04 Ekim 2025

Ayşe Barım dosyası üzerinden yargının manzarası ve ortada duran soru: Gezi eylemleri suç mudur?

Hükümeti ortadan kaldırmaya çalışmak elbette suç. Ama bunun nasıl yapıldığının kanıtlanması gerekmez mi? Mesele iktidarsa, hiçbir iktidar biçimi, hiçbir insan hayatından önemli değil...

Ayşe Barım

Geçtiğimiz günlerde, siyasetçi bir tanıdık, yıllarca AKP’de aktif siyaset yapan, şimdilerde kenara çekilen ancak gönül bağını da sürdüren bir siyasetçinin kalabalık bir sohbet sırasında, anlaşamamanın verdiği huzursuzlukla söylediklerini aktardı:
 
“Mesele kimin hakkında ne yapıldığı, hangi adımın neden atıldığı vs. değil. Gerçeği konuşalım. Sizler AKP düşmanısınız…”
 
Memleket özeti gibi bir dışavurum aslında. Tartışma biraz daha sertleşse, içinden, “Devlet düşmanısınız, vatan hainisiniz” de gelebilirdi.
 
Böyle mi görünüyor diye düşünüyor insan, mesele gerçekten yapılanları görmek ve sadece yapılmayanları söylemek mi?
 
İdeolojik bir mücadele mi, mesele oradan çıkalı çok olmuyor mu?
 
Sosyal medyada bir linç modası var malum, görüşlerini sevmediğin, benimsemediğin insanların ömür boyu cezaevinde kalmasını istemek, ihbar etmek, içeride çürüyene kadar kalması için aralıksız konuşmak, konuşmak, konuşmak…
 
Osman Kavala’nın neden 8 yıldır cezaevinde olduğu konusunda gerçekten düşünüyor mu bu insanlar acaba?
 
Selahattin Demirtaş’ın dosyasını biliyorlar mı?
 
 
Selçuk Kozağaçlı, neden iki kez tahliye edilmesine rağmen hemen ertesi gün tekrar cezaevine konuldu ve yıllarını cezaevinde geçiriyor.
 
30 yıl tutuklu kaldıktan sonra saçma bir infaz rejimi ile cezaevinde tutulan insanlar, mecburiyetten tahliye edildiklerinde verilen tepkiler bir anlam ifade ediyor mu?
 
Tutuklu eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, iş insanı Osman Kavala ve avukat Selçuk Kozağaçlı

***

Mesele oluşturulan bir yargı rejimi üzerinden siyasetin ve iktidarın sürdürülmesi değil mi, bunu görmezden geldiğinizde gerçekten içiniz rahat ediyor mu?
 
Belli ki zulmü onaylamanın, başkasının başına gelenlerden mutlu olmanın hayatı kolaylaştırdığı, hayatı kolaylaşanların da zerre sıkıntı duymadığı bir iklimin içerisindeyiz.
 
Değişen insanlar, bir zamanlar “ayıp” sayılanları normalleştiren bir kalabalık…

***

Hastane yatağında, polis tarafından yeniden cezaevine götürülmeyi bekleyen menajer Ayşe Barım da örneklerden biri…
 
Barım davası, sadece Ayşe Barım’ın kişisel olarak yaşadıklarıyla sınırlı ele alınacak bir dosya değil. Aynı zamanda ülkenin genel profilini göstermesi açısından, tarihe geçebilecek dramatik bir
örnek.
 
Menajer Ayşe Barım

***

Menajer Ayşe Barım hakkında sektörde tekel oluşturma iddiasıyla başlatılan soruşturma, bir anda “Gezi eylemlerinin organizasyonuna, hükümeti devirmeye teşebbüs eylemlerine yardım” boyutuna evrildi.
 
Barım, üzerinden yıllar geçmiş olmasına, karartılacak bir delil bulunmamasına rağmen tutuklandı.
 
Sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutuldu ve 248 gün sonra tahliyesine karar verildi. İlk iş
hastaneye giden Barım için, tahliye kararından bir gün sonra, itiraz için yeniden tutuklamaya hükmedildi.
 
