Hiç akla gelmeyen bile oldu.
AYM kararları zaten bir süredir fiilen tanınmıyordu. Ama ilk kez yüksek yargıda ve oybirliğiyle; "Anayasa Mahkemesi'nin kararına UYULMAMASINA" diye karar yazıldı.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi davasında 18 yıl hapse mahkûm edilen TİP milletvekili Can Atalay’ın tahliyesinin gerektiğine hükmeden Anayasa Mahkemesi kararına uymayacağını açıkladı ve yetkisini aştığı gerekçesiyle AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmayı kararlaştırdı.
***
AKP’nin iktidara gelmesinin ardından odağına aldığı kurumlardan biri Anayasa Mahkemesi’ydi.
Öyleydi, zira AKP ve öncülü partiler, Fazilet Partisi ve Refah Partisi’nin çekirdek tabanı için Yüksek Mahkeme bir vesayet makamı, 28 Şubat rejiminin de yılmaz bekçisiydi!
AKP için ilk döneminde bugün bütünüyle sırtını döndüğü AB’ye sığınmaktan başka bir yol yoktu.
Her an bir kapatma davasının hedefi olabilirdi… TSK’nın komuta kademesinin bütünüyle kendisine karşı olduğunu hissediyordu… Bürokraside işleri yürütmekte çok zorlanıyordu.
Refah Partisi ve ardından Fazilet Partisi’ni kapatan sistem, AKP’yi de fazla yaşatmazdı!
O dönemde ardı ardına çıkan AB paketlerini, bugünden bakınca, başka türlü yorumlama imkânı yok.
***
AKP için “U” dönüşünün milatlarından biri kapatılması istemiyle açılan davaydı. Kapatılmaktan kıl payı kurtulan AKP, artık geri dönemeyeceği bir noktaya gelmiş ve sürekli oylarını yükselterek iktidar olmanın verdiği güçle dönüşüme karar vermişti.
Gülen cemaati kadrolarının emniyet ve polisin en kritik noktalarına yerleştirilmesi, operasyonlar, 17-25 Aralık’a kadar devam eden süreç böyle gelişti.
Ancak o döneme ilişkin en kritik noktalardan biri 2010 referandumuydu. Anayasa Mahkemesi’nin, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Yargıtay ve Danıştay’ın yapısının değiştirildiği referandum.
17-25 Aralık sürecinden sonra yargı yeniden kaotik bir döneme girdi. 15 Temmuz’dan sonra ise artık yeni bir profille yoluna devam etti.
Cemaat kadroları artık yoktu ancak pratikleri bütünüyle ustalaşmış bir yargı sistemi vardı.
Anayasa Mahkemesi, bu sistem içerisinde göze batıyordu. Kararları iktidarın söylemine ve isteğine zaman zaman aykırı olabiliyordu. Bir nefes aralığı da yaratabiliyordu.
O dönem başbakan olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tepkisini çeken kararlara da imza atıyordu. Erdoğan, kimi kararları nedeniyle Anayasa Mahkemesi’ne “Uymuyorum, saygı da duymuyorum” söyleri ile gösteriyor, bazı kararları da “gayrı milli” olarak yorumluyordu.
***
Bütün bunlar Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısından kaynaklı gibi düşünüldü. Bugün artık Anayasa Mahkemesi’nin 15 üyesi arasında AKP döneminde atanmamış herhangi bir isim yok.
Üyelerin büyük bölümü Erdoğan ile TBMM tarafından seçildi. Önceki Cumhurbaşkanı Gül döneminde seçilen üye sayısı bile az.
Ancak Anayasa Mahkemesi, biraz da yüksek mahkemenin tarihsel karakteri gereği yine de iktidarı şaşırtabiliyor.
Bunun bir nedeni de AİHM’le köprülerin atılmaması, Yüksek Mahkeme’nin prestijinin korunması ihtiyacı.
***
Anayasa Mahkemesi’nin kritik birkaç kararı iktidarı çok kızdırdı.
Bunların başında MİT tırları haberleri nedeniyle tutuklanan Can Dündar ve Erdem Gül’ün tahliyesine yönelik karar vermesi geliyordu.
Öyle ki Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa Mahkemesi kararına uymayacağını ve AYM üyelerinin suç işlediğini öne sürdüğü kararında, bu karara atıf yapıldı. AYM’nin bu kararı verirken de yetkisini aştığı savunuldu.
