10 Nisan 2023
ZOR KONUŞMALAR |
Haftaya siyasi ittifakların ortak milletvekili listeleri üzerinden tetiklenen tartışmaların gölgesinde başlıyoruz. Zor Konuşmalar'ın bu haftaki konuğu partisinin onayladığı ortak listede adını göremeyen isimlerden biri; DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Helun Fırat.
Kendisiyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin ortak listeyi YSK'ya teslim etmesinden bir gün önce buluştuk. Dolayısıyla burada okuyacağınız şeylerden bazılarının farklı bir beklentiyle söylenmiş olduğunu düşünmek mümkün. Ancak elbette Fırat'ın DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan tarafından ittifak içinde kendisine tanınan milletvekili kontenjanına alınmamış olması ne kendisinin ne de partisinin kritik konulardaki pozisyonunu değiştirecek bir durum değil. Dahası Millet İttifakı'nın seçimi kazanması durumunda doldurulmayı bekleyecek mühim koltuklar meclistekilerle sınırlı olmayacak. Kehanette bulunmak yerine söyleşinin kendi içindeki mesajlara odaklanmak doğru olacaktır. Dün gece geç saatlerde "listeyi gördünüz mü" diye aradığımda "bunu beklemiyordum" dedi ancak daha ileri gitmekten kaçındı.
Helun Fırat, Türkiye siyasetinde uzun yol yapmış bir Kürt siyasetçinin -Dengir Mir Mehmet Fırat'ın kızı. Ailenin siyasetteki silsilesi Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk meclisinde üç dönem vekillik yapan Hacı Bedir Ağa'ya kadar gidiyor. Fırat ailesi ağırlıklı olarak muhafazakâr siyaset alanında varlık göstermiş bir aşiret aslında. Helun Fırat doğunun geleneksel değerleri önceleyen kültürü de Alman annesinin eve taşıdığı batılı yaklaşımı da severek kabul etmiş, ikisini birbirine karşıt şeyler olarak yaşamamış bir kadın izlenimi yarattı bende.
Siyasetteki ilk denemesi Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Kadın Kolları içinde olmuş. Bugün kendisi gibi DEVA Partisi içinde siyaset yapan Selma Aliye Kavaf ile birlikte çalışmış. Ancak Erdoğan'ın Kürt meselesine ilişkin zigzagları babası gibi onu da AKP'den uzaklaştırmış. Yeniden siyasete heves edene kadar kültür sanat alanında işlere imza atmış. Ankara'daki CerModern'in kurucu ortağı, SineMardin Film Festivali'nin yaratıcısı. DEVA Partisi'yle yolunun kesişmesinin nedeni de ülkenin kültür politikalarına katkı yapma arzusuyla partinin öngördüğü vizyonun çakıştığına inanması. Zaten şu an partideki görevi de Kültür ve Sanat Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı. Seçimden sonra yolculuğunun ne şekilde devam edeceğini izleyip göreceğiz.
- Türkiye siyasetinde çok tanınan bir aileden geliyor olmanıza rağmen kamuoyu sizi çok fazla tanımıyor. Bugün bu söyleşiyi eskiden babanızın kullandığı ofiste yapıyoruz. Sadece içinde bulunduğumuz ortama bakarak dahi aile geleneğinizin siyasete girme tercihinizde rol oynadığını düşünmek için yeterli sanırım. İçinde büyüdüğünüz aileyi nasıl tanımlarsınız?
Çok kültürlü bir aile, tam bir doğu batı sentezi. Babam tarafından tam bir geleneksel Kürt ailesi. Annem ise Alman ama çok üzün süredir Türkiye'de yaşıyor. 50 seneye yakındır burada. Dolayısıyla farklı kültür yapıları içinde büyüdüm. Ben doğu ve batı kültürlerini siyah-beyaz kadar farklı buluyorum. Birisi bireysel bir toplum diğeri kalabalıklar toplumu. Baba-kız ilişkimiz çok gelenekseldi, biraz mesafeli. Doğu kültüründe baba-çocuk ilişkisi iletişimin daha çok sözlü değil sözsüz olduğu bir modeldir. Birbirinizi sevdiğinizi çok sözle paylaşmasınız da anlarsınız. O yüzden de hayatım boyunca iletişim benim için çok önemli oldu. Ama şunu da söylemem lazım. Biliyorsunuz doğu toplumları biraz erkek çocuk kayıran toplumlardır ama bizde hiçbir zaman o olmadı. İki kız kardeşiz, hiç o duyguyu hissetmedik.
