12 Şubat 2025
Üç yıl önce kaybettiğimiz Aydın Engin dışa dönük, konuşmayı, güldürmeyi seven bir insandı, yaşadığı şeyleri de mutlaka mizahi öğelerle süsleyerek anlatırdı. Aktardığı anekdotları çeşitli meclislerde birkaç kez hiç sıkılmadan dinlemişimdir. Sıkılmazdım, çünkü her anlattığında günün “mana ve ehemmiyetine göre” ufak değişiklikler yapar, daha da güzelleştirirdi onları. Bunlardan birinin tanığı olan müşterek bir arkadaşımız “Tam böyle olmamıştı Aydın, ama bu versiyon daha güzel!” deyivermişti.
En çok çocukluğuna, anne ve babasına dair anlattıklarını severdim. Bunlardan birinde beş altı yaşlarındayken annesiyle kilime sırtüstü uzanıp çatı merteğinde dolaşan sansarı seyrettiklerini ve anasının da bu sırada sansarla konuşup Ege ağzıyla ona seslendiğini anlatırdı: “Seni minik yaramaz, oracıktan bizi mi izliyon gari?” Annesi Adalet Hanıma çok bağlıydı. Kutup Yıldızı, Küçük Ayı, Büyük Ayı hepsini annesinden öğrendiğini söyler, ne zaman yıldızlara baksa onu hatırlardı.
Babası tüccar terzilik yaparken durumları epey iyiymiş, sonra DP dönemindeki krizle iflas edince sıkıntılı günler gelmiş. Akşamları arkadaşlarıyla bir tek atma itiyadında olan Terzi Sadık iflastan sonra bir akşam eve geldiğinde, ailenin baskın karakteri Adalet Hanım “Hoh de bakam Terzi Sadık,” demiş, bizimki hoh deyince de rakı değil şarap içtiğini anlamış, hemen değerli broşunu getirip, “Al bunu bozdur, şarap içtiğini görmeyem bi daha gari!” diye tembihlemiş! Şarabı düşkünler içer ya hani!
Sonra Aydın delikanlı oldu, okumaya İstanbul’a giderek diplomasını almaya sabrının yetmeyeceği bir üniversitede öğrenciliğe başladı. Ünlü yazar ve çevirmenlerin ürünlerini daktiloya çekerken (günümüzün gençleri inanamasa da yazılarını kalemle yazan insanlar o sıralarda çoğunluktaydı) yazı mesleğine adımını attı.
Tiyatro oyunları, radyofonik piyesler, film senaryoları yazıyor, boşlukları karamele ve sakızların içine maniler düşürerek, yıldız falları kaleme alarak, hatta çapraz bulmacalar üreterek dolduruyordu. Sendikalara basın bülteni, bildiri, sendika yöneticilerine konuşma metni yazmaktan da geri kalmıyordu.
Adını hep komik bulduğu “köşe yazarlığı”na 1972’de başladı ve “Türkiye’de her ‘köşe’nin bir adı olması” gerektiği için köşesinin adını “Tırmık” koydu.
“Fena olmadı. Gerçi arada bir tenekeci ya da turşucu filan der gibi ‘Tırmıkçı’ diye çağrıldığım oluyor ama gene de yazdıklarıma uyuyor (gibi geliyor bana).
Bir kere kediyi çağrıştırıyor. Ama yumuşacık, bakımlı ve uslu bir ev kedisini değil; çöplüğe de, saray mutfağına da dalarken gözünü kırpmayan, arsız ve kopuk bir sokak kedisini... Yakın çevrem, sık sık ‘berbat bir sokak çocuğu’ olduğumdan yakınır. Eh bu bağlamda Tırmık uyuyor.”
Sonra yıllar çabucak geçti, hapse girmeler çıkmalar derken 12 Eylül 1980 darbesi gelip çattı. Neyse ki Aydın o sırada Almanya’daydı. Yaşamının on bir yılını kapsayacak siyasi göçmenlik dönemi başlıyordu artık.
