Huber Köşkü, Tarabya Koyu'nun güneyinde ve Yeniköy-Tarabya yolunun üzerinde bulunur. Arkasında Boğaz'a inen yamacın tümünü içine alan yaklaşık 64 bin metrekarelik bir koruluğu vardır. Tarabya'daki koru arazisini Bay Huber bizzat ağaçlandırmıştır. Boğaziçi'nin günümüze ulaşan ender korularından biridir burası. Ana bina dışında büyük bir ahır ve arabalık, hizmetliler konutu, iki küçük şale ve seradan oluşan bir malikânedir Huber Köşkü.

Silah tüccarının komşusu olan arazide de Alman Elçiliğinin muhteşem yazlık rezidansı yükselmiştir bu arada. Tesadüf olmasa gerek.

Necmeddin Molla (Kocataş)
Mısır Prensesi Kadriye Hüseyin

Huberler, I. Dünya Savaşı sonrasında, yenilginin ardından ve muhtemelen işgalden önce, İstanbul'u terk ederler. Huber'in ölümü üzerine, Osmanlı'da Adalet Bakanlığı da yapmış hukukçu, noterlik kurumunun kurucusu da sayılan ve Cumhuriyet devrinde de saygın görevlerde bulunan bir kişi, Necmeddin Molla (Kocataş) ailenin yaşadığı Augsburg'a giderek köşkü satın alır. Necmeddin Molla, Betûl Mardin'in dedesidir.

Köşk daha sonra Mısır Prensesi Kadriye Hüseyin Hanım'a satılır. 1922-1930 yılları arasında burada ikâmet eden Prenses, bu köşkü sembolik bir fiyatla Notre-Dame de Sion rahibelerine devrederek Kahire'ye döner.

1973 yılında özel bir inşaat şirketinin eline geçen yapı, 1985 yılında kamulaştırılır.

Onarılıp döşenerek Cumhurbaşkanlığı yazlık rezidansı olarak kullanılmaya başlanır.

Son günlerde sık sık sözü geçen Huber Köşkü budur işte.

Tarabya adı Yunanca "terapi" den gelir. Bu ad, Karadeniz'den gelen rüzgârlara sürekli açık olmasından, bunun da birçok hastalığa iyi geldiği düşünüldüğünden verilmiş olsa gerek.

Bu topraklardaki rüşvet hastalığı hariç.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de Alman İzleri (IX) | Dostluk Yurdu

O günlerde Galiçya cephesinde zaferden zafere koşan Mareşal von Mackenzen'in "Türkiye Türklerindir" ve "Almanlar da Türklerin en iyi dostlarıdır" diye biten telgraf metni oldukça alkış topladı. Hâlâ kullanılan "Türkiye Türklerindir" sloganı demek bir Alman'dan çıkmış.

Üzüm Bayramı

Apostolik Ermeniler her sene 15 Ağustos günü kutlanan Asdvadzadzin gününe en yakın pazar günü üzümleri kutsarlar, yani "okurlar" üzümü. Dindar Apostolik Ermeniler daha önce üzüm yemez. Cemaat üyeleri kilolarca üzümü bayram öncesinde kiliseye bağışlarlar ve okutmak için getirirler. Kilise bahçelerine kasalar dolusu üzüm yığar, halka dağıtırlar

Türkiye'de Alman İzleri (VIII) | Almanya'da unutulmuş bir kunduracı çırağı

Oğlu Rudi Achmed'den bir kız bir erkek iki torununu ve onlardan olan üç torun çocuğunu da gören Achmed Talib Doğu Almanya'dan hiç çıkamadı. Hatta, Fürstenwalde'den çıkamadı