- Bu söyleşi sizinle ilgili ama zaman zaman içinde yetiştiğiniz siyasi kültürü anlamak için babanızla ilgili sorular sormak durumundayım.
Siyasi bir figür olarak ben çok yeniyim. Bu kadar uzun süredir Türkiye siyasetinde olan bir aile olarak içinde yetiştiğim kültürü konuşmamız çok doğal. Bu bir zincir. Benim varoluşum babamınkinden, babamın varoluşu ondan önceki temsilcilerden çok kopuk olamıyor. Bu bir silsile.
- Ve siz bu silsilenin ilk kadınısınız.
Evet. Umarım ilerde daha fazla kadını da olur bu silsilenin.
- Türkiye'deki Kürtler yekpare bir siyasi grup değil. Kürt nüfus içinde çok farklı siyasi eğilimler var ama genel olarak iki ana grupta değerlendirmek mümkün. Muhafazakâr Kürtlerin büyük bölümü son 20 senedir AKP arkasında hizalandı. Diğeri de HDP çizgisindeki Kürt siyasi hareketi. Babanızın siyasi yolculuğu muhafazakâr ekolde başlasa da HDP cephesinde nihayetlendi.
Babam 28 yaşında siyasete başlamıştı. Demokrat Parti, Adalet Partisi geçmişi var. Ama ilk milletvekilliği Fazilet Partisi'nden. Böyle baktığınızda evet muhafazakâr çizgi denebilir. Tabii muhafazakârı nasıl tanımladığınıza bir bakmak lazım. Belki sokaktaki yaygın yaklaşım muhafazakarlığı dini bütünlükle açıklıyor ama bizim ailemizdeki muhafazakarlık daha ziyade aile geleneklerine bağlılıkla açıklanabilir bir şey. Ben AK Parti'nin ilk dönemdeki başarısını da buna yoruyorum. Çünkü üst ve birleştirici bir tanımla çıkmışlardı o dönem; muhafazakâr demokratlık. Oradaki muhafazakarlık sadece dini inançları nedeniyle kendini muhafazakâr hissedenleri değil geleneklere bağlılık nedeniyle muhafazakâr hissedenleri de kapsıyordu. Bizim ailedeki muhafazakarlık aile değerlerini korumaya dayalı bir kavramdır, aşiret de diyebilirsiniz buna. Aşiret Kürtlerin bir sosyal yapılanmasıdır.
Babamın HDP içinde yer almasına giden süreç Türkiye'nin bu başkanlık rejimi dediğimiz şeyin ülkeyi sürükleyeceği tek tip vatandaşa karşı çıkmasıydı. HDP'ye geçiş kararını verdiğinde sizinle de bir söyleşi olmuştu, orada söylediklerini hatırlarsınız.
- O söyleşiyi HDP'den aday adaylığı açıklandıktan sonra yapmıştık. 2 Mart 2015'te yayımlanan söyleşiye sizinle buluşmaya gelmeden önce yeniden göz attım. O süreçte Erdoğan'ın halktan 400 milletvekili istemesini şu sözlerle yorumlamıştı: "400 rakamı belki pek çok kişi için bir şey ifade etmedi ama benim için çok önemli bir ifadeydi. Böyle bir tehdidin ancak HDP'nin barajı aşmasıyla önlenebileceği kanısı bende hasıl oldu." Tehdit dediği başkanlık sistemiydi. Ben bugün kendi yazdığım metne yeniden bakarken attığım başlığı Hürriyet'in o şekliyle kullanabilmiş olmasına hayret ettim. Başlık şuymuş…"Dengir Mir Mehmet Fırat: PKK'ya artık terörist diyemezsin"
Evet. O bağlamı da bir hatırlatmak lazım. O devletin PKK ile aynı masada oturuyor olmasından dolayı yaptığı bir yorumdu.
- Dengir Bey Erdoğan'a kırgınlığını ve kurucusu olduğu partiden vazgeçmesinin nedenlerini sizinle paylaşmış mıydı?
Babam bunu bana hiçbir zaman söylemedi. Bu konu açılmazdı bile. Ama ben babamı tanıdığım için ve o süreçte yanında olduğum için şunu düşünüyorum; orada Kürtlerin hakları açısından gerçekten bir hayal kırıklığına uğradı. Haksızlığa uğradığına inandığı kesimle ilgili olarak bir iş birliği yaptığını düşünüyordu. Ve AK Parti'nin kuruluş sürecinde yaptı da bunu bir dönem.
