Bu karar, birçok açıdan önemli.
Öncelikle karardan, Gezi’ye katılanların eylemlerinin suç teşkil edecek bir şiddet söz konusu değilse demokratik hak olarak nitelendirildiği anlaşılıyor.
Kararda dosyaya giren, Ayşe Barım dosyasında da tekrar edilen telefon tapeleri de konu ediliyor.
Tapelerin bir bölümü “yasak-usule aykırı delil” sayılıyor.
Mahkeme, suçun oluşması için aradığı kriterleri net biçimde de sayıyor. Plan ve organizasyon, maddi ve manevi altyapı oluşturmak, görev paylaşımlı, hiyerarşik yapı, eylem şeması, tasarlanarak hareket edilmesi… Hem Kavala hem Barım için sormak lazım, “patron” kimliği bunu açıklamaya yeter mi? Bütün bu unsurlar diğer dosyalarda söz konusu mu?
Tam bu noktada, Ayşe Barım dosyasına bakalım.
- Dosyanın omurgasını firari ya da hükümlü Gülen cemaati mensubu hâkim ve savcıların yazılarıyla yapılan dinlemeler oluşturuyor.
- Dinlemeler denilince akla yüzlerce sayfa tape geliyor. Elbette böyle bir durum yok. İki üç cümleden ibaret konuşmalar.
- Kavala’nın Taksim Dayanışması ve Taksim Platformu’nu yönlendirdiği, sanatçılarla ve siyasetçilerle toplantılar yaptığı belirtildikten sonra, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, AİHM gibi yerlerde görevli şahıslarla görüşmeler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Savcılığa göre, Türkiye’nin üye olmak istediği AB, zaten imzasının bulunduğu AİHM ve Avrupa Komisyonu gibi yapılarla temas suç… Etki ajanlığı bu kadar basit…
- Etki ajanlığı kısmı bununla da sınırlı değil. Ayşe Barım hakkında, orman yangınları ve deprem sırasında sosyal medyada başlatılan #HelpTurkey kampanyasına eş zamanlı olarak katıldıkları tespiti nedeniyle yine “etki ajanlığı” suçlaması yöneltiliyor. Depremde, yangında uluslararası çağrı kampanyalarına katılmanın da etki ajanlığı sayılacağını buradan anlıyoruz.
- Savcılığa göre tüm bu faaliyetler 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde yaşananlara benziyor. O dönemde de sokak hareketleriyle hükümetin devrilmek istendiği vurgulanıyor. Gezi, 27 Mayıs darbesiyle eşitleniyor.
- Gezi davasında kullanılan Otpor, Soros, ajanlık, darbecilik suçlamaları yineleniyor.
- Çok tartışılan kanıtlardan biri, Ayşe Barım’ın Alabora ile yaptığı konuşma. Basına sıkça yansıdı. Oyuncular Sendikası ve kimi oyuncular bir bildiri hazırlamışlar ve bu Barım’a da ulaşmış. Barım, buradaki ifadeleri ağır bulduğunu söylüyor ve yayımlanırsa zarar görüleceğini Alabora’ya iletiyor. Alabora da bildirinin yayımlanmasından vazgeçileceğini anlatıyor. Hatta Barım, korsan biçimde sosyal medyada bildirinin yayılmasından duyduğu endişeyi aktarıyor. Savcılık, bu durumu Barım’ın bildiriyi engellemesi değil, uygun zamanda açıklanması konusunda erteletmesi olarak yorumluyor.
- Barım’ın oyuncularla ve Alabora, Çiğdem Mater gibi isimlerle yaptığı görüşme sayıları da kanıtlar arasında sayılıyor.
- Bütün bunlardan sonra Barım, birinci derece planlayıcılar olarak gösterilen Kavala, Çiğdem Mater ve Mehmet Ali Alabora’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmelerine yardım etmekle suçlanıyor.
***
Savcılığın önemli tespitlerinden biri şu:
“Ayrıca şu hususu da önemle vurgulamak gerekirse; soruşturmamızın konusu ve amacının Gezi Parkı eylemlerine katılanlar değil sivil toplum hareketlerini yönlendirip kullanarak ve şiddete evirerek mevcut hükumetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan organizasyonunun tüm yönleriyle açığa çıkartılmasıdır.”
Savcılık, Gezi’nin değil, hükümetin ortadan kaldırılmasını amaçlayanların suç işlemiş olduğunu söylüyor.
Hükümeti ortadan kaldırmaya çalışmak elbette suç. Ama bunun nasıl yapıldığının kanıtlanması gerekmez mi?
***
Peki bu kadar ciddi bir suçlamanın içi, yorum yoluyla sonuç elde edilen iki üç konuşmayla, eşzamanlı Gezi Parkı’na gitmekle doldurulabilir mi?
O dönem yapılan dinlemelerin bir bölümü “yasak delil” niteliğindeyse neden bir bölümü yasal. Kriter kime ve neye göre belirleniyor?
Barım dosyasında menajer-oyuncu bağı dışında bir organizasyon şeması, çıkara dayalı birliktelik, mühimmat, planlama var mı? “Hep beraber gidelim” dediği varsayılsa bile aranan kriterleri karşılar mı?
***
Büyük bir kalabalık, “Onu tutuklayın, bunu çürütün” diye durmadan bağırıyor.
Kanıt önemli değil, hukuk önemli değil!
Tanıkların beyanı bile önemli değil!
Mesele iktidarsa, hiçbir iktidar biçimi, hiçbir insan hayatından önemli değil.
Mesele hukuksa, gerçekten hukuk üzerinden konuşmak gerekiyor.
Hangi hukuk?
Çarşı davası hukuku mu, Kavala dosyası hukuku mu, Barım dosyası hukuku mu?
Doğru okuduğunuzda yapılan tercihin, bütün bir ülkeyi ilgilendirdiğini de görürsünüz.
Halimiz de maalesef bundan ibaret…