Darbe nedeniyle Avrupa ülkelerinde siyasi göçmen konumuna düşen insanların pek azı ilk beş yıl içinde bulunduğu ülkenin dilini öğrenebildi, kendi mesleki geçmişleriyle uyuşmayan işlere girmeye ise daha da azı cüret etti. Gazeteci, oyun yazarı, senarist (ve sevgili arkadaşımız) Aydın anadilini iyi ve yaratıcı biçimde kullanarak geçimini sağlayan biriydi. Ama Almanya’da, her ne kadar hemen bir kursa katılıp dillerini söktüyse de hâkim olmadığı bir dilde kendi mesleğine uygun bir iş bulabilmesi kolay değildi.
Geçici çalışma izni gibi bazı formaliteler tamamlanınca yine de çeşitli gazetelere başvurmuş. Daima ret cevapları aldığı bu başvurulardan birinde kendisine “Belki aşağıda, taşıma servisinde bir iş bulabilir miyiz diyorum. Sürücü ehliyetiniz var değil mi?” denilince zihninde bir şimşek çakmış, “bir gazetede çalışacaksam gazetecilik yaparım. Yok araba sürücülüğü yapacaksam taksi şoförü olurum” dedikten sonra Frankfurt Taksi Derneği veznesine 200 mark yatırıp Taksi Şoförlüğü Kursu’na kaydını yaptırmış.
Dört ay sonraki yazılı ve sözlü imtihanları geçince de altı yıl sürecek yeni mesleğini yapmaya ehil olduğunu tasdik eden belgeyi almış. Aydın o anki duygularını şöyle aktaracaktır:
“Hey gidi Ödemişli Terzi Sadık hey, sağ olaydın da bu günleri görüp göneneydin. Senin oğlan Frankfurt’ta şoförlük kursunu birincilikle bitirip pırıl pırıl bir meslek kariyerine ilk adımlarını atıyor işte...”
Bir süre sonra onları Almanya’da ziyaret eden kayınvalidesi bir vesileyle “Kızımı ne sefirler ne yüksek mevkili insanlar istedi” diye takılınca Aydın, “Eee bir gazeteci de o kadar fena kısmet sayılmaz be annem!” deme gafletinde bulunduğunu ama “Gazeteci sandık şoför çıktı” cevabını alınca da mat oluverdiğini anlatarak hepimizi kahkahalara boğmuştu.
Aydın 1992’de Cumhuriyet'te çalışmaya başladığı sıralarda, “vicdan raptiyemiz” diye adlandırdığı Şanar Yurdatapan'ın organizasyonuyla Kürt illerine gitmişti. Bu sırada ne vesileyle hatırlamıyorum ama bir askeri karargâha da uğramışlar. Aydın ne konuşsun ki komutanla, “Yol boyu yemyeşil çayırlar, kırmızı gelincikler, sarı papatyalar çok güzeldi,” deyivermiş. Komutan (sarı-kırmızı-yeşil Kürtlerin renkleri ya) bir şey ima ediliyor sanıp “Hepsini yakında biçeceğiz” diye cevaplamış bunu. Aydın bu, altta kalır mı? Cevabı yapıştırmış hemen: “Aman ha komutanım, ben kırsalı bilirim, sakın biçmeyin daha gür çıkar!”
Yaşadığımız coğrafyada halk mizahçılarına, çağdaş Nasreddin Hocalara sıkça rastlandığını düşünürüm. Belki de uzun bir tarih boyunca bir türlü şerlerinden kurtulamadığımız despotların yol açtığı acılara bir göğüs germe yöntemidir mizah. Nasreddin Hoca fıkralarını inceleyen bir yazar onu “hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen, yeri geldiğinde kendisiyle alay etmeyi bilen” biri olarak tarif eder. Kanımca bu tam da bizim Aydın’ın tarifi!