- Ama mesela çözüm süreci başladığında babanız yoktu.
Onun o süreci ne kadar doğru bulup bulmadığını da konuşmak lazım. Barış süreci dediğiniz şey önce toplumun kendisiyle yapılır. Bir fraksiyonla, bir grupla ya da sadece Öcalan ile onu çözemezsiniz. Aslında problemin temeli Kürtlerin kendini eşit vatandaş hissetmemesi. Heralde hiç kimse kendi evladını dağa savaşmaya göndermek istemez. Eğer bir süreç başlatılacaksa öncelikle toplumun kendiyle çözüm aranması lazım. Bu dil talebi olabilir, sağlık talebi olabilir. Önce toplumun gerçek talebinin ne olduğunu anlayıp oralarda çözüm aramak lazım. Babam böyle düşünüyordu. Buna ben de inanıyorum.
Önce toplumun beklentilerini yumuşattıktan sonra gider öbürünü de yaparsınız. Toplumda yumuşama yaratırsanız aslında diğer tarafa karşı da üstünlük sağlamış olursunuz. Doğru çözüm odur. Hadi ben bütün diğer hakları geçtim sağlık hizmeti alamıyorsunuz. Deprem sonrasında birçok yerde gördük. Türkçe konuşamıyor. Devletin herhangi bir numarasını aradığında derdini anlatacak dili bulamıyor orada. Bunlar çok basit şeyler. Eğer çözüm sürecinde samimiyseniz önce insanların gerçek ihtiyacıyla başlarsınız. Asıl eksiklikleri ortadan kaldırmadan bir örgütle, bir kişiyle konuşmak çözmez. Onun eksikliğini gördük.
- Kürt sorununun çözümünü siyasi mücadelesinin merkezine koymuş bir siyasetçinin kızı olarak DEVA Partisi'nde siyaset yapma kararı almanızın sebebi nedir? Genel Başkan Ali Babacan'ın özgürlükçü söylemleri mi?
Bir siyasi partiyi seçerken sadece genel başkana ve yol arkadaşlarınıza bakmazsınız. Bir siyasi partiyi tanımlayan şey programıdır aynı anayasa gibi. Hangi ilkelerle yola çıktığıdır. DEVA Partisi kurulmadan önce program yazım sürecinde kültür sanat ile ilgili bölümde de ben katkıda bulunmuştum. O istişareler sırasında genel anlamda nasıl bir çerçeve çatıldığına hâkim olmuştum. Tabii ki partideki arkadaşların çok önemi vardı. Ama açık söyleyeyim ben partideki birçok arkadaşımın kim olduğunu partinin kurulduğu 9 Mart 2020 gününde öğrendim. Benim için daha önemli olan şey programdı. Temel haklara yaklaşım nasıl, kültür sanata yaklaşım nasıl bunlar benim için önemliydi. İkincisi de tabii Türkiye'de ister istemez liderlik de önemli bir mesele. Ben AK Parti Kadın Kolları'nda MKYK üyesiydim bir süre. AK Parti'nin içinde olduğum süreçte belki Ali Bey ile yakın çalışmadım ama çalışmalarını hep yakından izledim. DEVA kurulurken o dönemdeki izlenimlerim etkili oldu. Davul dengi dengine lafı sadece evlilik için geçerli bir şey değil. Siyaseten bir yola çıktığınız vakit sizin gibi düşünenler ya da en azından sizinle çok ayrışmayanlarla birlikte olmak önemliydi.
- Hazır siz hatırlatmışken AK Parti deneyiminize dönelim. Orada babanızın olmasının dışında nasıl bir motivasyonunuz olmuştu?
Hatırlarsınız belki dönemin Başbakanı olan Tayyip Erdoğan'ın 2005'te Diyarbakır'da Kürtlerden özür dilediği bir konuşma vardı. Siyasi bir aileden gelsem de o zamana kadar ne oy kullanmıştım ne de siyasetle ilgilenmiştim. Şu anda gençler siyasete nasıl bakıyorsa ben de öyleydim aslında. O konuşma beni heyecanlandırmıştı, "farklı bir şey oluyor, farklı bir şey konuşuluyor" diye düşünmüştüm. Babama gittim dedim ki "siz bir şey yapıyorsunuz ve ben bunun bir parçası olmak istiyorum." Kızı gibi değil teşkilattan biri gibi karşıladı. Kadın Kolları'nda o zaman Selma Aliye Kavaf vardı. Onu aradı, gittim kendilerine. Benim sürecim öyle başladı. Şimdiki gençlerle ilgili hep "niye heyecanlanmıyorlar" diye sorguluyoruz ya ben de o zamana kadar heyecanlanmayan bir gençtim. Farklı söylem beni heyecanlandırmıştı.