Polis, savcılık talimatıyla, kararı uygulamak için hastaneye gitti. Şimdilik tedavi sürüyor ve polis hastanede bekliyor.
 
Tutuklamanın kime ne faydası var, neden bu ısrar, bu sorular bir yanda dursun…

***

Bu kadar “vahim” denilen dosya, aslında yargının içinde bulunduğu durumu gösteriyor.
 
Ama Barım dosyasına bakmadan önce, daha önce de konu ettiğimiz, Gezi davası dosyasına
bakmakta fayda var.
 
Beşiktaş Çarşı grubunun yargılandığı davanın gerekçeli kararına…
 
Çarşı grubu hakkında açılan, Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen iş insanı Osman Kavala’nın bir numaralı sanığı olduğu Gezi davası ile birleşti, sonra tekrar ayrıldı.
 
Ardından da haklı ve gecikmiş bir beraat kararıyla sonlandı.
 
Üstelik beraat kararını, Gezi davasında Kavala’yı ağırlaştırılmış müebbet, diğer sanıkları 18’er yıl hapisle cezalandıran İstanbul 13 Ağır Ceza Mahkemesi verdi. Dava, Beşiktaş’taki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ne yürüyüş başlatılması ve bu yolla hükümeti devirmeye teşebbüs suçlaması gibi ağır bir suçlamayla açılmıştı. Bunu aklımızda tutalım.
 
Mahkeme, gerekçeli kararında şu yorumları yaptı:
 
- Kendilerini Çarşı Taraftar Grubu olarak isimlendiren sanıklar arasında, takım taraftarlığından, sosyal paylaşımlardan kaynaklanan arkadaşlık ve dostluk ilişkisi dışında hiyerarşik yapı, görev dağılımı, organizasyon şeması, silah mühimmatı, gizlilik esasları bulunmadığı, illegal faaliyet içinde de bulunmadıkları, Taksim Gezi protestolarını düzenleyen yapı içinde bulunmadıkları, anayasal bir hak olan ve demokratik ifade özgürlüğü içinde kalan anlamda protestolara katıldıkları, zaman içinde farklı kişi veya grupların provokasyonu ve/veya kolluk güçlerinin orantısız güç kullanmaları sonucunda oluşan olumsuz durumlara ve suç teşkil eden eylemlere bireysel veya topluluk halinde katıldıkları hususunun her sanık için gün, zaman ve eylem belirtilerek somutlaştırılmadığı…
 
- Dosyada dava açılması için yeterli delil olarak gösterilen baz istasyonu tespitlerinin, tek başına bir anlam ifade etmediği gibi yan delillerle de desteklenmediği, bu dosya açısından usulüne uygun olarak alınmayan telefon görüşme tapelerinin yasak delil niteliğinde olduğu…
 
- Gerekçeli kararda, sanıkların silahlı terör örgütü kurduklarına yönelik kanıt olmadığı, hiyerarşik yapının, görev dağılımının, araçların, kaynakların, mühimmatın gösterilemediği belirtiliyor. Bu suçtan da beraat kararı verildiği vurgulanıyor.
 
- Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye tesebbüs suçundan dava açıldığı, sanıkların Taksim Gezi Parkı projesine karşı düzenlenen gösterilere katılarak, İstanbul ve Ankara’daki Başbakanlık Çalışma Ofisi’ni işgal etmek isteyerek bunu yapmaya çalıştıkları iddia edilse de sanıkların atılı suçu uygun vasıtalarla işleyerek amaca ulaşmaya yetecek plan ve organizasyon dahilinde, maddi ve manevi alt yapısı oluşturulmuş, görev paylaşımlı, hiyerarşik yapıda bir eylem şeması ile ve birbirleriyle önceden tasarlanan şekilde hareket ettiklerine ve suçun maddi ve manevi unsurları ile sanıkların kastlarının, bu suça yöneldiğine dair, her türlü şüpheden uzak, yeterli, kesin ve somut olgular bulunmadığından, "şüpheden sanık yararlanır" genel ilkesi de göz önüne alınarak, beraatlerine…
 

***

Bu karar, birçok açıdan önemli.
 
