04 Haziran 2011

Muzır Neşriyat

... Höpürdeterekten bol köpüklü sade türk kahvesi içip, yanına çifte kavrulmuş lokumları...


(Önemli Uyarı: Küçücükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu adına, tehlikeli içerikli bu yazının torba içinde okunması daha münasip olacaktır.)

***

Mevsimlerden yazmış, Ege’ymiş, balkondaymışız. 
Höpürdeterekten bol köpüklü sade türk kahvesi içip, yanına çifte kavrulmuş lokumları götürüyormuşum. 
Buz gibi suyla kahvenin buruk acısını, dökünüverdiğim lavanta kolonyasıyla lokumun tatlı pudrasını cilalamışım da ardından, fincanı şööyle bir çevirip kapatmışım. Karşımda oturan güzide fal kişisi öyle aptal aptal, “senin falın fallanmış ayol ben buna niye bakayım evlendikten sonra” gibi, hayatımızda olmuş ve olası tek gelişme evlilikmiş de o olunca telve buğusunu kaybetmişçesine bir anlamsız klişe çıkışta bulunmadan, kısmetli balıklardan, üç vakte kadar uzun uzak yollardan, güzel gözlerden ve taşan bereketlerden dem vuruyormuş. 
Yaz sabahı esintisi hafiften omuzlarımı ürpertirken, çılgın begonvillerin arasından göz kırpan mavi-yeşil manzaraya dalgın-mutlu bakıyormuşum.
Düzenli yayınlarla kurduğum ilişki çengel bulmaca ekleri ve sözümona “müstehcen” içerikli, bence de hayli komik mizah dergileriyle sınırlı; televizyon yalnızca  filmlere açık, biraz esrik, biraz kaçak, dinleniyormuşum.
Sofrada karpuzun tartışmasız saltanatı hüküm sürerken, zaman da sanki ağır aksak yürüyor, vitrinlere baka baka ilerliyormuş.  
Bahçede budadıkça coşan zeytin ağacının gölgesinde öğleüzeri şekerlemeleri yapıyormuşum. 
Ülkede seçim zamanıymış. Ben de milyonlarca insan gibi, umutları ovup parlatıyormuşum. 
Daha güleryüzlü, daha güzel yazgılı, sadece ekonomide ve dediğim dedik’likte değil, ilerlemede, demokraside, barışta ve hoşgörüde istikrarlı, özgürlükçü, eşitlikçi, biraz daha düzeyli, kurulageldiğinden beri ilk kez, sütliman ve bereketli, aydınlık günler özlüyormuşum. 
Bu günlere dair gerçeklerse öyle bunaltıcıymış ki aksine, içten içe umutlarımı özenle naftalinliyor, doğmamış torunlarım için saklıyormuşum. 
Hayal bu ya, tüm balıklar kılçıksız, tüm kavunlar çekirdeksiz çıkıyor, pırıl pırıl beyaz örtülerin saatine yetişeyim derken, gündemi yine unutuveriyormuşum. 
Akşamüstü güneşine ayçiçekleri misali yüzümü veriyor, şıpır şıpır dalga ayakucumda, ertelenmiş tüm kitaplarımı sırayla okuyor, bolca, çok bolca gülümsüyormuşum. 
Akşam yaklaştıkça inceden telaşlanıyor, yine de tazecik mezeleri tam zamanında yetiştirip, taze naneler, mis fesleğenler, üstü buğulu domates-biberler, çıtır bademler, kuzguni zeytinlerle bezeli, neşeli sofralar hazırlıyormuşum. 
Sevgilim mangalı yakmakla uğraşırken yanağına minik bir buse konduruyor, hızlıca bir duş alıp, efil efil, alacalı, bronz tene yaraşacak, dekoltesi bol elbiselere, turkuazlı mercanlı, şıkır şıkır boncuklara bürünüyormuşum.
Geceye, rakıya, yakamozlara, yıldızlara, sohbete, müziğe, dansa ve sevişmelere karışıyormuşuz.  
Hayal bu ya, ülkenin gidişatından bile umutluymuşuz...
***
(Bu içeriğin neresi tehlikeli diyenler, vallahi ben de bilmiyorum!)

Yazarın Diğer Yazıları

Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur

Bugünlerde ölümün tekinsiz nefesi kulaklarımızda bir tokat gibi üst üste patlıyor

Kral Çıplak!

Bir varmış, bir yokmuş. Dört mevsimin birden yaşandığı cennet bir diyarda çelişki her şeyden çokmuş...

Seks Köleliği ve Grinin Ellibirinci Tonu

Türkiye medyasının en libidosuna kuvvet kalemlerinin “ay bayıldım!” çektiği...

"
"