- Madem sizi 2005'te siyasete çeken şey Erdoğan'ın Kürt meselesini çözmek için yola çıkmakta olduğuna dair umut ve beklentinizdi, 15 sene sonraki tercihiniz neden bu konuyu çok daha öncelikli gündem haline getirmiş ve babanızın son durağı olan HDP olmadı?
Orada da sanırım kültür sanat konusu ağır bastı. Tamam Kürtlük, Kürtlerin hakları, demokrat bir duruş önemli ama ben 2023 Türkiye'sinde sadece kimliklere sıkışmış bir siyasete de inanmıyorum açıkçası. Ben siyasetin her zaman bir çözüm mercii olması gerektiğini düşünüyorum. Temel haklar tabii ki temel haklar, adı üzerinde. Ama dünya artık farklı bir yere geçiyor. Ekonomi adına, teknoloji adına, kültür sanat adına var olandan farklı bir şeyler daha söyleyebilmek gerektiğine inanıyorum. Elbette, HDP bunu yapmıyor anlamına gelmiyor benim tercihim. Böyle anlaşılmasın.
- Ben açıkçası Millet İttifakı'nın söylemlerinde kültür sanat alanında denklem değiştirecek bir vaat göremiyorum. Belki ben atladım bilemiyorum. Siz Mardin'de bir film festivali başlattınız, Ankara'da bir kültür merkezinin kurucususunuz. Nasıl bir kültür politikasının öneriyorsunuz?
Bir kere kültür politikasının konuşuluyor olmasının bile önemli olduğunu düşünüyorum. Kültür politikaları şimdiye kadar Türkiye'de hiç söz konusu edilmedi. Hele ki bu kadar kutuplaşmanın had safhaya geldiği bir ortamda ben kültür sanatı Türkiye'nin iyileşmesinin yolu olarak görüyorum. Günümüz dünyasında çok önemli bir araç kültür sanat. Yumuşak güç. Ben SineMardin'i yaparken bunu bizzat deneyimledim. Bir Kürt genci ile bir Arap gencinin sokakta üzerinden yumruk yumruğa gelecekleri bir konuyu bir sinema salonunda bir film üzerinden tartışırken ne kadar birbirlerini anlamak için çaba gösterdiklerini gördüm. Biz muhafazakâr sanat diye bir şey konuştuk bu ülkede. Hani artık bunun ilerisi yok.
- Olabildi mi peki muhafazakâr sanat diye bir şey?
Olmadı tabii. Literatürde böyle bir terim yok. Heralde olsaydı binlerce yıllık sanat tarihi içinde bir yerlerde rastlardık. Biz bir düğünde halay çekerken "Bu Güneydoğu'nun ya da Kürtlerin oyunu" demiyoruz. Ya da horon teperken "bu Lazların" demiyoruz. Bunları düşünmeden oynuyoruz.
- Bugün iktidarın yasakçı ve sansürcü zihniyeti kültür sanat alanına sert yansıyor. Onlarca örnek var ama sanırım Kültür Bakanlığı'nın Emin Alper'in yazıp yönettiği Kurak Günler‘e verdiği finansal yapım desteğini geri istemesi bu dönemin zihniyetini tarihe geçiren bir örnek olarak hatırlayacağız. Bakanlığın bu kararına neden olan ise filmdeki homofobi teması ve kuir hikâye örgüsüydü. Hayatın içinde yaşanan gerçeklikler sinemada görünmesin diye bir çaba. Sizin bu durumlara bakışınız nedir?