Öncelikle karardan, Gezi’ye katılanların eylemlerinin suç teşkil edecek bir şiddet söz konusu değilse demokratik hak olarak nitelendirildiği anlaşılıyor.
 
Kararda dosyaya giren, Ayşe Barım dosyasında da tekrar edilen telefon tapeleri de konu ediliyor.
 
Tapelerin bir bölümü “yasak-usule aykırı delil” sayılıyor.
 
Mahkeme, suçun oluşması için aradığı kriterleri net biçimde de sayıyor. Plan ve organizasyon, maddi ve manevi altyapı oluşturmak, görev paylaşımlı, hiyerarşik yapı, eylem şeması, tasarlanarak hareket edilmesi… Hem Kavala hem Barım için sormak lazım, “patron” kimliği bunu açıklamaya yeter mi? Bütün bu unsurlar diğer dosyalarda söz konusu mu?

***

Tam bu noktada, Ayşe Barım dosyasına bakalım.
 
- Dosyanın omurgasını firari ya da hükümlü Gülen cemaati mensubu hâkim ve savcıların yazılarıyla yapılan dinlemeler oluşturuyor.
 
- Dinlemeler denilince akla yüzlerce sayfa tape geliyor. Elbette böyle bir durum yok. İki üç cümleden ibaret konuşmalar.
 
- Kavala’nın Taksim Dayanışması ve Taksim Platformu’nu yönlendirdiği, sanatçılarla ve siyasetçilerle toplantılar yaptığı belirtildikten sonra, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonu, AİHM gibi yerlerde görevli şahıslarla görüşmeler gerçekleştirdiği belirtiliyor. Savcılığa göre, Türkiye’nin üye olmak istediği AB, zaten imzasının bulunduğu AİHM ve Avrupa Komisyonu gibi yapılarla temas suç… Etki ajanlığı bu kadar basit…
 
- Etki ajanlığı kısmı bununla da sınırlı değil. Ayşe Barım hakkında, orman yangınları ve deprem sırasında sosyal medyada başlatılan #HelpTurkey kampanyasına eş zamanlı olarak katıldıkları tespiti nedeniyle yine “etki ajanlığı” suçlaması yöneltiliyor. Depremde, yangında uluslararası çağrı kampanyalarına katılmanın da etki ajanlığı sayılacağını buradan anlıyoruz.
 
 - Savcılığa göre tüm bu faaliyetler 27 Mayıs 1960 darbesi öncesinde yaşananlara benziyor. O dönemde de sokak hareketleriyle hükümetin devrilmek istendiği vurgulanıyor. Gezi, 27 Mayıs darbesiyle eşitleniyor.
 
- Gezi davasında kullanılan Otpor, Soros, ajanlık, darbecilik suçlamaları yineleniyor.
 
- Çok tartışılan kanıtlardan biri, Ayşe Barım’ın Alabora ile yaptığı konuşma. Basına sıkça yansıdı. Oyuncular Sendikası ve kimi oyuncular bir bildiri hazırlamışlar ve bu Barım’a da ulaşmış. Barım, buradaki ifadeleri ağır bulduğunu söylüyor ve yayımlanırsa zarar görüleceğini Alabora’ya iletiyor. Alabora da bildirinin yayımlanmasından vazgeçileceğini anlatıyor. Hatta Barım, korsan biçimde sosyal medyada bildirinin yayılmasından duyduğu endişeyi aktarıyor. Savcılık, bu durumu Barım’ın bildiriyi engellemesi değil, uygun zamanda açıklanması konusunda erteletmesi olarak yorumluyor.
 
- Barım’ın oyuncularla ve Alabora, Çiğdem Mater gibi isimlerle yaptığı görüşme sayıları da kanıtlar arasında sayılıyor.
 
- Bütün bunlardan sonra Barım, birinci derece planlayıcılar olarak gösterilen Kavala, Çiğdem Mater ve Mehmet Ali Alabora’nın hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmelerine yardım etmekle suçlanıyor.