İstanbul 26 ve 27. Ağır Ceza mahkemeleri, AYM’nin Mehmet Altan’ın tahliyesi yönündeki kararlarını uygulamadı. Altan, istinaf mahkemesi kararıyla tahliye olabildi. Fazladan aylarca hapis yattı.
AYM’nin CHP’li Enis Berberoğlu’nun tahliyesi yönündeki kararı da İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından uygulanmadı. AYM, kararın uygulanması için ikinci kez hak ihlali kararı almak zorunda kaldı. Berberoğlu, Yargıtay kararıyla özgür kalabildi.
***
AYM kararlarına uymayan isimler hakkında Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na başvuruldu. Ancak haklarında soruşturma açılması bir yana bu kararları veren isimlerden biri Yargıtay üyeliğine terfi ettirildi. İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan bugün Anayasa Mahkemesi üyesi. Bir başka mahkemenin başkanı olan Akın Gürlek, Adalet Bakan Yardımcısı…
Mesaj elbette açıktı.
AYM kararlarına uyulmaması, iktidarın da hedefinde olan isimlerle ilgili alınan kararların hayata geçirilmemesi bir “suç” olarak görülmüyordu. Anayasaya rağmen görülmüyordu.
***
Elbette görüntü de mühimdi.
Adalet Bakanlığı, bu nedenle AYM kararlarına uyulmasını takip etmek amacıyla “Kararlar Genel Müdürlüğü” bile kurdu.
En azından “kanun devleti” olmak mümkün olabilmeli, bunun görüntüsü yaratılabilmeliydi.
Adalet bakanları, AİHM kararlarına en çok Türkiye’nin uyduğu açıklamaları yaptı. Algı yaratıldığını söyledi.
***
Ancak mesele yargı kararına uymaksa, Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda ne kadar “masum” olduğunu da tartışmak lazım.
Yerel mahkemeler, Berberoğlu, Altan gibi isimler söz konusu olduğunda AYM kararına uymuyordu.
Aynı AYM, anayasanın 90. Maddesine göre AİHM kararlarına uyulması zorunlu olmasına rağmen, AİHM’nin Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala kararlarına uyulmamasına sessiz kaldı.
Türkiye, bu nedenle, sadece bu kararlara uyulmaması nedeniyle Avrupa Konseyi’nden bile atılabilir.
Bununla da yetinmedi.
AİHM, bir FETÖ davasında yargılanan eski hakim Yıldırım Turan ile ilgili olarak, “hak ihlali” kararı vermişti. AYM, bu kararın uygulanması için yapılan başvuruya, “AİHM'in kesinleşmiş kararları bağlayıcı olmakla birlikte, Türk hukukunda yargı mensuplarının tutuklanmalarına ilişkin hükümlerin yorumlanması … nihai olarak Türk Mahkemelerine ait bir yetkidir" yanıtını verdi. Daha sonra kararın AİHM içtihadı olmadığı, doğrudan bu kişiyle ilgisinin bulunmadığı yorumları da yapıldı.
Düğme baştan yanlış iliklendi ve herkes sessiz kaldı.
AİHM kararları yok sayıldı, AYM kararları yok sayıldı. Davaya göre, isme göre atamalar yapıldı ve tüm bunları denetlemekle yükümlü kurumlar, başta Hakimler ve Savcılar Kurulu, ölü taklidi yaptı.
***
Yargı daha önce iyi miydi?
Hayır, elbette değildi.
28 Şubat sürecinde askerden brifing almaya koşan, her adli yıl açılışında, kuruluş günlerinde mahkeme mahkeme siyasilere ders vermeye çalışan, hukuka değil ideolojik eğilimine göre tutum alan, DGM’lerin hâkim güç olduğu bir yargı yapısı için “iyi” denilemez.
Ancak bugüne oranla, o beğenilmeyen yargıda bile “kararlara uymama” kararları görmek güçtü.
Bugün anayasayı ihlalden, kaostan, şaşkınlıktan, hukuksuzluktan, kanun devleti bile olamamaktan bu kadar çok söz ediyorsak, beğenmediğimiz günlerin bile aklımızda geliyor olmasıdır nedeni…
Çetin Altan’ın deyimiyle, “Türkiye’nin geri vitesinin ölçüsü yoktur.”
Artık “algı” denilerek geçiştirilemez, inanılması güç bir noktaya gelindi. Ve AYM’nin önünde, siyasetin önünde anayasaya ısrarla uymak, uyulmasını sağlamak dışında bir yol yok.
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|