Sanatın var olma sebebi bu zaten. Sanat bir ifade şekli. Siz ne kadar yasaklarsanız yasaklayın sanat o yasakladığınız şeyi ifade edecek bir yöntem bulur. Sanatın birçok enstrümanı var. Abbas Kiarostami benim yakın arkadaşlarımdan biriydi. Çok ciddi bir sansüre maruz kalsalar da öyle bir ifade şekli buluyorlardı ki sansürü uygulayacak kişi "burada yasaklayacak bir şey var ama nedir bulamıyorum" noktasına geliyordu. Sanatı diğer alanlardan üstün kılan şey bunu yapabilme sihri zaten. Devlet ya da başka bir kurum sanatı kısıtlamakta başarılı olamaz. Denetleme sanatta isteseniz de yapabileceğiniz bir şey değil. Hadi diyelim başvuran senaryoyu didik ettiniz ama sonra filmin çekim sürecini kontrol edemezsiniz.
- Kültür Bakanlığı nasıl bir kurum olmalı?
Önemli olan belli standartların oluşturulması. Bu sadece kültür sanat alanıyla sınırlı da değil. Makbul vatandaş ya da makbul olmayan vatandaş kimdir? Ya da böyle bir şey olmalı mıdır? Bir bakanlığın ya da merkezi otoriterinin birinci görevi sanat yapılabilmesi için gerekli ortamı sağlamaktır. İkincisi ise standartları belirlemektir. Sınırlara, sansürlere lüzum yok. Bunu zaten toplumun kendisi çok rahat yapıyor. O kadar çok seçenek var ki. Dijital platformların olduğu, sayısız seçenekle karşı karşıya olduğumuz bir ortamdayız. Böyle bir ortamda devletin destek araçlarının ölçülebilir ve hesap verilebilir bir biçimde organize edilmesini dışında bir rolü olmamalı. Devletin kendi verdiği parayla ahlaki bir tercihte bulunması vesaire gibi bir dönemin artık bittiği bir çağdayız. Sansürle bir şeylerin önünü kesemiyorsunuz.
- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma kararında sözleşmenin LGBTİ bireyler için de koruma sağlıyor olmasına itiraz eden birtakım dini cemaatlerin etkili olduğu konuşuldu. LGBTİ hakları DEVA Partisi için nasıl bir konudur?
Ali Bey'e de bunu zaten birçok kez sordular. Devletin sansür, gizlemek, saklamak, sansürlemek gibi eğilimlerimin çalışmadığı bir çağdayız. Artık biz bunu anlamak zorundayız. Devlet kurumlarının fonksiyonlarının da değişmesi gereken bir dönemdeyiz. Buna sadece LGBTİ çerçevesinden değil daha büyük bir çerçeveden bakmak lazım. Biz bununla ilgili duruşumuzu temel haklar eylem planı içinde ortaya koyduk. Orada Kürt diliyle ilgili duruşumuz var, toplumun tüm kesimlerinin haklarıyla ilgili de duruşumuz var. Siz hakları garanti alan bir çerçeveyi koyarsanız bunu illa LGBTİ olarak konuşmanıza gerek yok. Bizim Türkiye olarak biraz buralardan da çıkmamız lazım.
- Memleketiniz Adıyaman başta olmak üzere deprem bölgesindeki illerde epey çalıştınız. Büyük kayıplarına ve hükümetin en kritik günlerde gereken adımları atmamış olmasına rağmen Adıyaman, Malatya, Gaziantep gibi illerde AKP'ye ve Erdoğan'a yönelik teveccühün hâlâ belli bir seviyede sürdüğü gibi bir izlenimi var. Buna katılır mısınız, katılırsanız sizce neden?
Maalesef siyasetin gelip de tıkandığı noktalar buralar. İstanbul ile Mardin'deki insanların birbirleriyle ilgili tahayyülleri aynı ülkede yaşayan insanlar gibi değil. Mardin'i on dört senedir iyi bilen bir insan olarak söylüyorum. Barış sürecinden önce film festivalini yaparken insanları getirmekte çok zorlanırdım. Şimdi bakmayın turistik ve tarihi değeriyle öne çıktı da o biraz kırıldı. Ama biz hala toplumsal olarak bölgeler arasında bile çok kopukluk yaşayan bir toplumuz. Birbirimizi çok iyi bilmiyoruz, tanımıyoruz.
- Birbirimize yönelik önyargılarımız var ve bu o bölgede hâlâ önemli bir kıstas, bunu demek istiyorsunuz sanırım.