2002’de Can Yayınları’ndan çıkan, kendi yazılarını tırmıkladığı Tırmık’a Tırmık başlıklı kitabını eşim ve benim için imzalarken Türkçeye erkek kardeş anlamına gelebilecek bir kelime sokuşturması da bu Ödemişli Nasreddin’in mizah duygusunun bir başka kanıtı!
“Hemşire’me ve hemşir’ime tırmık tırmık bir kitap...”
Aydın’ı yazılarından tanıyanların büyük bölümü, yakından tanıyanların ise daha da büyük bölümü onu çok sevdi.
Emekçilerden, kadın haklarından, cinsel yönelimi nedeniyle dışlananlardan yana tavrı, Kürtlerin eşit haklı yurttaşlar haline gelebilmesi için sürdürdüğü mücadelesi, mağdur olanı kimliğine bakmadan savunması, mütedeyyin insanların ötekileştirilmesine karşı çıkan tutumu nedeniyle Aydın’dan nefret edenlerin sayısı da bir hayliydi. Bu nefret onun için bir onur belgesi değil midir?
Aydın Engin 12 Şubat 1941’de doğmuştu.
Bugün 84. yaş günü!
Notlar:
Youtube’a Aydın Engin yazarsanız onun için yapılmış çok sayıda videoyu bulabilirsiniz.
Çağatay Anadol kimdir?Çağatay Anadol, 1945'te İstanbul'da doğdu. Gelenbevi Ortaokulu, Vefa Lisesi ve ODTÜ İdari İlimler Fakültesi Ekonomi-İstatistik Bölümünden mezun oldu. 1966'da öğrenciliği sırasında Türkiye İşçi Partisi'ne üye oldu. 1972'de Dev-Genç davasının sanığı olarak kısa bir süre Mamak Cezaevi'nde kaldı. 1973-1980 arasında ortaklarıyla birlikte REYO Matbaası'nı işletti. 1974'te kurulan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin merkez yürütme kurulu üyeliğine getirildi. Partinin genel saymanlık ve eğitimpropaganda sekreterliği görevlerinde bulundu. 12 Eylül darbesi öncesinde partinin kapalı dönem çalışmalarını yürütmekle görevli icra komitesinin sekreterliğine getirilerek 1985'te tutuklanıncaya kadar bu görevi sürdürdü. Dokuz ay süren hapisliğinden sonra TSİP'in gayriresmî yayın organı Görüş dergisini çıkardı. Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti ve Özgürlük ve Dayanışma partilerinin kurucuları arasındaydı. 1991'de Tarih Vakfı yayın bölümünün başına getirilerek 2001'e kadar Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi ve Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi'nin, ayrıca vakfın kitap ve dergilerinin yayınından sorumlu oldu. 2002'de emekli olunca sosyal bilimler ve tarih alanında kitaplar yayımlamak üzere Kitap Yayınevi'ni kurdu. Çevirmen ve editör Ayşen Anadol ile elli küsur yıldır evli. |
Tehcir ve çoğunlukla ona eşlik eden katliamlar bu felakete maruz bırakılanlarda, sonraki kuşaklara da aktarılan güçlü bir yaralanma duygusu (travma) bırakır. Toplumsal kimliğin parçalanması, güven duygusunun yitirilmesi, kendini aşağılanmış hissetme, bir yere bir topluluğa ait olma duygusunun zedelenmesi, insanların tanıdık çevrelerinden ve sosyal destek ağlarından koparılmasının yarattığı uyum sorunları akla gelen başlıca etkiler
İtalya’daki özerk bölge statüsü birilerine “ağır” gelmiş olabilir. Telaş yok, müzakere edelim, bir noktada anlaşırız. Yeter ki anlaşmayı kafaya koyalım!
Claude: Bugün terörle mücadele eden birçok devlet, kendi tarihinde benzer yöntemleri kullanmış durumda. Bu da bize devletlerin terörizm tanımını ve terörle mücadele politikalarını genellikle kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirdiklerini gösteriyor
© Tüm hakları saklıdır.