Almanya‘nin Backnang kentinde yedisi çocuk sekiz Türk‘ün yangında ölmesiyle ilgili yazmak için soruşturmanın sonuçlanmasını bekliyordum.
Hayır hayır! Dürüst olacağım; içim elvermedi.
Nedeni ne olursa olsun insanın tüylerini diken diken eden bu afet karşısında objektif olamamaktan korktum.
Bugün (Pazar) ajanslar, polisin soruşturmayı tamamladığı, ancak bazı bilgilerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği için kesin sonucun çarşamba günü açıklanacağını yazıyor. Yani çarşambaya kadar yaşları altı aydan 16 yaşına kadar değişen yedi çocuk ve annelerinin kaza sonucu öldüğünü düşünmeye devam edeceğiz.
Muhtemelen de bu yangın teknik bir arıza sonucu çıktı. Ancak bana kalırsa bu yedi çocuk ve annelerini asıl öldüren toplumsal ve ekonomik koşullar oldu.
Türkler refah içinde değil
İki kez evlenmiş ve söylenen o ki iki evliliğinde de mutlu olamamış ve tam on çocuk dünyaya getirmiş bir kadın baş kahramanımız.
Geçimini sosyal yardımla ve çocuk paralarıyla sağlıyor.
Gettoda, fabrikadan bozma bir evde yaşıyor.
Kömür sobasıyla ısındığı yetmiyormuş gibi hava biraz ısınınca sobayı yakmayarak tasarruf da ediyor.
Mahalleli, imam nikahlı ikinci kocasının tehditlerini saklayamadı facia böyle büyük olunca. Evin alt katındaki kahvehanenin Nakşibendi tarikatına ait olduğu da biliniyor.
Bu kadar çocuk doğurmasının inançlarıyla ilgisi olması muhtemel, zira anne meslek eğitimi almış bir kadın, cahil değil. Çocuklarına da düşkün besbelli, fedakar. Altı aylık bebeğini kurtarmak için eve girdiğinde hayatını kaybediyor. İnsanın içinden „iyi ki kaybediyor“ diyesi geliyor. Çünkü yedi evladın acısıyla yaşamak bir işkence olmalı.
Backnang’daki yangın Almanyalı Türklerin bir kısmının yaşam koşullarının su yüzüne çıkması açısından da şok edici bir felaket oldu.
Güvensizliğin haklı nedenleri var
Yangının su yüzüne çıkardığı bir başka durum da Türkler ve Almanlar arasındaki güvensizliğin boyutu.
Aslında Baden Wüttemberg, pek çoğu ile karşılaştırıldığında göçmenleri daha fazla toplumsal yaşama katmaya çalışan bir eyalet. Türkiye kökenli bir Uyum Bakanı var; Bilkay Öney. Başbakan Yardımcısı Nils Schmid bir Türkle evli, hatta Türkçe bile konuşabiliyor. Konuşmayı bırakın, onların acısını, cenaze töreninde konuşma yaparken gözyaşlarını tutamayacak kadar derinden hissediyor. Son eyalet seçimlerinde Yeşiller Partisi’nden Türkiyeli Muhterem Aras da Meclis’e girmeyi başardı. Aras, son derece çalışkan, özverili bir siyasetçi, göçmen konularından ayrı kalmak istese de, Türkiyeli seçmenlerine mümkün olduğu kadar çok zaman ayırıyor.
Bütün bunlara rağmen yangının hemen ardından Türkiyelilerin ilk tepkisi bunun bir kundaklama olduğu yönündeydi.
Nasıl olmasın?
Möln, Solingen, Ludwigshafen. Bir de aşırı sağcı örgüt NSU’nun profesyonelce işlediği ve güvenlik güçleri başta olmak üzere herkesin uyuduğu on cinayet var.
17 Nisan sendromu
Almanya’da hemen her hafta bu on cinayetin işlenmesinde güvenlik ve istihbarat birimlerinin yeni bir zafiyeti ortaya çıkıyor.
Kimin hatalı kimin hatasız olduğunu anlayabilmek için gerçekten müneccim olmak gerekiyor.
Davaya tam bir ay kaldı, dava başlamadan tartışmaları başladı. Davanın görüleceği mahkeme salonu kasıtlı olarak mı seçildi bilemiyorum ama Türkiye Büyükelçisi’ne bile sürekli oturacağı bir yer verilemiyor. Biz gazetecilerse akreditasyon sınırlı olduğu için davayı izleyip izleyemeyeceğimizi henüz bilmiyoruz. İnsan ister istemez Kaplancılar gibi aşırı dinci örgütlerin duruşmalarında böyle bir sorun yaşanmadığını anımsıyor.
Almanya’da şimdiden bir 17 Nisan (davanın başlayacağı tarih) sendromu baş gösterdi. Backnang yangını bu sendromun iki taraflı olduğunu da gösterdi. Göçmenler güvensizlik duygusuyla her felaketi aşırı sağcı, ırkçı saldırılara yoruyor, Alman güvenlik teşkilatı da acele tepkiler verip, suçlanmaktan kaçıyor.
Her ne kadar Backnang yangınının kaza olma olasılığı çok yüksek olsa da, soruşturma kararı “kundaklama” derse benim gibi pek çok kişi buna şaşırmayacak eminim.
Yaşarken yoktu, ölünce var oldular
Backnang yangınının bence en ilginç boyutu ortaya çıkardığı insan hikâyeleri.
Bir kere yangından sağ çıkanları bir Yunan vatandaşının kurtarması başlı başına bir insanlık örneği.
Almanya‘da yaşayan Türkiyeli ve Yunanistanlılar, yıllardır aynı akar bantta çalıştıkları için anavatandakilerden çok daha önce düşmanlığı bitirip dost olmuşlardı.
Baknang’da acılı bir başka babanın da hikayesi gizli.
Yanan binada dükkanı bulunan bir Alman esnaf kızını, 2009 yılının Mart ayında, Winnenden’de cinnet geçirip okulu tarayan bir gencin kör kurşununa kurban vermiş. Çiçeği burnunda bir öğretmen olan kızı, saldırgandan kurtulmayı başarıp öğrencileriyle bir sınıfa sığınmış, ancak etrafa saçılan kurşunlardan birinden ve bir tek O kaçamamış. 56 yaşındaki babanın yangınla birlikte şimdi bütün mal varlığı da yok olup gitti.
Sanırım, yedi çocuğuyla birlikte hayatını kaybeden Türk annenin yakınlarını en iyi kızını şiddete kurban veren bu Alman baba anlayabilir. Çünkü acının ırkı, dili, dini ve milliyeti yok.
Ve hayat bazen, bazı insanlara gerçekten kötü davranıyor.
On çocuklu anne, çocuklarıyla birlikte dumandan boğulduktan sonra değil, asıl yaşarken ilgiyi hak ediyordu.
Yapılan çok dilli, çok dinli, çok kültürlü törenlerin artık ne O’na, ne de çocuklarına faydası var.