Önyargılarımız var ve bunlar besleniyor. Bu mesafeler açık olduğu sürece de bu kutuplaşmalar çok işe yarıyor. Bilmediğinizin üzerine bir de pek çok şey pompalanıyor. Dolayısıyla insanlar korkuyorlar ve daha da uzaklaşıyorlar. Sürekli bir ikilik üzerinden farklılık vurgusu yapılıyor. Muhafazakâr-laik, Türk-Kürt. AK Parti şu noktada elde bir şey kalmadığı için -malum artık binalar da eskidi, havaalanları da eskidi, artık onlar da satılmıyor- satılan şey elde kalan seccade. Toplumsal mesafeler bu kadar açık oldukça ve birisi karşı tarafı devamlı öcü olarak göstermeye devam ettikçe korkular pompalanıyor. Vatandaş olarak durumunuz çok da kötü olsa o korkulardan dolayı o alıştığınız yerden kopamayabiliyorsunuz.
- Memleketiniz Adıyaman'da ailenizin siyasi çizgisi çok iyi biliniyor. Bugün sizi Kemal Kılıçdaroğlu'nu cumhurbaşkanı adayı göstermiş bir ittifakın içinde gördükleri zaman nasıl bir reaksiyon veriyorlar? DEVA, Gelecek, Saadet gibi partilerin, yani Erdoğan'ın eski yol arkadaşlarından bazılarının, bugün Erdoğan'a karşı cephede bulunmasının etkisi nedir?
Bunun yüzdeler olarak ne kadar etkisi olduğu tartışabilir. Her türlü fraksiyondan temsilci yan yana geldiği zaman, toplum bunu gördüğü zaman biraz önce anlattığım dirençler kırılmaya başlayacaktır çünkü önyargıları kırıyorsunuz. HDP'li bir babanın kızının DEVA Partisi içinde olması da bir önyargının kırılmasıdır.
- DEVA geçen haftaya kadar kendi logosuyla seçime gitme konusunda kararlı görünüyordu. Sonra ortak listeyi kabul ederek bu iddiadan vazgeçtiniz. Neden?
Siz yeni kurulmuş bir parti olarak seçmene ittifak içi ittifakın baraja takılmayacağını bile anlatmak zorundasınız. Attığınız her adımın ne demek olduğunu çok kısıtlı kanallar üzerinden çok kısıtlı bir sürede anlatmak zorundasınız. Bu son seçim sistemindeki değişiklikler süreci yeni partiler açısından çok zorlaştırdı. Bugün durum İYİ Parti'nin kurulduğu zamandan çok farklı. Bunun iletişimini yapmak için de yeterince kanal da yok zaman da yok ve kaynak yok. Bu denklem üzerinden bir seçim yapmak zorunda kalıyorsunuz. DEVA Partisi de bir seçim yaptı, Türkiye adına bir seçim yaptı.
- MHP ise belki de risk alarak kendi logosu ve listesiyle seçime gitme kararı aldı.
MHP ile bizim aramızdaki fark şu; biz yeni bir teşkilatız, MHP çok eski bir gelenekten gelen bir parti. Ama şurası da var; AK Parti böyle bir aritmetikle bir yandan da kazdığı çukura kendisinin de düşme durumunu yaşıyor. Siz aslında demokrasiye bir tuzak kuruyorsunuz ve herkesi etkiliyor. AK Parti'yi de etkiliyor. Bu aritmetik dönüp dolaşıp bumerang gibi sizi de vurabilir. Karşı tarafı vuracağınızı düşündüğünüz aritmetik nedeniyle siz de orada masa kurup bu hesapları yapmak zorunda kaldınız. Kendileri de aynı tartışmaların içine düştüler işte.
- Cumhurbaşkanı adayının Kemal Kılıçdaroğlu olacağının açıklanmasından hemen önce İYİ Parti lideri Meral Akşener'i masadan kaldıran krizin çözülme aşamasında bu sefer Genel Başkanınız Ali Babacan'dan bazı itirazlar geldiğini biliyoruz. Kendisinin iki belediye başkanının genel başkanlarla aynı statüde cumhurbaşkanı yardımcısı olmasına dönük itirazı bir şekilde aşıldı. Bütün bunlardan sonra parti olarak içinize sinerek mi yola devam ediyorsunuz?
Siyaset için içe sinme ifadesi biraz yabancı kalabilir. Siyaset biraz farklı bir denklem. Gerçeklerle sürekli yüzleşmeniz gereken bir alan.
-Yani şu mu; içinize sinmese de rasyonalize ettiniz.
E tabii. Hepimiz rasyonalize etmek zorundayız. İçimize sinen tek bir şey var ki Türkiye'nin içinde olduğu durumu değiştirmek isteyen bir tarafın içinde olmak.
