Selden harabeye dönmüş Kastamonu’nun Bozkurt ilçesindeki görüntü yağma ve rant düzeninin görüntüsüdür.
Bu düzen yazıyı yazarken 64 vatandaşımızın hayatına mal olmuştu. 77 kayıp vatandaşımızın akıbeti de henüz belli değildi. Umarım can kaybı artmaz.
400 metrelik dere yatağının 385 metresinin imara açılması, Ezine Çayı'nın iki yakasının ve hatta ortasının binalarla doldurulması ancak yağma ve rant düzeninde mümkün olur.
Bu nedenle yaşananlara sel felaketi değil, imar, yağma ve rant felaketi demek daha doğrudur.
Bozkurt’un harabe görüntünün ekonomik, siyasal, hukuksal anlamları vardır.
Dere yatağının iki yanına ve bazen ortasına bina inşa etmenin ekonomik anlamı rant ve bu rantın bölüşülmesidir. Arasından akarsu geçen evlerin, iş hanlarının, o inşaatı yapan müteahhite, o daireleri, ofisleri ve dükkânları satın alanlara sağladığı yüksek bir rant söz konusudur.
Bu rantı yaratan ise doğanın yağmalanmasıdır. Kendi doğal yatağında akması ve taştığı zaman da yine daha geniş bir şekilde aynı yataktan denize ulaşması gereken akarsuyun önüne, yanına, ortasına bina, yol, alçak köprü yaparsanız doğal akışını kesersiniz. Denize doğal yoldan ulaşamayan nehir sel olur ve önüne geleni sürükleyerek, boğarak, yıkarak denize ulaşır. Sel doğal bir olaydır, onu felakete çeviren doğayı yağmalayan insandır.
Doğanın rant için yağmalanması siyasal karar ve siyasal korumayla olur. Bilim insanlarının imara açılamaz, bina yapılamaz dediği yerlere imar, inşaat izni ve iskân verilmesi ancak siyasi ve onlara bağlı bürokratik kadrolarla mümkün olabilir. Bu yağmalardan siyasetçi veya bürokrat veya her ikisi birden maddi ve siyasi çıkar sağlarlar. Bu yağma paraya veya oya ya da her ikisine birden dönüştürülür.
Bozkurt’taki görüntünün hukuki anlamı ise Prof. Dr. Emre Kongar Hoca’nın kavramlaştırdığı ifadeyle “kent hukuku”nun bir tarafa bırakılmış olmasıdır. Bu durum, gecekondulaşma ve gecekondu apartmanlaşma süreci, kente göçmüş ancak kentlileşmemiş kesimlerin kendilerini kent hukuk dışında sayarak, rant paylaşımı ve oy desteğiyle ortaya çıkardıkları hukuk dışı yapılaşmayı ifade eder.
Bu düzenin oluşmasında yine Emre Kongar Hoca’nın 21. Yüzyılda Türkiye kitabında saptadığı gibi siyasetteki yozlaşmanın da payı büyüktür. Kongar, 21. yüzyılda Türkiye’yi bekleyen sorunları sıralarken siyasetçi kimliğinde oluşan erozyona dikkat çektiği kitabında, 12 Eylül 1980 sonrası düzende yetersiz, ilkesiz birçok kişiye siyasetin yolunun açıldığına vurgu yapıyor. İktidar tarafından korunan kentteki yağma düzeniyle bütünleşen yerel politikacıların etkisi ve lider şakşakçılığı ile siyasetteki düzeyin ve niteliğin düştüğüne dikkat çekiyor.
Rant ve oy için açılmaması gereken alanların imara açılması, inşaat izni ve iskân verilmesinin kaynağı bu siyasi yapıdır. Bu düzenin sonuçlarından biri de her seçim öncesinde çıkarılan imar aflarıdır. Teknik olarak izin verilmemesi, içinde yaşayanlar ve çevresi için hayati tehlike oluşturan binaların bir af kanunuyla yasal yapılar haline getirilmesi de yine hem para hem oy toplamak içindir. Teknik olarak tehlike arz eden bir yapının bir hukuki düzenlemeyle bu teknik hatadan, eksiklikten kurtulması mümkün değildir.
Bozkurt’ta gördüğümüz felaketin bilimden, kültürden ve sanattan uzaklaşmış yatırım ve kalkınma anlayışıyla da ilgisi vardır.
Yine değerli bilim insanlarımızdan Prof. Dr. Sina Akşin’in Türkiye’nin Kısa Tarihi kitabında belirttiği gibi Atatürk’ün “bütünsel kalkınma modeli”nin özellikle 1950’den bu yana terk edilmiş olması da Bozkurt’ta ortaya çıkan sonucun önemli nedenlerinden biridir. Akşin’in saptadığı gibi Atatürk, kalkınma modeli oluştururken Batı’dan sadece teknolojiyi değil bilimin de alınmasını önemsemiştir. Kalkınma sadece maddi kalkınma olarak öngörülmemiş, bu kalkınmaya bilimin, kültürün ve sanatın eşlik etmesi de amaçlanmıştır. Oysa 1950 sonrası sadece kapitalist maddi kalkınmaya önem veren iktidarlar, yatırım kararlarında bilimi saf dışı bırakmışlardır. Sadece yol, bina, köprü yapıp geçmişler, bu yapıların yer seçiminde, çevreye verecekleri zararları, doğa dengesinin bozulmasını dikkate almamışlardır. Doğayla uyumlu yaşama kültürünü de önemsememişlerdir. Yapıların sanatsal yönü üzerinde durmamışlar, en ucuza yapıp en pahalıya satmak dışında bir ilkeleri olmamıştır.
Sağcı iktidarların benimsediği maddi kalkınma modelinin Türkiye’ye maliyeti yüksek olmuştur. Kentleri beton yığınına dönüştüren, doğanın dengesini ve ihtiyaçlarını hiç dikkate almayan bu anlayış bugünkü iktidar tarafından da ısrarla ve daha büyük ölçüde uygulanmıştır.
Tatil beldelerinde ağaçları yok ederek her yere betondan duvarlar gibi oteller dikilmesi, yakılan alanların imara açılması, başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerin insan silolarını andıran blok yığınlarına dönüştürülmesi bu anlayışın ürünüdür.
Bu anlayışın yarattığı düzen de yağma ve rant düzenidir.