Önce 23 Mayıs’ta Financial Times Gazetesi’nin manşetten sekiz sütün verdiği haberi. İlerden günümüze bakıldığında felaketin habercisi tarihi belge niteliğinde.
‘’Trump yönetimi, Harvard’ın uluslararası öğrenci kabul etmesini yasakladı.’’
Bu karar, ABD Başkanı Donald Trump’ın son aylarda “uyanık” (woke) ideolojiyi teşvik etmekle ve antisemitizmle mücadele etmemekle suçladığı seçkin kurumlara yönelik giderek artan baskısının ortasında alındı.
İçişleri Bakanı Kristi Noem, Perşembe günü Harvard yönetimine gönderdiği mektupta “Bu, ülkedeki tüm üniversitelere ve akademik kurumlara bir uyarı niteliğindedir.” dedi.
Başkanın eleştirmenleri, ABD üniversitelerine yönelik bu adımları ifade özgürlüğü ve akademik özgürlüklere karşı bir baskı olarak değerlendiriyor.
Başkanın eleştirmenleri, ABD üniversitelerine yönelik bu adımların ifade özgürlüğü ve akademik özgürlükler üzerinde bir baskı oluşturduğunu söylüyor. Noem, Harvard’ı Yahudi öğrenciler için “düşmanca” bir ortam yaratmakla suçladı — bu, yönetimin, 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısının ve ardından İsrail’in Gazze’ye düzenlediği harekâtın ardından Filistin yanlısı protestoların yaşandığı üniversitelere yönelttiği bir suçlamaydı…
Noem, geçen ay Harvard’dan yabancı öğrencilerine dair ayrıntılı kayıtları sunmasını talep etti, aksi takdirde bu öğrencileri kaydetme hakkının ellerinden alınacağını söyledi. Harvard ise o dönemde yaptığı açıklamada “yasalara uyacağını ve aynı şeyi hükümetten de beklediğini” belirtti.
Haber bu.
Kaygım geçen temmuz ayında ABD Anayasa Mahkemesi’nin Trump’ı, hükumeti devirmekle suçlanmasını ele aldığı kararında başkanlık görevi ifasında dokunulmazlığını vurgulayarak tanıdığı diktatoryal düzeyinde haklardan öte. Kaygım gazete haberinin son cümlesinde, Harvard’ın içişleri Bakanlığı’nın talebine uyacağını belirtmesinde!
Yüzünü kurtarmak isteyen üniversite, sonra Trump’ı dava edeceğini belirttiğinde atı alan Üsküdar’ı geçmiş, sessizliğinde Trump’a yol vermişti.
Dönüm noktasındayız.
Korkum öğrencilerinin tepkisinden de korkan Harvard’ın susup ara yollar aramasından öte, diğer üniversitelerin de paçalarını devletten kurtarma edilgenliğinde iktidarla işbirliğine girmesi.
Bunun küçük bir örneğini 12 Eylül ve YÖK’le birlikte kapıkullaşan Türkiye üniversitelerinde aradan ancak kırk küsur yıl geçtikten sonra BÜ öğrencileri seslerini çıkarana kadar görmüştük.
Yakın tarihimizde buna benzer esas nokta Hitler’in Almanya’da iktidara geldikten sonra ilk güç denemesi olan ve ardından ona yolların açıldığı üniversite kıyımıydı.
Totaliter populist rejimlerde olası en güçlü muhalefet kaynağı üniversitelerle entellektüeller olduğu gibi, onlara karşı gaza getirilp iktidara güç veren de geniş kitlelerin olduğunu tarihte çok gördük. Harvard’a vurdukça Trump kitlelerden puan topluyor, güçleniyor.
Yarın çok geç.
Bugün sade ABD’de değil her ülkede üniversitelerin Harvard’la dayanışmalarının zamanı.
Trump tipi faşizme başlıca muhalefet olabileceklerin susması, ABD’den dünyaya hızla yayılan bu ideolojiye açık davet niteliğinde.
Olansa tersi.
Harvard’a son saldırının üstünden bir gün geçmeden Kanada, İngiltere ve Avrupa üniversteleri, “ABD’nin kaybı benim kazancımdır” opurtünizminde kolları sıvayıp hocalara “Bize gelin” diye iş tekliflerine soyundu. Çin ve Rusya gibi totaliter rejimler ABD’de üniversitenin çöküşüyle ellerini ovuşturarak güçlenmekte. İsrail, Filistin halkının katliamına karşı en güçlü seslerin Harvard öğrencilerinden bir daha gelemeyeceği zaferinde.
Faşizm geldiğinde topla tüfekle değil, bizim sessizliğimizde, populist sloganlarla kitlelerin omuzunda yükseliyor.
Mesele Harvard’dan öte, dünyada zaten sallantıda olan mevcut demokrasi anlayışını koruyabilmek.
Gün, Harvard’la dayanışmanın günü.
Gün, her yerde öğrencilerle hocaların özgür düşünceye karşı bu üniversite katliamına “dur” demelerinin günü.
Yoksa!
Perşembenin gelişi çarşambadan belli.