***

Savcılığın önemli tespitlerinden biri şu:
 
“Ayrıca şu hususu da önemle vurgulamak gerekirse; soruşturmamızın konusu ve amacının Gezi Parkı eylemlerine katılanlar değil sivil toplum hareketlerini yönlendirip kullanarak ve şiddete evirerek mevcut hükumetin ortadan kaldırılmasını amaçlayan organizasyonunun tüm yönleriyle açığa çıkartılmasıdır.”
 
Savcılık, Gezi’nin değil, hükümetin ortadan kaldırılmasını amaçlayanların suç işlemiş olduğunu söylüyor.
 
Hükümeti ortadan kaldırmaya çalışmak elbette suç. Ama bunun nasıl yapıldığının kanıtlanması gerekmez mi?

***

Peki bu kadar ciddi bir suçlamanın içi, yorum yoluyla sonuç elde edilen iki üç konuşmayla, eşzamanlı Gezi Parkı’na gitmekle doldurulabilir mi?
 
O dönem yapılan dinlemelerin bir bölümü “yasak delil” niteliğindeyse neden bir bölümü yasal. Kriter kime ve neye göre belirleniyor?
 
Barım dosyasında menajer-oyuncu bağı dışında bir organizasyon şeması, çıkara dayalı birliktelik, mühimmat, planlama var mı? “Hep beraber gidelim” dediği varsayılsa bile aranan kriterleri karşılar mı?

***

Büyük bir kalabalık, “Onu tutuklayın, bunu çürütün” diye durmadan bağırıyor.
 
Kanıt önemli değil, hukuk önemli değil!
 
Tanıkların beyanı bile önemli değil!
 
Mesele iktidarsa, hiçbir iktidar biçimi, hiçbir insan hayatından önemli değil.
 
Mesele hukuksa, gerçekten hukuk üzerinden konuşmak gerekiyor.
 
Hangi hukuk?
 
Çarşı davası hukuku mu, Kavala dosyası hukuku mu, Barım dosyası hukuku mu?
 
Doğru okuduğunuzda yapılan tercihin, bütün bir ülkeyi ilgilendirdiğini de görürsünüz.
 
Halimiz de maalesef bundan ibaret…
 

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İçişleri ve Adalet bakanlarına açık soru: İşkence izi tedaviyle 4 saatte geçer mi, Saraçhane işkencesi neden ve nasıl örtbas edildi?

Elde erken saatte verilmiş darp raporu varken, üstelik cezaevi reviri de bu raporu tasdik eder nitelikte rapor hazırlamışken, gizlenen raporlar ortaya çıkarılmışken işkence iddiaları nasıl soruşturulmaz? Bütün belgeler elde, hepsi açığa çıkarılmış durumda. Meğer memleketimizde adli muayene, gözaltında darp edildiğini iddia eden kişi iyileşene kadar sürdürülüyor, tedavisi yaptırılıyormuş. İyileştikten sonra alınan "darp yoktur" raporu da işkence yapılmadığının kanıtı sayılıyormuş. Tarihe geçecek bir vaka...

Bir çocuk cinayeti ve çetelerle mücadele etmeyen sistem

Emir Koçhan, bir çocuk çetesi tarafından linç edilerek öldürüldü. Dava, birkaç hafta önce bitti. İstanbul 34. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklardan, çocuk olmayan B.Ç.H.’yi, ağırlaştırılmış müebbet hapse, 18 yaşından küçük Ş.A., Y.Ş., F.A.T. ve İ.C.’yi kasten öldürmeden 24 yıl hapis cezasına mahkûm etti. Giden bir çocuğun yerini hiçbir ceza dolduramaz. Ancak adalet, ailelerin yüreğini biraz olsun ferahlatabilir

Maskeden tasmaya “tutuklama” ve “terör” eşitsizliği

Hacettepe Üniversitesi’nde palayla, maskeyle kampüsün ortasında saatlerce oradan oraya koşturanlar, özel güvenlik tarafından sırtları sıvazlananlar için tek bir işlem yapılmadı. Düşünün, İstanbul’da tasma ile dolaştırılan kadın ve dolaştıran erkek “halkı kin ve düşmanlığa tahrikten” tutuklanırken, pala ve maskeye yalandan soruşturma bile açılmıyor. Hangi adliye ziyaretleri acaba bu sessizlikte etkili oluyor?

"
"