İnönü’de dün gece iki maç vardı. Biri taraftarla Hüseyin Göçek, diğeri malum Beşiktaş-Galatasaray arasındaydı.
Önce ilk ‘maç’ telefonlara gelen, “Melo’nun golü ofsayttı” haberlerinin ardından esasen o ana kadar izlediği takımından pek de memnun olmayan Beşiktaş taraftarının hedefini de değiştirdi. Demek ki sorun takımda değil, hakemdeydi! Bu ‘öğretilmiş algı’ maç sonuna kadar tribünün tansiyonunun da normal seviyeye inmesini engelledi.
Beşiktaş biraz direnç gösterebilseydi maç sonunda ortaya çıkan manzaralar da gerçekleşmeyebilirdi. Hüseyin Göçek bazı kararlarında doğruydu, yanlıştı o ayrı mesele, bütün oyunu hakem kararlarına indirgeyerek anlamaya çalışmanın doğal sonucu bu durum. Sadece ceza hükümleriyle değil, iletişerek ve tartışarak mümkün ama bunlar da bu kültürel iklimde en olmayacak gibi görünen iki şey.
Çıkışta herkes gırtlağını yırtarcasına “Yaz bunları yaz” diye bağırıyordu. Belli ki bu isyanı dile getirenler gadre uğradıklarını düşünüyorlardı. Çıkışta aralarında yürüdüğüm öfkeli insanlar futbolun sadece bir oyun değil, aynı zamanda memlekete özgü çok önemli bir sosyal hadise olduğunu da gösteriyor. Süper Final gibi bir organizasyonu tasarlarken toplumun sinir uçlarının pek de hesaba katılmadığını gösterdi bu maç.
Gelelim esas maça... Birbirine yakın ve düzenli oynayan, rakibinin tüm olası aksiyonlarını ince eleyip sık dokuyan Galatasaray oyunu da, tempoyu da istediği seviyede tutmayı başardı. Beşiktaş ise daha çok şahsi becerileri yüksek oyuncuların solo gösterilerine muhtaç görüntüdeydi. Fernandes ve Quaresma gibi önemli iki aktörün rakip tarafından bloke edilmesi bütün yükü Ernst ve Veli’ye bindirdi. Hilbert ve İsmail’in kanatlarından yeterli katkı da gelmeyince Beşiktaş’ın yapacak bir şeyi kalmadı. Geceye de damgasını olaylar vurdu.