- Aşırı politik bir yanıt oldu. Peki şöyle sorayım o zaman; Cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Bey ve belediye başkan yardımcılarının da icracı cumhurbaşkanı yardımcısı olacağı model içinize sindi mi?
O konunun içimize sindiğini söyleyebilirim. Bu zaten beklenen bir süreçti. Böylesine farklı politikaları, bakışları olan partilerin çok da rahat "haydi buyurun her konuda beraber yürüyoruz" demesini beklemek bence çok gerçekçi olmaz. "Hâlâ ortak politikalar metniyle uğraşıyorsunuz" gibi eleştirileri biz tam da bunun için göze aldık. Çünkü ortak zemini bulmak zorundaydık. Biz sadece bir kişiyi seçmek için bir araya gelmedik ki. Biz kişiden öte bir sistem değiştirmek için yola çıktık. O yüzden içimize siniyor. Ben tek sesli olan şeyden biraz korkarım. Türkiye o kadar canlı ki, o çeşitlilik Türkiye'yi diri tutuyor. O yüzden de ben Türkiye'nin bu cenderenin içinden bir şekilde çıkacağına inanıyorum. Ama değişimler kolay olmuyor.
Bu süreci belki de "her musibette bir hayır vardır" şeklinde okumamız gerekiyor. Bu süreç şunu gösterdi; bir ülkede bir öteki torbası varsa kimlerinin ilerde oraya süpürülebileceği hususunda açık alan bırakırsınız. Bir ötekiniz varsa o öteki konjonktürden konjonktüre değişebiliyor. Toplumun birçok toplum kesimleri yaşam tarzıyla kendini artık öteki hissediyor. Sadece Kürtler değil. Müzik festivalleri yasaklanıyor, belli bir yaşam tarzının tezahürü pek çok şey sansürleniyor.
- Seksen sene boyunca ayrıcalıklı olduğu düşünülen kesimlerden pek çok kimsenin sadece fikirlerini ifade etti diye "terörist" ilan edilebildiği, hatta yargılandığı bir dönemin ardından belki de "Demek ki devlet birisi için bize ‘bu terörist' dediği zaman bunu koşulsuz şartsız kabul etmemeliymişiz" diye sorgulayanların sayısı çoğalmıştır.
Tam olarak bunu söylemek istiyorum. Dolayısıyla tanımlayan değil tanıyan bir yönetim anlayışının aslında ne kadar değerli olduğunu belki anladık. Neysen seni öyle kabul eden bir yönetim anlayışı. Bu da tam olarak eşit vatandaşlık çerçevesidir. Sen neysen benim o şekilde vatandaşımsın. Bizim kimlik kartlarımızda birer numara var değil mi? Devlet sana bir numara veriyor ya devletin artık vatandaşına bir numara uzaklığında olması gerek. Kadın mıyım, erkek miyim, Kürt müyüm, Türk müyüm, içki mi içiyorum, namaz mı kılıyorum? Bunlara bakmasın devlet. Beni tanısın, beni kendi tanımı içine sokmasın. Bizim 2023'te tanımlamamız gereken Türkiye böyle bir Türkiye olmalı. O zaman biz çatışmalarımızla değil farklılıklarımızı bir araya getirerek oluşturduğumuz sinerji ile atılım yapabiliriz.
- Cumhurbaşkanlığı adayı üzerindeki uzlaşmazlık nedeniyle masa dağıtma noktasına gelen İYİ Parti ve Meral Hanım'ın seçimlerin kazanılması durumunda sizin gibi düşünenlerin Kürtlerin durumunu gündeme getirdiğinde yine büyük bir kriz yaşanabileceğine dair kaygınız var mı?
Daha kötüsü çıkmaz, onu söyleyeyim. O en kötüsüydü. Bu sürece iki safha olarak bakmak gerektiğine inanıyorum. Siyasette birinci safha seçime giderken olan. Oradaki ortam, şartlar, mücadele zemini farklı. İktidara geldiğinizde karşı karşıya olduğunuz süreç farklı. Biri yönetime talip olmakla ilgili bir yarış, öbürü yönetmekle ilgili bir süreç. İki sürecin bakış arasında fark olacağını düşünüyorum. Ben en azından DEVA Partisi olarak bunu kesinlikle sorgulayacağımızı biliyorum. Eğer bu yapının içine bu söylemlerle, bu eylem planlarıyla girmişsek bunun elbette ki bir etki uyandırmasını bekliyorum. Yoksa biz kendimizi reddetmiş oluruz. Bu zımni de olsa, söylenmemiş de olsa bir kabuldür ittifak içinde bir araya gelen tüm tüm taraflar açısından.
- İYİ Parti'nin Kürt meselesini çözme ya da çözmeme yönteminin ne olabileceği konusunda bir işaret var mı? Sonuçta Millet İttifakı'nın ortak tutum belgesinde AİHM kararlarının uygulanması -ki bu Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması anlamına gelir- ve kayyum atamalarına son verilmesi gibi net vaatler de var. Hepimizde olaylara siyah-beyaz olarak bakma eğilimi var ama bu ortak tutum belgesi gri alanlar bıraktı. İYİ Parti'nin bu konular tartışılırken genel kanıdan daha farklı bir tutum alabileceğine yönelik bir iyimserlik var mı sizde?
En zor süreç seçime girerken yaşanan süreç çünkü seçmeninizi konsolide etmeniz lazım. Bir sürü telaşı barındırdığınız bir süreç. Burada böyle gri alanları görmek sorunlarla birebir yüz yüze geldiğiniz anda çözüm bulmaya çalışmaktaki niyetinizi de ortaya koyuyor. Diyelim ki seçim kazanıldı ve hükümet oldunuz, özgürlükler konusu aslında ülkenin en temel sorunu ve hukukun üstünlüğü. Hukukun üstünlüğü olmadan ekonomi de düzelmez çünkü şeffaflığı da güvenilirliği de sağlayamazsınız. Oraya oturduğunuz zaman yönetmenin gerçekleriyle yüzleşeceksiniz. Oradaki konjonktür şu ankinden çok daha farklı olacak. Buradaki sinyaller orada daha olumlu sonuçlar alabileceğimize dair bir izlenimi bana veriyor. Bu ittifakı güçlendiren şey de o bahsettiğiniz grilerin görünür hale gelmesi. Birbirinden çok farklı olan toplum tabanlarının bir araya gelebilme ihtimalini de güçlendiren bir şey bu. İktidar tarafından yok edilmeye çalışılsa da hala gri alanlar olabildiğini ortaya koyduk. İttifakı ben bu açıdan çok değerli görüyorum. Her ne kadar Türkiye siyah ve beyaza sıkıştırılmaya çalışılsa da hala bu mümkün. Türkiye'nin derinleşmiş problemlerine çözüm bulmak için şimdikinden daha çok çaba harcanacağından ben eminim.
Siyasette ittifak kurmak ne demek biliyor musunuz? Aslana "ceylan tutma" demek gibi bir şey. Aslında aslanın bünyesinde var o ceylanı tutmak, var olma sebebi bu. Yanında oturan diğer aslanın ceylanından bir parça koparabilir mi diye bakar aslan. Siyaset aslında bununla ilgili. Ama aslana ceylan tutma diyerek siz aslında partilere ortak bir hedef için egolarınızı gömün diyorsunuz. Bunu Cumhur İttifakı için söylemiyorum çünkü artık çok birbirine benzeşmiş bir güruhtan bahsediyoruz. Benzeşmediği noktalarda da birbirini çekiştiren bir güruh. Mesela Yeniden Refah için İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmış olması da yeterli değil, 6284'ü de ele alalım diyor öbürü de diyor ki "olabilir".
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
Trump Reis koltuğuna oturur oturmaz “Devlet Bey çağrını aldım, güçlü bir Türkiye için ‘evet’ diyorum” diyecek olsa bile uzun süre her şey limbo olacak. Zira mesele ‘Mazlum’a karşı Öcalan’ kartını çekmekle halledilebileceği aşamayı geçeli çok uzun oldu
“İktidar Bahçeli’nin neden olduğu tepkiyi kayyımla dindirmeye çalışıyor. Kayyım atamalarında sembollerle mesaj verdiler. Halfeti Öcalan’ın memleketi, 4 Kasım Selahattinlerin tutuklandığı tarih. ‘Bizim istediğimiz çizgiye gelmezseniz daha kötüsünü yaparız’ demiş oldular”
“Kandil 2013’te Öcalan’dan gelen mesajları hiçbir zaman doğrudan alıp uygulamadı. Bugün Öcalan’ın o dönemki kadar popülaritesi yokken, Sayın Bahçeli Öcalan’ı dinleyeceklerini nasıl düşünebiliyor?”
© Tüm hakları saklıdır.